A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Okul var, ben döneyim

Kategori Kategori: Hizan Köy Masalları | Yorumlar 4 Yorum | Yazar Yazan: Deniz Günal | 02 Kasım 2008 12:14:07

2008 Şubat ayı... Kara kış. Edip öğretmen bir haftasonunu Hizan'da arkadaşları ile geçirir. Pazar günü köyüne dönmek için yola çıkar. İdealist, inatçı, genç bir öğretmenin okuluna, eli kolu kitaplarla, kafasında binbir tasarı dönme çabasının küçük bir öyküsü. Uzaklarda, köylerde, dağlarda, karda kışta memleketimizin çocuklarına eğitim vermeye çalışan bütün güzel öğretmenlerimize minnetle...

Cumartesi
 
Haftasonları çoğunlukla Barış’la vakit geçiriyorum. Bazı akşamlar, askeri gazinodan yalvar yakar aldığımız iki birayı, saklaya saklaya götürüp Öğretmen Evi’nde içiyoruz. İlçe çok tutucu. Sigaradan başka hiç bir kötü alışkanlıkları yok. Varsa da görünürde yok! Boşalan şişeleri bile çaktırmadan atacak yer bulamadığımızdan çantamıza koyup köye götürüyor, uygun bir zamanda uçurumdan aşağı atıyoruz.

Bu Cumartesi sabahı yine Hizan’ın tek pastanesinde Barışla kahvaltı yaptık. Hesabı ödedikten sonra bir daha burada kahvaltı yapmamaya karar verip Öğretmen Evin’e yollandık. Hep bu kararı alırız zaten. Bir de uygulayabilsek!
 
Bizim Barış’la ilginç tasarılarımız var. Kafa kafaya verdik mi ne düşler ne işler tasarlarız! Bu sabah da aklımıza geldi. Hizan’a bir pastahane gerek. Yok olmuyor böyle. Duydum, Bartın’da her sokakta beş tane pastahane varmış. Kadınlar artık evde pasta, börek yapmaz olmuşlar.
 
Benim öğrencilerden birini liseyi bitirir bitirmez çırak göndereceğim. Sonra gelip burada şöyle sütüyle, peyniri ile balıyla, yaş pastaları, çörekleri ile bir pastahane açacak. İlçede görev yapan öğretmenlerin, askerlerin, esnafın, yatılı okullardaki öğrencilerin yalnızca midesi değil, gözü gönlü de bayram edecek. Olmaz  mı be Barış!
 
Olmaz mı hocam, hem de alasından olur. Bizdeki şansa bak. Gelecek kuşak öğretmenler ne şanslı.
 
Şöyle güzel de bir müzik çalacak bizim pastahane.  Haftasonları canlı müzik hem de. Gitar, saz, keman, kanun... artık kim ne biliyorsa.
 
Valla, şu bizim çocuklardan bir kaçını bir konservatuvara yazdırabilirsek bu iş olur.
 
Benim sınıfımda bir Hafize var. O söylesin, sen ağla. Bu kadar güzel şarkı söylen çocuklar müzik aletleri de çalar.
 
Büyükçe bir pastahane olsun ha. Şöyle duvarlarında resimler. Yağlıboya, suluboya.
 
Hepsini de bizim öğrenciler yapar.
 
Yaparlar. Şu dağların, analarının, birbirlerinin.... O zamana biz moruk oluruz be. Bakarsın bizim sakalı ağarmış, buruşuk suratlı portrelerimizi de yaparlar.
 
Ben öğrencilerimin eline fotoğraf makinası veriyorum. En güzel resimleri onlar çekiyor.
 
Pastahanenin bir duvarı fotoğraf sergisi olsun.
 
Öğretmen evinin çaycısı mı, müdürü mü hala anlayamadığımız Murat bize iki bardak buz gibi demsiz çay getirdi. Sohbetimiz o kadar güzeldi ki çayları bile beğendik.
 
Benim sınıfı bir Cuma getirsem şöyle ilçeye, şu dükkanların önünde oturan, dinelen esnafın kendi ufacık boylarından resimlerini çekseler. Sonra onlarla bir sergi açsak.
 
Müthiş fikir hocam. Müthiş. Pastahaneyi beklemeye gerek yok. Öğretmen Evi’nin salonunda sergileriz.
 
