|
|
DAVALAR -I-Kategori: Makale | 1 Yorum | Yazan: Gündoğdu Gencer | 15 Ağustos 2013 10:59:56 "Kalsın benim davam, divana kalsın" - Pir Sultan Abdal - Yıl 1849. Amerika’nın California eyâletinde “Altına Hücum” döneminde düzene uymayan madencileri yargılamak (ve asmak) için “özel yetkili” mahkemeler kuruluyor. Bu seyyar mahkemelerin yargıçları baktıkları (ve mahkûm ettikleri) kişilerin sayısına göre maaş alıyorlar. Bazı yerlerde ise kestikleri para cezaları “yasal olarak” yargıcın cebine gidiyor.
Bu yargıçlar ellerinden geldiğince fazla davaya bakmak ve ceza vermek için hop oraya hop buraya koşuşturuyorlar. Bu hoplama zıplama nedeniyle bu mahkemelere “Kanguru Mahkemeleri” adı veriliyor. O gün bu gündür Kanguru Mahkemesi deyimi hiçbir hukuk kuralı tanımayan, sanıklar hakkında suçlu kararı daha dava başlamadan verilmiş olan, adaletle uzaktan yakından ilgisi olmayan sözde mahkemelere verilen ad olmuş. Kanguru adına karşın, bu deyimin Avustralya ile ilgisi yok. 1967 yılında ABD Yargıtayı bir davayla ilgili olarak şunları belirtip verilen bir hükmü iptal ediyor: “polis görevini kötüye kullanıp, zanlıları yakalar, suçu itiraf ettirinceye kadar döver, eziyet ederse polisin zanlıların anayasal haklarını ihlâl ettiğinden kuşku duyulmaz. Sanıkların kanguru mahkemeleri tarafından değil, hukuğa uygun işleyen mahkemeler tarafından yargılanma hakkı vardır”. Kanguru Mahkemeleri yalnızca ABD’de değildi elbette. Yıl 1934. Sovyet ekonomisi çöküşe geçmiş. 17. Komünist Parti Kongresinde Sergei Kirov Stalin’i eleştiriyor ve delegelerin dörtte bir oyunu alıyor. Aradan bir yıl geçmeden halkın çok sevdiği popüler bir lider olan Kirov bir cinayete kurban gidiyor. Kimse bundan Stalin’i suçlayamadığı gibi Stalin bunu kullanarak rakiplerini temizlemeye başlıyor. Cinayetten hemen sonra gizli polis 100 “komplocu”yu derdest edip idam ediyor. Binlerce teknisyen, öğretmen ve memur “terörist merkezler”e üye olmakla suçlanıp öldürülüyor, hapse atılıyor veya Sibirya’ya sürülüyor. 3000’den fazla polis ajanı ve tüm subay kadrosunun üçte biri idam ediliyor. Yıl 1936. Sovyetler Birliğinin başında halâ Stalin var. Gürcü asıllı, annesi hizmetçi, babası saraç, ve asıl adı Ioseb Besarionis dze Jughashvili olan Ioseb Stalin o yıl 58 yaşındayken yeni bir anayasa çıkarıyor. ABD Anayasasının federal hükûmetin ve eyâletlerin hiç kimseyi hukuğa aykırı olarak yaşamından, özgürlüğünden ve malından mahrum edemeyeceğini belirten 5 ve 14 numaralı değişikliklerinden esinleniyor. Stalin’in yeni anayasası “Sovyet vatandaşlarının keyfî olarak tutuklanamayacağını ve ancak bağımsız bir yargıç tarafından halka açık bir mahkemede hukuğa uygun olarak yargılanabileceğini ve savunma hakkı olduğunu” belirtiyor. Ünlü Rus şairi Anna Akhmatova o günlerde 47 yaşında ve şöyle yazıyor: "Çökmüş çehreler, inmiş göz kapaklarının altında dehşet, yanaklarında acı görüyorum”. Aynı yıl ünlü Fransız yazar André Gide Sovyetleri ziyaret ediyor ve “bence bugün Hitler’in Almanya’sı dahil hiçbir ülkede insan ruhu bu denli ezik, bu denli ürkek ve bu denli boynu eğik değildir” Tuğgeneral S. P. Kolosov “Ağzımı açmaya korkuyorum. Ne söylersen yanlış oluyor ve halk düşmanı ilân ediliyorsun. Korkaklık yaygın ve baskın” diyor. Bunlar Stalin’in o güzel anayasası döneminde söylenenler. Stalin bu tutarsızlığı görüyor ve sistemi anayasaya uydurmak yerine anayasayı yaptıklarına