|
Sobamda Elmas ve DüğünKategori: Hizan Köy Masalları | 1 Yorum | Yazan: Deniz Günal | 09 Kasım 2008 07:45:57 Ağılözü İlkokulu öğretmeni Edip Ceyhan'ın anılarından kurgulanmış iki küçük öykü. Kişilerin tamamı gerçek, olayların büyük kısmı yaşanmış olmakla birlikte, örgüye katılan, duygular, düşünceler ve karşılıklı konuşmalar, yazarın öykünün izinde düşlemlediği gerçeklikler olduğundan, her iki öykünün de kurgu olarak algılanması doğru olur.
Sobamda Elmas Ne bileyim böyle olacağını. Üşüdüğümü anlamadan, uyuyup kalmışım sobanın dibinde. Gece ne karabasanlar gördüysem de kalkamadım yerimden. Güneş yeni doğuyordu uyandığımda; çok üşüyordum, sarılıp yattığım battaniye beni ısıtmaya yetmiyordu. Kalkıp sobayı yakmak istedim ama kıpırdayamıyordum. Nasıl oluyorsa hem o kadar çok üşüyor hem terliyordum. Yine uyuyup kalmışım, kapının çalınmasına uyandım. Öğrencilerim gelmişti. Demek ki okul saati olmuş. Kalkmaya çalışsam da boşuna, öyle üşüyordum ki, çıkamadım battaniyenin altından. Seslendim çocuklara. İçeri gelin. Öğrencilerimden Necati ve Şener geldiler. Günaydın öğretmenim. Geçmiş olsun öğretmenim. Teşekkür ederim. Arkadaşlarınıza söyleyin bugün okul tatil. Tamam, öğretmenim. Gittiler. Seslerini duyabiliyordum, evin yakınlarında konuşuyorlardı. Yine çalındı kapım. Bu kez içeri Nurten ve Necati girdi. Öğretmenim sen hastasın, senin sobanı biz yakacağız. O an yaşadığım mutluluğu nasıl anlatabilirim. Sanki kemiklerim hastalıktan değil mutluluktan sızlıyordu. Sobamı yakıp gittiler. Arada gelip bakacakları sözünü vermeyi de ihmal etmediler. İçerisi sıcaktı artık, daha az üşüyordum. Akşam yalnızca bir tas çorba içip yatmıştım. Bedenim isyan ediyor, beni böyle aç bırakırsan sana hiç acımam, kaldırmam yataktan diyordu. Ama bırak yemek yapmayı, su içmeye bile dermanım yoktu. Başucumdaki rafdan bir kitap alıp okumaya çalıştım. Yine sızmışım. Gözümü açtığımda sobam gürül gürül yanıyordu. Anlaşılan öğrencilerim gelip sobaya odun atıp gitmişler de duymamışım. Yine kapı çalındı. Bu kez, ben gel deme fırsatı bulamadan açıldı. Genç bir kadın, elinde tepsiyle içeri girdi. Tanıyamadım başta. Bu köyde bütün erkeklerle, çocukları tanırım, ama köyün kadınları, genç kızları uzak dururlar. Baktım arkasında Hafize ile Zafer duruyor. Ablaları Ayşe olduğunu anladım. Geçmiş olsun, dedi. Yanıma bir sofra serdi. Yeni yaptığı sıcacık ekmekle, üzerinde dumanı tüten bir tas domates çorbası koydu. Çıkıp gitti. Çok şaşırmıştım. Bu köyde kimse bana yemek getirmezdi, evlerine çağırmazdı. Demek ki kötü gün dostu bu insanlar. Onları durup dururken bu kadar çok sevmiyormuşum. Sevilmeyi hak eden, saf, temiz, çalışkan insanlar onlar. Yalnızca sobamı değil, yüreğimi de ısıtan, bu dağların işlenmemiş elmasları. Düğün Hizan’da düğünler kışın oluyormuş. Yaz dediğin zaten kısa burada, düğünle zaman yitirmek istemiyorlarmış. Mehmet, çaldı kapımı akşam. Hasta olduğumu duymuş. Sobama bir odun da o atmak istemiş. Sıcak ekmek getirmiş bir de. Sar sarmalan bize gidelim, anam sana bakar dedi. İyidir Mehmet. Bu köyde bana arkadaşlık gösteren ilk o oldu. Hatta, köylüleri karşısına aldı. Uzak dur ondan, güvenme, bak seni de süreriz bu köyden görürsün demişler. Gelip kalmayan, kaçar gibi giden, köylüyü beğenmeyen, birden ortadan kaybolan öğretmenlerden usanmış bütün köy. Yoksa beni nereden tanısınlar ki. Ama Mehmet hiç umursamadı, dostluğunu esirgemedi. Mehmet hoş geldin. Nasılsın? Allah razı olsun hoce, iyi gördüm seni, iyi olmuşsun iyi. Benim düğünü unutmadın