|
Dağın başında tüter bir tütünKategori: Hizan Köy Masalları | 6 Yorum | Yazan: Deniz Günal | 21 Kasım 2008 07:59:46 Ayşe'nin, İbrahim'in, Ömer'in, Hüseyin, Hasan ve Elif'in babası Ali amcanın, son yolculuğunun tanıklığı olan bir küçük öykü. Ağılözü'nden, uzaklardaki, karlarla kaplı dağlardan bir elem damlası, hayatlarımızdan oluşan büyük okyanusa....
Çamlığın başında tüter bir tütün; Acı görmiyenin yüreği bütün Ziya'nın atını pazara tutun Gelen geçen Ziyam ölmüş desinler. At üstünde guşlar gibi dönen yar, Kendi gidip ehbabları yanan yar. Ali amca. Bir yıl önce ameliyat oldu, kanser tanısı konmuştu. İyi olmuş gibiydi. Gündüzleri dışarda görüyordum. Beni görünce kızgınlıkla gülümserdi. Aramızda tatlı bir kızgınlık vardı. Ayşe’yi okutsun diye çok dil dökmüş, yakasını bırakmamış, hatta tehdit bile etmiş, bezdirmiştim adamcağızı. Ama ikna edememiştim. Biliyorum, beni severdi. Şubat tatili dönüşü hiç görmedim dışarda. Ali amca artık hiç dışarı çıkmıyor muydu? Bir gidip bakayım dedim. Biraz takılırım, azcık kızdırırım diye evlerine yollandım akşam üzeri. Güneşin batmasına yakındı. Çatılarının altında, ortada yere gömülmüş koca bir tandır, isli duvarlar, isli tavan, bir yanda kapısı perdeden bir tuvalet, diğer yanda yaşam alanlarına açılan alçak bir kapı. Çaldım kapıyı. Keremkeee......... İçeri girdim. Odanın girişinde kadınlar oturmuş. İlerde duvar dibinde bir yatak, içine gömülmüş Ali amca, başında kardeşi Salih dayı, çevresinde köyün bütün erkekleri. İmam Ahmet de, Ali amcanın başında oturuyor, sanki hazırolda bekliyor. İlaç kokusu, hasta kokusu teslim almış odayı. Ali amca sesimi duyunca dönüp bana baktı. Doğrulmak istedi ama konuşamıyordu bile. Gözleriyle konuştu benimle, nerdesin, niye gelmedin bu vakte kadar dedi. Oturdum başucuna, kel başına dokundum, okşadım biraz. Arkamda biri usul usul hıçkırıyordu, döndüm baktım, öğrecim İbrahim, gözlerinden yaşlar iniyor. Bütün köy bu küçücük odaya sıkışmış bir feryattı sanki. Nasılsın Ali amca demeye dilim varmadı. Bir elini avuçlarıma aldım. Gözlerini teşekkür eder gibi açıp kapattı. Çok hasta ama hastanaye gitmeye razı edemiyoruz, hoce. Neyi var? Bacaklarını açtılar, beyaz bir bezle sarılmış kat kat. Bezlerin içinde ne varsa dışarı sızmış, sarartmış. Ayakucuna geçip yavaş yavaş açtım; bezlerin arasında çay posası vardı. Bacakları çok üşüyormuş, demlikten alıp bacaklarını sarmışlar. Biraz havlu, biraz da ılık su isteyip, iyice sildim bacaklarını. Köyün sürücüsü de ordaydı, git arabayı getir dedim. Hepsi şaşkın bana bakıyordu. E duymadın mı, hadi kalk arabanı getir. Hocam, sabahtan beri razı edemiyoruz, gitmiyor. Dayanamadım. Bağırdım. Git şu arabanı getir. Razı gelmese de gidecek. Ali amca sanki yalvaran gözlerle bakıyor, beni götürme bu gece vakti, bırak huzur içinde öleyim yatağımda, diyordu. Çoraplarını giydirdik karısıyla. Tek kelime Türkçe bilmez ama mırıltıları arasında Allah razı olsun dediğini anlıyordum. Yeşil kartını, yedek pijamalarını, havlu ve iç çamaşırlarını istedim. Büyük kızı hemen hazırladı. Araba gelmişti. Biraz sıkıca tutsam, kırılacak kadar incelmişti bacakları, kolları. Sırtlarına almayı denediler, ama çok acı çekiyordu. İniltiler içinde yatağına geri bıraktık. Battaniye serdik yanına, yavaşça alıp battaniyenin üstüne koyduk. Bir ucundan ben tuttum, diğer ucundan imam, çıkarttık dışarı. O arada Ayşe’yle göz göze geldim. Çektiği acı babasınınkinden kat kat fazlaydı, gamzelerine doğru yaşlar süzülüyordu. Kendimi zor tuttum, ağlamamalıydım. Dışarıda adam boyu kar vardı. Araba uzak değildi, benim damımın yanından geçen yoldaydı. Ama oraya çok dik bir yamaçtan inmemiz gerekiyordu. Hasta adamla birlikte kayıp düşmemek için ayakkabılarımı çıkarttım. Salih amca koştu hemen, ayakkabını giy hoca diye. Sanki