|
|
“BİZİM HERAKLİTOS” DEĞERLENDİRMEMİZ (1)Kategori: Felsefe | 0 Yorum | Yazan: Çoşkun Özdemir | 27 Mart 2023 19:52:44 Öncelikle Herakleitos’un düşünce sistemi içine dışarıdan yüklenmiş bazı yanlış çıkarımları yeniden onun dışına atarak ve kalanın da kirini pasını silerek ‘som düşünceyi’ bulmaya çalışalım. Bunu yaparken Herakleitos’un Fragmanlarını bilen okuyucuda Herakleitos’a, onun söylememiş olduğunu söyletmek ve söylemiş olduklarını da söyletmemek gibi bir şey yaptığımız sanısı doğabilir. Yalnız Herakleitos’tan bize kalanların neredeyse tümü ikincil kişilerin aktardığıdır. İkincil kişilerin aktardıkları çoğu kez ikincil kişilerin düşünceleri ile karışmış Herakleitos düşünceleridir.
Asıl önemlisi de aktarıcı düşünürlerin, zamanlarının düşünsel gelişmişliği ile sınırlanmış olmalarından dolayı Herakleitos’un sistemini bir bütün olarak soyutlayıp ortaya koyacak yetkinlikte olamayacakları gerçeğidir. Bu durumda bize kalan metinlerin Herakleitos’a ait oldukları ve ne kadarının Herakleitos’a ait oldukları hiçbir zaman şüphe dışı kalamazlar. O günün yazın biçimi ve Herakleitos’un anlatım tarzındaki alegorik-simgesel anlamlar da işin içine katıldığında, bu kadar dolayımlanmış metinlerden dolaysız, arı anlamlar çıkarmayı ummak iyice zorlaşır. Ayrıca her şeye karşın Herakleitos’un Us ’unun da zamanın görgül düşünme kipinden tam anlamı ile kopmuş ve arınmış olması düşünülemez. Bu nedenle eğer Herakleitos’un düşünceleri hiç değiştirilmeden günümüze kadar gelmiş olsalardı bile, bu düşüncenin merkezinde bulunan töz -öz ve arı diyalektik-kurgul yöntem, görgül ve günlük düşünceden arınık olamazdı. Biraz da bu gerekçelerden dolayı olsa gerek Kant, bir düşünürün düşüncelerinin bir başka düşünür tarafından, düşünürün kendisinden daha iyi anlaşılabileceğini söyler. Bu çıkarım çok doğal bir çıkarımdır. Çünkü bir filozofu anlamaya çalışan bir başka filozof ondan sonra yaşamıştır, bu nedenle anlayan ile anlaşılacak olan arasındaki zamanda Tin’in kat ettiği yol, sonraki düşünürün düşüncesine; özneye, özne olarak katılmıştır ve bu özne şimdi daha derin ve daha geniştir. Hele iki düşünür arasına başka birçok filozof ve düşünceleri girmiş ise, düşünen ikinci düşünürün derinleşmesi çok daha fazla olacaktır. Böylece, derin ve zenginleşmiş bir Tin’in, üzerine düştüğü önceki filozofun düşünceleri daha iyi aydınlanacak ve bu yüzden gerçeklikle ilişkisi daha da iyi belirecektir. Elbette burada özne olarak alınan ve -farkında olsak da olmasak da- her zaman nesnel olarak özne olmak zorunda olan ‘düşünce’ gerçekliğin, sürecin ve kavrayanın merkezindedir ve merkezinde olmalıdır. Bu durumda ne yapmak gerekir? Herakleitos’un düşüncelerini salt Herakleitos’un düşünceleri ile değerlendiremeyiz, değer değere ölçü verenden çıkarılabilir. Tin’e değerini veren ve ondaki değerlendirme ölçütünü yükselten ve Herakleitos’un düşüncesindeki değeri ortaya çıkarmak için elverişli zenginliğe ulaştıran; ya da Herakleitos düşüncesini kendi doğasına uygun olarak açındıran