uyduruyor. Adalet sistemini “sadeleştirmek” adına savunma hakkını ortadan kaldırıyor, mahkemeleri hızlandırıyor, gizli duruşmalara izin verip temyiz hakkını sınırlıyor. İdam cezası yüzlerce suç için ve 13 yaşındaki çocuklar için bile geçerli oluyor. Tutuklamalar genellikle gece sabaha karşı yapılıyor ve insanlar neyle suçlandıkları belirtilmeden uzun süre tutuklu kalıyor. İnsanlar yaptıklarına göre değil, kim olduklarına göre cezalandırılıyorlar. Bir tarihçi “herkes kendisini kolluyor. Yalan, ikiyüzlülük ve arkadaşlara ihanet hapse girmemek için ödenen küçük bedeller oluyor. Kendi üzerinizdeki şüpheleri yok etmek için başkalarına iftira atıyorsunuz” diyor. 1937’de, Stalin tutukluların “suçlarını” itiraf etmeleri için işkenceyi yaygınlaştırıyor ve NKVD’ye (gizli polise) “dövün, dövün, tekrar tekrar dövün” emrini veriyor. Hayatta kalıp NKVD zindanlarını anlatabilenler hücrelerde pencere olmadığını, güçlü bir lambanın gece gündüz kapatılmadığını, uykusuz ve bitkin tutukluların bazen aralıksız günlerce, haftalarca sorgulandıklarını anlatıyorlar. 1934’te Stalin tutuklu ailesinin tutuklunun kendisi kadar suçlu olduğunu ve 12 yaşından büyük çocukların babalarının suçları nedeniyle idam edilebileceklerini belirten bir kararname yayınlıyor.Bazıları aile fertleri tehdit edildiği için, bazıları itiraf ederlerse ucuz kurtuluruz diye, çoğu da dayak ve işkence sonucu, neyle suçlandıklarını bile bilmeden “suçlarını” itiraf ediyorlar. İdam edileceklerini bile bile, bu zindanlarda çürümektense ölürüm daha iyi diyerek bilmedikleri suçlarını itiraf ediyorlar. 1936 ile 1938 arasında Stalin üç “gösteri yargılaması” (“show trial”) düzenleyip kendisine rakip gördüğü parti görevlilerini yargılatıyor. 1938’deki son gösteride savcı Andrei Vyshinsky sanıkları “leş kokan insan çöplüğü” olarak tanımlıyor ve “pis itler gibi kurşuna dizilmeleri”ni talep ediyor. Yargıç 50 sanığın hepsini suçlu buluyor ve hepsi kurşuna diziliyor. Bu mahkemeler yalnızca üst düzey parti görevlilerine değil, aydınlara, zengin köylülere ve profesyonellere de uzanıyor. “Beşinci kol” (casusluk) suçlamasıyla gerçekte var olmayan bir “Polonya Askerî Örgütü”ne üye olmakla suçlanan binlerce Polonya asıllı Sovyet vatandaşı idam ediliyor ya da “gulag”lara (çalışma kampları) gönderiliyor, açlıktan ve hastalıktan ölüme terkediliyor. Bazen de insanları topluca hava geçirmez bir kamyona doldurup gazlamak gibi (Hitler’den once) yöntemler kullanılıyor. Yüzbinlerce vatandaş casusluk, çapulculuk, sabotaj, devlete muhalif olma, isyan ve darbe hazırlığı içinde olma gibi suçlardan mahkûm edilip yok ediliyor. Bu dönem Rus tarihinde NKVD’nin başı Nikolai Yezhov’un adıyla Yezhovshchina (Yezhov rejimi) olarak anılıyor. Ve tarihçiler Stalin’in gerçekten doğuştan ve sonradan olan bedensel sakatlıklarının da payı olan paranoyadan muzdarip olduğunu ileri sürüyorlar. Ve yüzbinlerin, hattâ milyonların yok edilmesinin asıl amacının halkı terrörize edip susturmak, pasifize edip diktasını korumak olduğunu ve Stalin’in de bunu büyük ölçüde başardığını belirtiyorlar. Bir sonraki yazımda bir başka “gösteri yargılaması”ndan, Hitler dönemindekilerden söz edeceğim. Yazının devamı... - Bölüm 2
YorumlarMunevver Gencer
{ 15 Ağustos 2013 12:57:04 }
Yazinizi cok sevdim! Turkiyenin gundemindeki davalari iyi yansitmis.tesekkurler
Diğer Sayfalar: 1.
|
| Tüm Yazarlar |
|