A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Kitap Seçerken Kapağına Bakıp da Karar Vermeyin

Kategori Kategori: Kültür/Sanat | Yorumlar 1 Yorum | Yazar Yazan: Saba Öymen | 13 Kasım 2008 13:50:31

Saçlarına kır düşmüş kumral çekingen duruşlu bir kadındı karşımdaki. Gözlüğünü düzeltirken yarı bana yarı kendine söyler gibi "İçimde kelebekler uçuyor sanki," dedi. "Uzun zamandır bu denli heyecanlanmamıştım. Gelin isterseniz şu masaya oturalım."

Semtimizdeki kütüphanenin bir süre önce başlatıp ayda bir gün olarak uygulamaya koyduğu Yaşayan Kitaplar programındaydım. Bu programda, yaşadıklarını başkalarıyla paylaşmak isteyen, başkalarını ilgilendirecek hikayeleri olduğuna inanan kişiler (kütüphanenin seçimiyle) Yaşayan Kitap olmayı üstleniyorlar. Okuyucu(!) bu kişileri kırk beş dakikalığına ödünç alıyor, anlattıklarını dinleyip sorular soruyor.

Kır saçlı kadının ardından yürüyüp kütüphanenin Yaşayan Kitaplar programı için ayrılan salonuna girdim. Salondaki altı masa, oturup konuşacak kişilerin birbirinden rahatsız olmaması için oldukça aralıklı olarak yerleştirilmişti. Her masanın yanında karşılıklı iki sandalye vardı. Öbür masalardan yalnızca biri doluydu. Birkaç kişi salonun girişindeki panoda, o gün ödünç alınabilecek olan Yaşayan Kitapların konularını okuyordu.
 
Daha önceden Yaşayan Kitapların listesini içeren bir broşür edinmiştim. Broşürdeki  başlıklar şunlardı:
* Sıfırdan 12,000 kilometreye – Somali, Bosna, Doğu Timor, Afganistan ve Irak’ta görev yapmış Avustralya Kraliyet Hava Kuvvetleri pilotu
* 1953’den Bir Gelin – 1953 yılında evlenip bu semte yerleşmiş ve bir daha ayrılmamış, üç cocuk yetiştirmiş, bölgedeki yardım kuruluşlarında gönüllü olarak çalışmış bir ev kadını
* Görücü Usulü Evlilik – Gelecekteki kocasını tanımadan Hindistan’dan Avustralya’ya, Avustralya’da yaşayan Hintli bir aileye gelin gelen kadın
* Bahai Olmak – Müslüman bir toplumda Bahai olarak yaşadığı deneyimi anlatan bir kişi
*Savaş Mültecisi Olmak  - Savaş sırasında Bosna’dan Avustralya’ya göçen bir kadın
*Orta Yaşta Yol Değiştirmek – Kırk beş yaşından sonra üniversiteye başlayan ve meslek değiştiren bir kişi
*Yaşamın Güçlüklerini Vermeyi ve Sevgiyi Öğrenerek Yenmek
*Depresyonu Yenmek
*Ait Olma Duygusu – Aborijini olduğunu yirmili yaşlarında keşfeden bir kadının kimliğini bulma öyküsü
 
Başlıklardan Savaş Mültecisi Olmak’ı seçmiştim ve şimdi, bana yaşadıklarını anlatacak orta yaşlı hüzünlü gülümseyişli kadınla karşı karşıya oturuyordum.

 
Vesna’nın hikayesi
 
Sığınaktan çıktılar. Ortalık sessizdi. Bombalanmış binaların arasında yürürken Milla’nın elini sıkı sıkı tutmuştu. Yumuşacıktı Milla’nın eli, parmakları incecikti. Birkaç gün önce on ikisine basmıştı. On iki yılın değil, savaşın gözlerine yüklediği derinliği görürdü Vesna kızına baktığında. Elleri... Elleriyse bir çocuktu hala... Küçük güvenen bir çocuk... Bırakırdı annesinin avucuna... Kıpırtısız... Vesna doyamazdı avucunda duyumsamaya o sıcak küçük elleri...
 