kazayla çıkmış gibi davrandım. Olsun acelesi yok, böyle daha rahatmış, çoraplarım kalın zaten. Zorlanarak köyümüzün eski minibüsüne bindirdik Ali amcayı, hemen ikinci sıradaki koltuğa yatırdık, başını karısının dizlerinin üzerine koyduk. Arabanın içi de dışarısı kadar soğuktu, üzerine iki yorgan bir battaniye örttük. Salih amca da bindi arabaya, sokuldum yanına. Paranız var mı Salih amca, destek olayım mı? Israr ettim, zorladım ama almadı. Çocuklar gözlerinde yaşlar evlerine döndüler. Ben de evime inmeden önce damdan, karşıdaki beyaz dağlara, donmuş gibi kıpırtısız duran kurşuni göğe baktım uzun uzun. Ne kadar çaresizdik. Uyuyamadım. İmam Ahmet’le oturup neler olabileceğini konuştuk. Dışarda bir baykuş ötüyordu. Çocuktum, dedem ölmeden önce de böyle bir baykuş ötüp durmuştu. Bu bilge kuşlar hissediyor belki de insanların son dakikalarını. İki saat geçmişti, telefon çaldı. Şirin’di arayan. Hoce, ilçedeki hastane bir şey yapmadı, Van’a gidecekmişiz. Şimdi yola çıkıyoruz. İçimizdeki korku bir kat daha arttı. Van’a varmaları, doktorun duruma el koyması gece yarısını buldu. Ahmet’le yatıp uyuyamadık bir türlü. Baykuşu duymaya başlamıştık yine. Belli ki o da insanların kederleriyle, buz tutmuş kara gökyüzü arasında sıkışmıştı. Kendi dilinde yüreğini ağıyordu köyün üstüne. Bizse konuşuyorduk. Yüreğimizle değil, aklımızla. Ali amcanın çilesinin bitmesini istemiyorduk. Hemen, o gece değil. Ufalmış, erimiş de olsa yüzü, bedeni... O hala çocuklarının, karısının dayanağıydı. Çok sürmedi, Şirin acı haberi verdi. Ne yapacağımızı bilemedik. Ali amcanın evi bizimkinin hemen arkasında. Onların penceresinden bizim dama bakılır. Gidip de kara haberi vermeyi içimize sindiremedik. Sabaha kadar oturduk. Gün doğarken Ahmet sabah namazı için camiye gitti. Sela okudu. Ali Çelik, Hakkın rahmetine kavuştu, dedi. Bir anda Ali amcanın evinden çığlıklar yükseldi. Gece, baykuşun üzerinde öttüğü, ölümle yaşam arasındaki o elem dolu incecik yol yırtılmış, Ali amcanın karısının, kızlarının yüreği parçalanmıştı. Çığlıkları, feryada, feryatları ağıda dönüştü. Ölüm geceden kara ölüm. Yanlarına gidecek gücü, onları teselli edecek sözleri bulamadım. Diğer köyün dolmuşu geldi. Köyün erkekleri, İmam Ahmet’le ilçeye indiler. İstanbul’daki iki oğlu, Mersin’den kardeşleri gelmiş. Diğer köylerden de gelen olmuş. Akşam üzeri döndüler. Ali amcayı, Hizan’da evliyaların yattığına inanılan Gayda mezarlığına gömmüşler.
Yorumlarerol kaya
{ 28 Nisan 2009 19:21:25 }
slm herkeze
ozlem cali fernandez silva
{ 24 Kasım 2008 13:11:07 }
insanin icine isleyen bir hikaye..olaganustu anlatis tarzi..tebrikler...
fatma
{ 23 Kasım 2008 20:23:00 }
Sevgili Edip,
Kar doldu yüreğime ağlayamıyorum. Ali Amca''ya allah rahmet eylesin! Ailesine baş sağlığı . Sana da hayırlı teskereler diliyorum. Sevgiler... ARZU AYRADİNOĞLU
{ 23 Kasım 2008 17:33:18 }
merve yavuz
{ 23 Kasım 2008 15:44:59 }
teşekkürler edip bizlere oraları uzaklarda neler yaşandığını acısı ile tatlısı ile yaşattığın için ve bir kere daha bir kere daha allaha binlerce hamdolsun.ali amcaya allahtan rahmet ailesine sabır diliyorum.ne güzel ayşede okuyor artık.okuyup ta köyüne doktor olması dileğimdir ki birazda olsa köydeki insanların yaralarına merhem olsun.herşey gönlün gibi güzel olsun edip'ler hiç eksilmesin dileğimle.askerliğini de en hayırlı şekilde bitirmen ve aramıza dönmen arzumuzdur.hoşcakal
Edip CEYHAN
{ 21 Kasım 2008 14:09:25 }
Ali Amca gerçek dünyada şimdi, her hafta sonu mezarının yanından geçerken onun için dua ediyorum. Kızı ayşe ise babası çldükten sonra ortaokula başladı, "her şer bir hayrı yanında getirirmiş" bende böyle inanıyorum.
Diğer Sayfalar: 1. Kaleminin mürekkebi hiç kurumasın annecim.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|