Çok iyi olur. En kısa zamanda Milli Eğitim müdürü bizi postalar buradan.
 
Baş köşeye onun koca bir resmini asar, altına da desteklerinden dolayı teşekkürlerimizi sunarız.
 
Bizi daha hızlı postalasın buradan diye mi?
 
Onu bırak da, bak ne diyeceğim, şu pastahanenin üst katına bir de turşucu fena olmaz mı? Benim canım çok çekiyor yahu. Kış günü turşu yenir.
 
Yapacak çok iş var Barış’ım. Gel biz şu okullara kitap bulma işine hız verelim.  
 
Tam da o arada, Murat geri geldi, size paket var, açmıyor musunuz diye.  Bir heyecanlandık ki. 700 adet kitapla ansiklopedi yollamış bir dost. Sanki zafer kazanmıştık. Neşeyle dolduk. Hemen onları öğretmen evi salonunun bir köşesinde hazırladığımız kütüphanemizin raflarına dizmeye başladık. Önce gözümüze çok gelmişti ama kitapları dizmemiz on dakika bile sürmedi. İki üç raf anca doldu. Cılız kütüphanemize şöyle bir baktık, içimiz burkuldu.
 
Olmaz Barış’ım. Bizim çok kitap bulmamız gerek. Hem de hemen. Şöyle dolu dolu bir kitap köşemiz olmalı ki, diğer öğretmenlere şevk gelsin.  
 
Tek çözüm var, bir kısmını gidip kırtasiyeden alacağız. Şu üç rafı hiç değilse dolduralım.
 
O kadar paramız var mı Barış’ım?
 
Çıktık. Hizan esnafına dedik sizin çocuklara kitap alacağız. Kimi para yardımı yaptı kimi yapmadı. Kimi çıkıp hemen kırtasiyeye gitti, kitap alıp geldi. Kimi çocuğunu gönderdi, evlerindeki kitapları getirtti. Akşam olduğunda bin kitabımız olmuştu. Raflarımız doluydu artık.  O akşam çok keyifli geçti. Öğretmen arkadaşlar, rafların başında öğrencileri için kitap seçiyorlar, biz Barış’la, bu kez Murat’dan sıcak gelen demli çaylarımızı, dışarda bastıran lapa lapa kara karşı içiyor, yorgunluktan sızlayan kemiklerimizi mutluluk olarak hissediyorduk.  
 
 
Pazar
 
Ertesi sabah her yan kurşuni bir beyazdı. Kış, sanki, ben size bir göstereyim diye karar almış, bütün kuzeyden toplanıp gelmiş, tüm ağırlığı ile Hizan’ın üstüne çökmüş. Sanki kar değil, demir yağmış.
 
Kahvaltı bile yapmadan, koştum dolmuşların oraya. Bekle dur. Dolmuşların çoğu geldi. Benim köyünkinden ses seda yok. Nasıl döneceğim, yarın sabah okul var. Bizim köyün iki köy aşağısındaki köyün dolmuşunu buldum. Beni köyüme en yakın yere kadar çıkarmaya yalvar yakar razı ettim.
 
Tamam hoce! Tamam. Ama  on ytl fazla verirsin.
 
Veririm.
 
Araba nerde kalırsa oraya kadar götürürüm.
 
Sen hele bir düş yola da.
 
Yok hoce. İyice anla. Araba çıkmazsa ben dönerim, sen de yürürsün.
 
Anladık, tamam.
 
İyi o zaman, üç buçukda gel.
 
Saat üçde gittim. İçimde bir korku. Ya karanlığa kalırsak. Burada zaman kavramı farklı. Yarım saat sonra gel der sürücü, iki saatten önce kalkmaz. Ne zaman kalkacağız diye sorarım, birazdan der. Akşam olur, birazdan olmaz. Yine sorarım, yine birazdan der. Belki de anlamıyorum, birazdanı başka bir anlamda kullanıyor benim köylüler. Neyse ki aşağı köyün sürücüsü üç buçuğa bile kalmadı, erkenden kalktı.
 