Sadık’ın nerede olduğunu bilmiyordu. Sığınağa gitmeden önce telefon etmeyi denemiş ulaşamamıştı. Sabah evden çıkarken tiyatroya uğrayacağını söylemişti.
Tiyatro... Yıllardır yaşamlarını üzerine kurdukları dünya... Sadık her şeyin yok olup gitmesine kendini bir türlü alıştıramıyor, kabullenemiyordu. Sessiz durgun biri olup çıkmıştı. Vesna ikisi için de güçlü olmaya çalışıyordu... Bir de Milla için.
 
Milla’ya güvenli barış içinde bir gelecek düşlüyordu Vesna. Orada burada patlayan bombalardan, ansızın karşılarına çıkıverecek askerlerden, silahlardan korkuyordu, çok korkuyordu. 
 
Konuşmadan ürkek yürüdüler uzun soğuk sokaklarda. Miljacka nehri her zamanki gibi kahverengi akıyordu. Kenarındaki çimenleri örten kar yeryüzünün bütün kirlerini emmiş gibiydi.
 
Camları kırık gri büyük kapıyı itip önce kendi girdi buz gibi apartman girişine, hala elinden tuttuğu Milla’yı soktu sonra. Boz renkli mozaik basamakları tırmanıp ikinci kata geldiler. Anahtarını buldu çantasında, kapıyı açtı. Ev soğuktu... Çok soğuktu. Kar yüklü göğün kirli aydınlığı dolmuştu salona. Gene de evleriydi... Kapıyı kapatıp sırtını yasladı, bir anlık rahatlamayla Milla’nın yanağını oksadı. 
 
Sadık’ı merak ediyordu.
 
Milla annesine baktı. “Çok acıktım anne. Ne yiyeceğiz bu akşam?”
 
Açlık... Ölüm tehlikesi geçtiği anda umutsuzlukla duyumsanan o his... Bir sıcak çorbaya, biraz ekmeğe duyulan özlem...
 
 
Sanırdımki, savaş demek ölüm demek diye düşündü. Evet, neredeyse ölümle eş anlamlıydı savaş. Can kaygısıydı. Ansızın açılan ateşti. Pusuda bekleyen silahtı. Bombaydı... Peki ya bunları bile unutturan iki şey?  Açlık ve soğuk? Yaşarken en büyük işkenceydi açlık ve soğuk.
 
 
 
Sadık Müslümandı. Vesna Hristiyan doğmuştu ama inanmıyordu artık. Ne kiliseden yardım alabiliyorlardı ne de Müslüman gruplarından. İki taraf da kendinden saymıyordu onları.
 
Dışarıda rüzgar kızgınlığını çıplak ağaç dallarından çıkarıyordu. Çamur kaskatıydı kaldırım kenarlarında.
 
 
Sahneledikleri oyunların afişlerinden hazırlanmış posterler evin soğuk nemli duvarlarında göz alıyor, Vesna’ya eski mutlu günleri anımsatıyordu. 
 
Isınmak için bir şey yemeliydiler. Vesna mutfağa gitti, çok az kalmış olan pirinçten döktü bir kaba; pilav yapmaya girişti. Tam o anda kapıda anahtarın sesini işitti , sonra da Sadık’ın sesini.
 
Vesna, Milla! İyi misiniz?

                                                            *

Ne kadarı Vesna’nın sözcüklerindeydi bu öykünün, ne kadarını ben hayal ettim bilmiyorum. Hiç görmediğim bir kent gözlerimin önüne geldi belli belirsiz bir düş gibi. Saraybosna’nın savaşın yıprattığı soğuk sokakları, yıkık gri binaları, yorgun ve umutsuz yüzlü insanları, hüzünlü gözlü çocukları...
                                                          
Daha pek çok şey anlattı Vesna. Bir savaş öyküsü olarak başlayan hikayesi bir aşk öyküsüne dönüştü...  Savaş, birlikte yaşadığımız güçlükler kocamla aramızda yeni bir bağ oluşturdu... Birbirimize yeniden aşık olduk diyebilirim. 
 