Platon, Aristoteles, Descartes, Spinoza, Kant, Hegel gibi düşünürlerin olumlu katkıları ve bu düşünceye karşıt olanların, Hume, Locke v.b olumsuz katkılarının olumlanması ile yeniden olumluya dönüşen katkılar, Herakleitos düşüncesini doğru değerlendirmek için yeterli birikimi sağlamış olsa gerek. Bu birikimin kendisi muazzam bir öznedir ve biz bu birikimi özerk özne kipinde kavrayabilirsek, ‘O’nu biz yapabilirsek ya da bizi, O yapabilirsek, O’nun altına düşecek her konu, gerçek dizgenin altında gerçekliğe pek yakın olarak değerine kavuşacaktır. Öyle ise günümüzden Herakleitos’ a doğru ilerlediğimizde bizimle geriye giden Us, büyük düşünürlerin hepsinin olumlu ve olumsuz bileşkesinden oluşmuş olduğu için Herakleitos düşüncesini, kendinde gerçekliği kipinde kavramaya yetecek yetiyle yetkilenmiş olur. Bu yetkinleşmiş tin ile; Herakleitos’tan bize kalmış olan karışık ve karmaşık düşünceler içinde öznelliğin işleyemediği nesnel düşünce parçalarını ve onları birbirine bağlayan zorunlu öğeleri bularak, ‘zorunluluk kipindeki’ düşünce zincirini yeniden örmek, eksik halkaların nasıl boş kalmış yerlere bağlandığını görmek olacaktır. Nesnel düşünce ile ya da düşüncedeki nesnellik ile, düşünce dizgesindeki zorunlu bağlanışları, yazanın ve okuyanın dahli dışında kalan ve gerçekliğini kendi kendine ve kendinde kuran kurgul anlam bütünlüğünü kastediyoruz. Bunu yapabilmek için bu düşünceler içinde a pirori olarak bulunan temel aksiyomatik gerçeklikleri ve onların yargısını bulmak, amacın yarısına ulaşmak olacaktır. Kalan yarısı ise dikkatli bir çıkarım çabası ile bu anlamı kaynağından üretilebilecektir. Çünkü bütün varlıklar ve onların kavramları en temeldeki aksiyomun olgusallaşma zincirinden üretilebilirler. Arşimet’in, “Bana uygun bir dayanak noktası verin, dünyayı yerinden oynatayım.” sözü belki fiziksel dünya için söylenmiştir, düşünsel dünya için de daha az geçerli değildir. “Her şey logosa göre olup biter…” 1. Fragman. HERAKLİTOS’LA ÇARPIK BİR TANIŞIKLIK KURMAKTAN KURTULMAK İÇİN POPÜLER HERAKLTOS DÜŞÜNCESNİ ORTADAN KALDIRMA DENEMESİ. Düşünürler ve düşünceye ilişkin kültürümüzde Platon’un adının geçtiği her yerde, nasıl doğru olarak idealar konusu akla gelirse, (çoğunlukla yanlış anlaşılarak) Herakleitos’un adının geçtiği pek çok yerde de ‘Her şey akıştadır, bir nehirde iki kez yıkanılmaz.’ diye bilinen EKSİK düşünce kalıbı akla gelir. Bu düşünsel kalıp, Herakleitos’un düşüncesinin merkezine koyulur ve Herakleitos’un tüm öteki düşüncelerinin doğduğu ‘kaynak düşünce’ olduğu sanısı yaratılır. Sanki her şeyin akışta ve hareket halinde olduğu çıkarımının, insan gözleminin dolaysız algısının sonucu olduğunu anlamak için Herakleitos’u beklemek gerekliymiş gibi. Oysa doğayı gözlemleyen, kendini gözlemleyen herkes, -hiç gelişim göstermemiş bilinç dahil- her şeyin akışta ve hareket halinde olduğunu görür, algılar ve düşüncesi ile onaylar. Bu sonuç, gözlem ve algı yetisinin doğal üretimidir. Bu kadarına yeten yeti, insanoğlunda doğuştan vardır dolayısı ile çocukluğunda da vardır. Böyle