ya. E ağızalışkanlığı işte, idare et. Yok, ben size öğretmen demeyi öğreteceğim. Hoca camide olur. Tamam anladık, muallim efendi. Benim düğünü unutmadın de mi? Yok unutmadım. Saydın mı başlığı, bitti mi hesap kitap, kapandı mı? Rahat oturamaz Mehmet. Ya sigara saracak, ya çakısıyla dal budak kazıyacak. Yine cebinden çıkardı çakısıyla bir dal parçası, başladı ince ince soymaya. Kapandı. Kapandı. Kayınbabam zengin bir adam artık. Eh, ben de zengin bir adamın kızıyla evleniyorum. Ne yapacak o kadar parayı? Bilmem artık, köy mü kurar devlet mi... Sırf takılarla kendine yeni bir sürü yapar. Demek ki kimden ne isteyeceğini biliyormuş. Senden başlık parası istemezler değil mi hoce? Hoca değil öğretmen. Muallim efendi, senden başlık parası isteyen olmaz değil mi? Yok olmaz. Olmaz da bana kız da vermezler. Kontratlı öğretmene kim kızını versin. Biz devletin kullan at kadrosundanız. Hiç bir güvencemiz yok. Yarın istemiyorum dedi mi, işimiz bitti. Devlete laf yok muallim. Bak, seni bize gönderdi. Gerçi epeyi uzun sürdü, arada çoluk çocuğumuz cahil kaldı ama bak... Sonunda senin gibi doğru dürüst bir öğretmeni buldu, gönderdi. Devlete laf yok. Devlet ne yapsın insan insan olmayınca. Devletten maaş mı alııyorsun Mehmet? Çok şükür devletle yoktur bir işim. Başımızda olsun yeter. Tamam tamam anladık yabancı yok burada bana korucu ağzı yapma. Sen şimdi geliyor musun benim düğüne? Şu takvimi bir uzat da bakayım, o gün başka işim var galiba. Mehmet bir an boş bulundu, şakayı anlamadı. Yüzü bir karardı bir ağardı, tuhaf oldu. Sonra sırıtarak kalktı ayağa. Anladım hoce, sen yorulmuşsun, hadi uyu da dinlen. Ama hemen gitmedi Mehmet. Çay bardaklarını mutfağa götürdü, çalkaladı galiba, küllüğü boşalttı, sobaya iki odun attı, sonra Allah rahatlık versin dedi gitti. O gidince aklıma iyice takıldı. Mehmet o kadar parayı nasıl denkleştirdi. Haftasonuna ilçeden iki öğretmen arkadaşım geldi, hem köyümü hem de düğünü görmek için. Kalkıp gittik düğüne. Erkeklerden dörder kişilik iki grup karşılıklı geçmişler halay çekiyorlardı. Davul yok zurna yok. Kendileri söylüyor kendileri oynuyor. Kürtçe bir türkü söylüyorlar karşılıklı, bir grup söylerken diğerleri susuyor. Niye böyle diye sordum. Bu tamamen doğaçlama yaptıkları bir atışmaymış. Benim karatayım, dörtnala gider, senin ki gibi 40 yaşında değil! gibi şeyler söylüyorlarmış. Halay çekenlerin durumu iyi. Hareket halinde üşümüyorlar. Benim hastalıktan daha kurtulmamış zavallı bedenim soğuktan sızlıyor, dişlerimin takırtısıyla ritm tutuyorum. Neyseki oyunlar bitti. Buyrun içeri dediler. Bir odanın içinde dört duvar boyunca küçüklü büyüklü dizi dizi oturduk yere. Biz arkadaşlarla alışkın değiliz yerde oturamıyoruz ama nazlanacak da değiliz. Eh, kız evi biz değiliz. Her iki kişiden birinin önünde bir tas çorba, bir tabak yemek, salata, hoşaf, tatlı, bilemediğim birkaç çeşit yemek daha vardı. İmam duayla açtı yemek faslını. Yemekten sonra baktık, tüm köy erkek evine gelmiş. Türküler söyleyerek üç ev yukardaki kız evine gittik. Gelini aldık, geldik. Düğün bitti. Onlar çıktı kerevetine.... Eline ayağına, işine gücüne çabuk bu insanlar. Düğünleri de bayramları da cenazeleri de bir çırpıda. Ağır giden, gidemeyen bir dolmuşları. ***
YorumlarEdip
{ 18 Kasım 2008 16:26:44 }
Sevgili Cemil Eren'e çok teşekkür ediyorum bize bu güzel katkısı için.
Diğer Sayfalar: 1. Annecim seninde yüreğine sağlık ne de güzel anlatmışın bu düğünü, tüm detaylar var.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|