Bir iç dökme öyküsüne dönüştü... Avustralya’ya yeni geldiğimizde süpermarketlerdeki yiyeceklerin, içeceklerin bolluğuna şaşkınlıkla bakardım. Giyim kuşam, güzel ve pahalı giysilere sahip olmak hiç önemli değildi benim için ama yiyecek başkaydı... Savaş yıllarının yoksunluğu açgözlü yaptı beni. Hep gereğinden fazla yiyecek alıyorum. Güzel şeyler yemeye doyamıyorum. Kızımı, hiç bir şeyden yoksun kalmaması için belki de gereğinden fazla pastayla çikolatayla besledim.
 
Çocuğunu seven gururlu bir annenin öyküsüne dönüştü... Şimdi o günler de uzakta kaldı. Kızım şimdi yirmi altı yaşında, üniversiteyi bitirdi. Güçlü ve iyi bir genç kadın oldu.
 

Yaşayan Kitaplar nasıl başladı
 
Beş Danimarkalı genç, arkadaşlarından birinin uğradığı bıçaklı saldırıdan etkilenerek 1993 yılında Stop The Violence adlı gençlik grubunu kurdular.  Amaçları toplumda süregiden şiddet olaylarının farkında olunmasını sağlamak, Danimarka gençliğini bu konuda eğitmek ve şiddete karşı eyleme geçirmekti. Birkaç yıl içinde otuz bin kişilik bir üye grubu oluştu. Kuzey Avrupa’nın en büyük kültür ve sanat festivallerinden biri olan Roskilde Festivali, 2000 yılı festival etkinlikleri arasında Stop The Violence grubuna yer vermek isteyince Yaşayan Kitaplar (Danimarka’da kullanılan adıyla Canlı Kütüphane) doğdu. Danimarka’yı Macaristan ve Norveç izledi. Sonraki yıllarda Canlı Kütüphane Avrupa’nın çeşitli kültür ve sanat festivalleri kapsamında yer almayı sürdürdü. Avustralya ise, programa halk kütüphanelerinde yer vererek sürekli bir Canlı Kütüphane başlatan ilk ülke oldu. Bugün, Canlı Kütüphane Portekiz, İtalya, İsviçre, Avusturya, Belçika, Finlandiya, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada gibi bir çok ülkede etkinliğini sürdürüyor.
 
Yaşayan Kitaplar’ın amacı kişisel ilişkiyi yöntem olarak kullanarak toplumun değişik kesimlerinden gelen, degişik deneyimler yaşamış kişiler arasında iletişimi sağlamak ve    böylece önyargıları azaltıp klişeleri yok etmek, ırkçılığı önlemek. Bu yüzden yaşayan kitapların, toplumun en fazla önyargı altında olan kesimlerinden seçilmesi çok yaygın.

İkinci seçim grubu sıra dışı şeyler yaşamış olanlar. Aborijini olduğunu yirmili yaşlarında keşfeden kadın gibi ya da savaştan kaçıp Avustralya’ya sığınmış olan Vesna gibi. Yaşayan kitap seçimi için kendiliğinden oluşan bu sınırın bir süre sonra gene kendiliğinden yok olacağını, sıradan insanların da yaşayan kitap olacaklarını düşünüyorum ben. İnsan olmanın özünde kendini ve birbirini anlamak var. Bir yaşayan kitabın yalnızca sıra dışı bölümleri değil aslında ilgilendiğimiz. Tam tersine sıradan olan, kendi yaşamımızdan kesitler içeren, kimi zaman yaşadıklarımıza benzer kimi zaman farklı yol ayrımları sunan bölümler aynı ölçüde ilgiyle okunacaktır, dinlenecektir. Son yıllarda en çok satan kitapların biyografi ya da anı türünden kitaplar oluşu da insanların birbirinin yaşamıyla ne denli ilgili olduğunu göstermiyor mu? Evet bunlar ünlülere ait biyografi ya da anı kitapları ama sıradan insanların yaşayabileceği türden ayrıntılar içeren bölümler belki de en fazla ilgiyle okunanlar.
 