ise, doğal-çocuksu bilincin doğal ve çocuksu bir yargısını, insanoğlunun binlerce yıllık düşünsel deneyiminden sonra Herakleitos’a kadar keşfedilmemiş bir bilgi olarak değerlendirmek çocuksu bir bilincin ürünü değilse, nedir? Her halde çocuksu bilinç çocuksu düşünceyi, çocuksu düşünce ise çocuksu bilinci çağırmıştır! Çünkü aynılar aynılara yönelirler, farklılar birbirine tutunamaz birbirinin içinden geçemez, birbirine işleyemezler. Farklı cinsten düşünce kipi ile farklı cinsten nesne türünde herhangi birinde kip değişimi olmadan birbirine katılamazlar. Bunu en basit olarak matematik işlemlerde görürüz. Parantez içindeki sayılar ile parantez dışındakileri toplamak için, her iki kipi bir kipe indirgemeliyiz ya parantez içindekini parantez dışına çıkararak ya da tersini yaparak. Herakleitos denince ilk aklımıza gelen bu, “Her şey akıştadır, bir nehirde iki kez yıkanılmaz.” yargısı, bu çocuksu yargı, salt varoluşçu, post modern ya da popüler felsefenin Popper ve benzerlerinde yansıyan yargısı değildir. Bu yargı, Hegel’den önce ve sonra üretilmiş olan nerede ise bütün düşünce tarihinde ve hemen aynı dönemin bütün filozofları tarafından yinelenmiş, ama yenilenmemiş bir yargıdır. Hangi filozofun hangi felsefe tarihi kitabını açarsanız açın, (Hegel’inki hariç) Herakleitos’u bu düşünce ve yargı ile kaynamış ve belirlenmiş olarak göreceksiniz. Çoğu zaman bu fragmanın ve düşüncenin üzerinde yapılan sivriltmeler –“Değişmeyen tek şey vardır o da değişimdir.” gibi- Herakleitos’un düşüncesinin tam karşıtına dönüştürüldükten sonra Herakleitos düşüncesinin tepe noktası olarak öne sürülür. YANLIŞIN NEDENİ. Oysa, ‘akış’ kavramı hareketi gösterir ve Öz’e değil Kip’e ilişkindir. Hatta kip için bile ilinektir, salt hareketsizliğin- durağan kipin karşıtıdır. ‘Hareket’ ve ‘durağan’ kavramları zamansal ve uzamsaldır. Zaman ve uzam kavramları ise olgu değildirler, olgu olarak yokturlar, salt olgununun anlaşılması için insanın uyduruğu-ama uyduruk olmayan ve eğer uydurulmasa varlıkların ve olguların birbirinden ayrı düşünülemeyeceği, bu yüzden anlaşılamayacağı için Us’un üretmek zorunda olduğu soyut birer ‘akıl kavramlarıdır’. Gerçekte soyut olmayıp bizim tarafımızdan soyutlanmış bir kavram değil, kendinde ve gerçekte de ‘soyut’ bir kavramdır. Gerçek olan nedir? Bir kez daha yinelersek Platon’un adının geçtiği yerde nasıl doğru olarak idealar konusu anımsanırsa, Herakleitos’un adının geçtiği yerde de ‘logos’ ve ‘loji’ hatta ‘kozmos’ kavramı anımsanırsa, Herakleitos’un düşünce sistemi ve büyük keşfi ile doğru bir ilişki kurulmuştur diyebiliriz. Herakleitos ile düşüncesi arasındaki bu bağı bir an bile unutarak, “her şeyin akışta olduğu” düşüncesine sarılmak ve bu düşünceyi tek başına gerçekmiş gibi değerlendirmek Herakleitos’taki kurgulluktan, karşıtların birlik içinde, birliğin karşıtlıklar içinde olduğu düşüncesinden, kurgul düşünceden nefret edenlerin işini kolaylaştırmayı sağlayan bir çarpıtma gibi görülebilir ama bu tutum Herakleitos’u, Herakleitos olmaktan da çıkarır. Akış