Araba yürüyen bir enkazmış meğer. Teybi çalışmıyor, kapısı kapanmıyor, ısıtmıyor da. Önce kaçak mazot almak için bir yerde sıra bekledik. Tam ilçeden çıkacağız, biri aradı, onu almayı unutmuşuz, geri döndük. Hep birileri unutulur zaten. Onu aldık, adamın biri markete gidecektim dedi, bekledik. Adam döndü, ama bu kez de sürücü bir akrabasına uğramaya karar verdi. İndik, gidip gelmesini bekledik. Yola çıktığımızda saat beş olmuştu, namaz vaktiydi. İlçe çıkışında, yol üstünde bir cami var. Orada durduk, herkes namazını kıldı. Yine yola çıktık. Sinirlerim harap olmuştu. Mutlaka bende bir tuhaflık vardı. Herkesin keyfi yerinde görünüyordu. Zaten her hafta aynı şey oluyor. Bir araba, yerinden, zamanında, yolcularını alıp, bir şey unutmadan, geri dönmeden, başka bir yere uğramadan, bozulmadan, iki nokta arasında gitmiyor. Kimse de şikayetçi olmuyor. Demek ki burada yaşamın normal hali bu.
 
Bu kez de ben durdurdum arabayı. Köylülerin de desteği ile bir paket sigarayı bitirmiştim. Yedek paketlerim bavulumda, bavulum arabanın tepesindeydi. Tırmandım, sigaramı aldım. Yola koyulduk.
 
Kar gittikçe hızını arttırıyordu. Tırmanışa geçmişiz. Hava artık kararmış. Yol zaten dar, çoğu yerde ancak tek arabanın gideceği kadar.  Gittikçe yükseliyoruz. Bir yanımız derin bir uçurum. Kaç kere kaydık, kaç kere tekerlekler havada kaldı, anımsamıyorum. Arabanın içerisi buz gibi. Yükseldikçe karanlık yoğunlaşıyor. Zifiri dedikleri bu olsa gerek. Yoksa zifti mi! Korkudan mı soğuktan mı bilmiyorum, dizlerim tutmuyor. İkinci köye vardık, birer ikişer dağıldı köylüler. Benim sürücü demez mi, komşu dağın tepesindeki karakola erzak bırakacakmış. Nereden baksan, inip çıkması bir saat. Yaz olsa ineyim, yürüyeyim köye. Soğuk değil, kar değil, karanlık değil desem, bir de sert rüzgar esiyor, yere inmeden karları suratımıza yapıştırıyor.
 
Çaresiz, kalan bir kaç yolcuyla geri bindim arabaya, karakola çıkan yola saptık. Yürüyen enkazın yanan tek farının önünde bir korku filmi oynuyor. Rüzgar karı önümüzden kaldırıp uçurumun dibine savuruyor, oradan kadırıp camlara vuruyor.
 
Karakola vardık, bu sefer de hadi çay içelim, az ısınalım, öyle gideriz dediler. Yok diyemedim. Çok üşümüştüm, ama aklımda yürüyeceğim yol, çaydan bir şey anlamadım. Saat yediye gelmişti. Hiç değilse burada telefon çalışıyor, köylülerimi arayım da, yolda olduğumu haber vereyim, hem merak etmesinler, hem de gelip karşılasınlar diye düşündüm.
 
Şansıma, hangi evi aradıysam, Türkçe bilmeyen bir kadın çıktı. Ben yine de söylüyordum.
 
Teyze, oğluna, kardeşine de, Muallim yürüyerek geliyor de, git onu karşıla de. Olur mu anam.
 
Beş ev aradım. Beni anlayan tek kişi ile konuşamadım. İçime daral geldi.
 
Neyseki çaylar bitti, yola koyulduk. Saat  yedi buçuk olmuş. Havada hiç yumuşama yok. Niye olsun ki!
 
Sürücünün köyüne vardık sonunda. Adam, gel bu gece burada kal dedi, ama pek de samimi gelmedi daveti. Ne de olsa, işin ucunda on ytl var. Ben de yok gideceğim dedim. Aslında içimden gel şu yarım daveti kabul et, kal, diyordu bir ses ama içimdeki sesi dinlemeyeceğim tuttu işte.  
 
On dakika kadar yol aldık, sürücü durdu.
 
Ne oldu?
 
Buraya kadar hoce. Daha gidersem dönemem.
 