Öte yandan yalnızca başkalarının yaşadıklarını bilmek istemiyoruz, kendi yaşadıklarımızı da başkalarıyla paylaşmaya istekliyiz. Başkalarını okumak, anlamak kadar okunmak, anlaşılmak da istiyoruz. Yazmak, anlatmak, paylaşmak yaşadıklarımıza farklı bir açıdan bakmamızı sağlıyor, geçmişin ya da şimdiki zamanın çözüme kavuşmamış olaylarını yeniden değerlendirebilmemizi, anlamlandırabilmemizi, “niçin” sorusunu bir ölçüde yanıtlayabilmemizi sağlıyor. Okuyucu sayısının değişmemesine karşın yayınlanan kitap sayısında büyük artış oluşunu internet yayıncılığı gibi bazı etkenlerle açıklayabilirsek de gitgide artan bir kendini ifade etme isteğini görmemek olası değil. Geçenlerde bir gazetenin edebiyat ekinde gördüğüm bir yazının başlığı bu olguyu çok güzel özetliyordu: You’re an author? Me too!


Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 10 / 1 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar

mustafa { 30 Kasım 2008 09:33:31 }
Bir Çin atasözü; "konuşmayı nasıl olsa öğrenirsiniz, önemli olan dinlemeyi öğrenmektir." Bu sadece ahlaki bir uyarı değil, benliğimizde taşıdığımız bir zaafı dile getiriyor. Söylediklerimizin dinlenmesi ve ona değer verilmesi, başkasının gözünde önemli birisi olduğumuz hissini verir. İnsan kendi kendine sınırlar koyabilir; ama en zorlandığımız şey konuşmama sınırıdır. Konuşma sadece dışarı ses olarak saldığımız sözcükler değil, asıl olan iç gürültünün önüne nasıl geçileceğidir. İşte bu iç gürültü dinlemeyi nerdeyse olanaksız kılıyor. Deneyimlerime dayanarak söylüyorum iyi bir dinleyici bulmakta o denli güçlük çekiyorum ki. Bundan emenim çünkü ben de dinlemekte zorluklar çeken birisiyim. Bu nokta insanın iradesini çok zorlayan bir gerçektir. Birisi karşınızda konuşurken sizin kafanızda çağrışımlar canlanmaya başlar, anılarınız ayağa dikilir; konuşmacının söylediklerini içinizden değerlendirmeye, yargılamaya başlarsınız" İşte bu noktada dinleme diye bir şey olamıyor. Konuşmacının sözünü kesmeden sonuna kadar sessiz kalmak dinlemek değil, sadece uygarca bir saygı gösterisidir. Bana göre düşünce en yüksek eylem, sohbet ise en yüksek insan ilişkisidir. Ama bu sohbet denen sarhoş edici şarap nerde bulunur, nasıl içilir? Bunun hep arayışı içinde olduğumu itiraf ediyorum. Yaşam etkinliklerimizi birbirimize aktarabiliriz, tasarılarımızdan söz edebiliriz, anılarımıza dayalı özlemlerimizi dile getirebiliriz; ama bunun hiç biri insanın ruhuna dokunmaz; elbette karşılıklı konuşmalarımızda bunları da konu etmeliyiz; fakat bunun kimseye yetmediğini herkes kendi deneyiminden çıkarsayabilir diye düşünüyorum.   Her yetersizlik yeterlilik arayışını da doğurur. Etkinlik ve eylemlerimiz bizden bize haber verir. Bu haberi duyarsak yorum şansımızda olur.