ve hareket kavramlarının cilalı görüntüsü altında daha gri görünen Lagos’un ‘kurgul sistemi’ silikleştirilir ve tözsel ve özsel olma karakterini kaybeder. Herakleitos’un değişim düşüncesi Parmenides’in, ‘değişim yoktur’ düşüncesine tepki olarak ortaya çıktığı görüşü Herakleitos’un düşüncesini bir bütün olarak kavrayamamış olmaktan doğan ve böylece Herakleitos’u, ‘karşıtlıklardan’ birinin filozofu olarak tanımlayan dar ve yüzeysel bir görüştür. Herakleitos bir karşıtlık filozofu olmaktan o kadar uzaktır ki, karşıtların her ikisini de zorunlu oluş kabul eder, onların, Bir’e evirilerek ve Bir’in oluşu-ile ortadan kalkmalarının ve kurgul varlığı ya da varlığın kurgullugunu kurmalarının yolunu ve yöntemini de gösterir. İşte fragman 83. “Değişimde dinginlik vardır.” ‘Her şeyin akışta olduğu’ düşüncesi tek başına alındığında, hareketin ve değişimin dışında onu bağlayan, ona düzen veren bir etker nedenin yokluğu var sayıldığında; akış ve hareket, düzenden yoksun, kaotik, keyfi ve tümelsiz yani temelsiz olacaktır. Lagos’tan, evrenselden yoksun, akıştaki tekil varlıklar olarak, gerçekte olmayan şeyler olan ve yalnızca var kabul edilen şeyler; boş sanıların yok varlıkları. OLUŞ Herakleitos’ta zemindeki kavram, hareket ve akış değil, OL’uştur. Başı boş bir hareket değil, şeylerin oluşu ve yok oluşu için, (Buradaki için aynı zamanda içinde olmayı da ifade eder) hareket. Oluşta, olmakta olan ya da yok olmakta olan bir şey vardır. Bir şey, başka bir şey olmadığı için, kendinde kendi belirlenimi olduğu için oluş, bu belli olanın oluşu olacaktır ya da belli oluşun yok oluşu olacaktır. Oluşta ya da yok oluşta belirli oluş, belirsiz oluşu olumsuzlar, öyle ise kendine özgüdür, kendine özgü ise kendine ait bir düzeni ve doğası var demektir. Öyle ise bütün akış bir düzen içinde olup-biten bir oluş ve yok oluşun akışıdır, boşluğun boşlukta hareketi değil. OLUŞTA VAR OLANIN VE YOK OLANIN İKİ KATMANLI SÜRECİ. Her şey kendinden ve kendi türünden doğar. Doğan, doğuranda bulunmalıdır. Tersi durumda yoktan var olurdu ki, bu saçmadır. Her bir süreçte fiilen var olan bir şeyden doğan -ortaya çıkan- fiilen var olanda potansiyel-kendinde varlık kipindedir. (Bu varlık kipi görgül değil düşünseldir.) Çünkü olacak olan, bir şeyden olacaktır ama olmadığı için olacaktır, ancak olacak olan o şeyde olmasa idi doğması-ortaya çıkması ya da edimsel olması olanaksızdı. Öyle ise her oluş, fiilen var olanın olumsuzlanmasından, yok olmasından ve fiilen var olmayıp kendinde olanın edimselleşmesinden başka bir şey değildir. Oluştan sonraki oluş gene kendindenin edimselleşmesidir, ondan olacak oluş da ve ondan sonraki oluş da…..bütün süreçlerde onto böyle edimselleşir ve onto-loji olur. Ya da varlığın edimsel hale gelişi, olgusallaşması bu süreci izler. İki katlı süreç; bir süreçte iki oluş. Bir yandan yok olan, bir yandan varlığa gelen. Var olan yok olandan çıkıyor, yok olan var olanı var ederken kendisi var ettiği tarafından yok ediliyor.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|