Yapma amca. Daha çok yol var. Ben nasıl gideyim.
 
Gitme o zaman, gel kal bizim köyde.
 
Yarın okul var. Nasıl yetişirim zamanında.
 
O zaman yürüyecen hoce. Zaten çok kalmadı.
 
İyi madem indir eşyalarımı da, gideyim.
 
Bir yandan eşyalarımı indiriyor, bir yandan öğüt veriyor.
 
Bak  bu havada kurt olur, dikkat et. Hoce, bu havada insan donar, farkında bile olmaz. Üşüyünce bir ateş yak, ısın, öyle çık yola.  Zaten çok yol da yok ya.
 
Parasını alır almaz arkasına bakmadan döndü, gitti.
 
Yerde kar olması biraz iyiydi. Karanlığı biraz kırıyordu. Ama çok soğuktu. Yaz aylarında, ellerim boşken, buradan köye iki saatte yürüyorum. Ama şimdi, bir yanımda diz üstü bilgisayar çantam, sırtımda bavul, diğer elimde, yiyecek kolisi ile kitap dolu bir torba. 
 
Yiyecek kolisini torba gibi taşımam olanaksız.Bavulumu açtım. çamaşır ipini çıkartıp, koliyi sırtıma bağladım. Bavulu bir elime, diğer elime de bilgisayar çantamla, kitap torbasını aldım. On dakika yürüdüm. Biraz durayım dedim. Meğer sırtında, elinde kolunda yükle durmak, yürümek kadar yorucuymuş. Yine yürümeye başladım. Rüzgar yerden kaldırdığı karları yüzüme çarpıyor, soluğumu kesiyordu. Dayanamadım artık, yiyecek kolisini ertesi gün gelip alma umuduyla, yol kıyısında bir ağaca astım. Bir saat kadar yürüdüm. Biraz daha hafifti yüküm, daha rahat yürüyordum artık ama içimdeki korkular rahat durmuyordu. Soğuğa eyvallah demiştim ya, ya karşıma PKK çıkarsa, ya kurtlar kokumu aldıysa. Yiyecek kolisini ağaca asmakla akıllılık etmiştim.
 
Ne kadar tırmandım bilmiyorum. Artık soğuğu hissetmiyordum. Soğuk bitmişti ya nedense sırtıma gizlice biri binmiş gibiydi. Bacaklarımı kaldıramıyordum. Belki de donuyordum. Ne demişti sürücü amca, farkında olmadan donarsın. Bir şeyleri daha feda etmem gerekiyordu. Yeni kazak, kalın pantalon, eşofman almıştım, onları bırakamazdım. Dizüstüm, kitaplarım da fazlasıyla değerliydi. Ama kitaplar kadar ağır fotokopiler vardı bir de. Tam elli ytl fotokopi parası vermiş, öğrencilerim için ders kitapçıkları hazırlamıştım. Öte yandan donarsam kimseye bir hayrım olmayacaktı.
 
Çaresiz fotokopileri çıkarıp yaktım. Beni bir on dakika kadar ısıttı. Yine yola düştüm. Saat dokuzu geçiyordu. Midemde de karanlık bir çukur açılmış gibiydi. Acıkmıştım herhalde. Kulaklarım da her türlü sesi duyar olmuştu. Rüzgar nerelerde dolaşıyor, hangi kuytulardan geliyor, hangi kayalar çarpıyor, nerede bir dal çıtırtıyor her şeyi duyuyordum. Uzaklarda karlar üstünde kara gölgeler ağır ayaklarıyla silahlarını doğrultmuş üzerime doğru geliyordu, arkamda açlıktan delirmiş sıska kurtların sıcak soluğunu hissediyordum.

Zavallı anam. Dağ başında kurda kuşa yem olsun diye bir oğul doğurmuş meğer. Güzel anam, yoksul anam, çileli anam. Sen şimdi sıcak evinde otururken, biliyor musun, gözünün nuru, evinin direği, birtanen oğlun dağlarda kurtların pençesine doğru, çaresiz, ağır adımlarla yürüyor.
 
Koşmak. En iyisi koşmak. Bütün yükümü atıp koşmam gerek.
 