"Kendi yaşadıklarımızı da başkalarıyla paylaşmaya istekliyiz. Başkalarını okumak, anlamak kadar okunmak. Anlaşılmak da istiyoruz." Buna yürekten katılıyorum.
İşte bu nokta birbirimiz için vazgeçilmez olduğumuzun kanıtıdır. İlişkili olmak zorundayız, ancak onun kalitesi bize bağlı; çaba, duyarlılık, açıkyüreklilik en önemlisi egosuzluk"gerekiyor, bunu becerene bütün gönüller açılır.

Diğer Sayfalar: 1.

 

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







İşçiyi Bırak Kutlasın
Erişim engeli sonrası X'te Ekrem İmamoğlu akımı
Papa Françesko yaşamını yitirdi.
Yunanistan Türk yatırımcıların adalara ilgisinden endişeli
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'den Avrupa'ya İmamoğlu ile dayanışma çağrısı

Hint - Pasifik'teki Güç Oyunları: Dörtlü İttifak ve Deniz Hakimiyeti İçin Mücadele
Suriye, Irak ve İran'daki PKK uzantıları ne olacak?
Hindistan-Pakistan Savaşı Senaryosu
Hindistan - Yeni Zelanda: Sessiz ama Kritik Bir Ortaklık
Gazze'de gıda stokları tükendi: Açlık krizi derinleşiyor

Trump: Çin'den ithal edilen mallara uygulanan gümrük vergisi oranı % 125'e çıkarılacak
Trump yeni gümrük vergisi tarifelerini açıkladı.
Avrupa’nın en az et yiyen ülkesi Türkiye: Fiyatlar 5 yılda % 1230 arttı!
Türkiye'de ekonomi bir kez daha belirsizlik döneminde
ABD-Çin hattında ticaret savaşı: “Soğuk Savaş’tan beri görülmemiş bir rekabet”

Avrupa gözünü ABD'li akademisyenlere dikti.
Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü

Osman Hamdi Bey’i bilmeyen varsa bile herhalde Kaplumbağa Terbiyecisi’ni bilmeyen yoktur ya “Mihrap” tablosu...
JAK İHMALYAN'DAN: “RESİM ANLAYIŞIM”
Jak İhmalyan sergisi İstanbul'da
MADELEİNE RİFFAUD, 1924-2024
KOLLEKTİF OYNAMALI KAZANMAK İÇİN

Yapay Zeka Felsefesi
Tutunarak kalmak mı? Bulanmadan donmadan akmak mı?
Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham

Dünyanın hareket halindeki en eski buzdağlarından biri yaban hayatı cenneti ile çarpışabilir
Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.

Çin, HDMI ve DisplayPort alternatifini piyasaya sürdü.
Telefonlar depremi 30 saniye önce bildirdi…
Çin'den gövde gösterisi: Yarı maratonda robotlar insanlarla yarıştı…
Çin'in 10 yıllık yüksek teknoloji planı nasıl işledi?
Devrimsel Bir Teknoloji: Kaykay Şasi

NASA'nın en kuvvetli teleskobu, evrendeki beklenmedik gelişmeyi ortaya koydu.
İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.

UNICEF raporunda Türkiye'deki çocuklar son sıralarda
AP'den Türkiye'ye sert mesaj: Kriterler müzakere edilemez
Af Örgütü: Türkiye'de yargıya müdahale derinleşti
"Türkiye'de gazeteciler baskı ve yıldırma ile karşı karşıya"
Uluslararası Şeffaflık Örgütü tarafından 2024 yılı yolsuzluk algı endeksi açıklandı!

İKİ DİRENİŞ
Bu sistemdeki bir kusur değil, sistemin kendisi
Post-truth dünyada adalet nedir?
1919-1922'de Bir Mayıs’lar, Gösteriler, Yürüyüşler
Türkiye halkı otokrasiye direniyor. Sessizlikten daha fazlasını hak ediyorlar.

ŞEHR-İ İSTANBUL
MECLİS PAKETİ
Bir Fırtına Tuttu Beni
MAGNA CARTA
KURBANIM BUGÜN

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git