Belki de koşmasam daha iyi. Çok ses yaparsam ya... Uyanmamış düşmanı uyandırırsam.
 
Birden o sesi duydum.
 
Geliyorum, bekle!
 
Karın üstüne yığılıp kaldım. Buraya kadarmış. Azrail bile görmüş halimi acımış, uğraşma, sen dur, bekle, ben geliyorum diyor.
 
Yüz üstü yatıyordum karların üstünde. Belki de son bir gayret kalkıp kaçabilirdim. Ama nereye? Ses nereden gelmişti?
 
Doğrulmaya çalıştım, bir adam üstüme doğru geliyordu. Azrail değildi. Bir insandı. Belki dosttu. Belki bir terörist. Kara gömdüm elimi, son gücümle deşmeye, bir taş bulmaya çalışıyordum. Adamın elinde silah vardı. Taşla ne yapabilirdim ki.
 
İkinci kez seslendi adam.
 
Hocam korkma sakın, benim. Seni almaya geldim.
 
Birden, elim, ayağım boşandı. Ağlamaya başladım.
 
Öğrencilerimden birinin abisi, Tahsin gelmişti. Delal teyzem, Türkçe bilmez ama, sesimi duyunca, muallim deyince anlamış, yol kapalı hoca yürüyerek gelecek, git karşıla demiş.
 
O gece çorbasını içerken söz verdim Delal teyzeme. Derdimi anlatacak kadar da olsa  Kürtçe öğreneceğim.
 
Teşekkürler Tahsin, teşekkürler DELAL teyze.  


Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 10 / 2 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar

saba { 19 Kasım 2008 06:18:24 }
bu oykuyu bugun yeniden okudum. harika bir oyku.

edip'le arkadasinin pastane sohbeti cok hos... dolmus yolculugu, karda korkulu yuruyus... sanki ordaydim.
edip { 18 Kasım 2008 17:49:13 }
Okurken bir kez daha yaşadım aynı şeyleri, her ne kadar çok acı olsada iyi ki yaşamışım dedim kendi kendime.
nihat ziyalan { 15 Kasım 2008 23:15:28 }
ÜRPEREREK   OKUDUM

doğanın acımasızlığıyla boğuşanın çektiğini içim ürpererek okudum.

peki sürücünün davranışı? asıl sorun bu işte.

bitlis öyküleri çok yakıcı.

kitaplaştığında ses getireceğine inanıyorum.

nihat
nebahat { 08 Kasım 2008 16:46:40 }
kankam yaaa. gözlere bakınca anlaşılsa keşke tüm dertler tasalarr..
ne çok şey yaşıyorsun, sıradan geçtiğini sandığımız her gününde.
sen gerçek bir köy öğretmenisin, kalplerde huzur, dillere destan..
Diğer Sayfalar: 1.

 

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







'Büyük Osmanlı Soygunu': 10 maddede Eric Adams davası…
İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü

TRUMPİST BİR DÜNYADA ERTESİ GÜN
Seküler Yahudiler rahatsız: "İsrail, İran olacak"
Avusturya seçimleri: Aşırı sağ sandıktan birinci çıktı.
Avustralya binlerce vatandaşına Lübnan'ı terk etmelerini tavsiye etti.
New York Belediye Başkanı Türkiye'den rüşvet mi aldı?

Türkiye işçiler için bir cehennem
İkinci Trump dönemi: Küresel ekonomi nasıl etkilenecek?
AB, çoğunluk sağlanamamasına rağmen Çinli elektrikli araçlara ek gümrük vergisini onayladı.
Türkiye'de ekonomi politikaları konkordato ve iflasları patlattı.
Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı

Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI

Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.
Türkiye ve Yunanistan'daki kültürel miras alanlarının en az üçte biri yükselen deniz seviyesinin tehdidi altında.

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.
Stephen Hawking'in ünlü paradoksu çözülmüş olabilir: Kara delikler aslında yok mu?

2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.
Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor

Madeleine Riffaud est partie
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
JOYCE BLAU, 18 Mart 1932-24 Ekim 2024
HIZLANAN TARİH
DERTLİ-MİR-DÖNE

Nereden Geldi Nereye Gidiyor
Atamın Sözleri
Cumhuriyet 101 Yaşında
Kadın ve Erkek
MAZRUF

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git