|
Tehlikeli ZürafaKategori: Anılar | 2 Yorum | Yazan: Pınar Özkan | 15 Ekim 2008 12:07:27 Dakar havalimanının ekip kapısından aprona çıktıktan hemen sonra bir uçak piste iniyor, bu bizim uçak. Kuyruğundaki kırmızı renk üzerinde duran bir çift beyaz kuş, bizim logomuz. Mutluluk veren tanıdık bir görüntü. İnsanın evini ya da ailesini görmesi gibi bir duygu.
En güzel uçak bizim uçağımız… Gelip önümüzde park ederken gülümsüyorum ona. Motorlar duruyor, merdiven yanaşıyor, ön kapı açılıyor. Kabin amiri dışarı bakıp el sallıyor, Senegal’li yolcular inmeye başlıyorlar, bir hayli yolcu indikten sonra yukarı çıkıp ekiple ayaküstü konuşup yolculu uçağı devralıyoruz. Bu arada çok çabuk neler yaptığımızı, alışverişleri, market adreslerini kısaca konuşup “iyi dinlenmeler”, “iyi uçuşlar” dilekleriyle ayrılıyoruz. Uçağın yarısını doldurmayacak sayıda Moritanya’lı yolcumuz var, uçuşumuz önce Nouakchott sonra boş olarak Cidde. Rahat ve kısa bir uçuştan sonra başkent Nouakchott’a iniyoruz. Hacı Moritanyalılar memnun, alçakgönüllü tavırlarıyla bir ellerini göğüslerine koyup başlarını hafif eğerek teşekkür edip iniyorlar. Mali ve Moritanya haç uçuşlarında gördüğüm en fakir ülkeler, toprakları çok kurak. Sebze pazarlarında yerlerde satılan üzerine yüzlerce sineğin konduğu ezik domatesler ve karınları şiş çıplak ayaklı sıtmalı çocuklar hiç aklımdan gitmeyecek görüntüler. Temizliğin hemen ardından kapıları kapatıp kalkıyoruz. Cidde’ye uçuşumuz 8 saat. Afrika ve Arabistan sıcağından sonra serinledigimiz saatler bunlar. 12.000 metrede uçak hayli soğuk oluyor, eşofmanlarımızı giyip rahatlıyoruz. Kokpitle ilgilenmek üzere nöbet saatlerimizi belirleyip kimimiz uykuya kimimiz sohbete dalıyor. Alışveriş yapanlar aldıkları kıyafetleri ve tahta bibloları birbirlerine gösterip fiyat karşılaştırması yapıyor, kimisi aldığı fiyattan hoşnut kimisi kazıklandığını düşünüyor. Ama sonuç olarak hepimiz Senegal yatısından memnun dönüyoruz. Uçuşun sonuna doğru yani sabaha karşı uçakta hayli bir sessizlik oluyor, kokpit hariç, nöbetçi de dahil olmak üzere tüm ekip derin bir uykuya dalmışız. Kokpitten “Ya n’oldu bizim kahveler” anonsu ve kemer ışıklarının yanış sesiyle herkes gözünü açıyor. Anlasılan Cidde’ye iniş için alçalıyoruz. Kalkıp üniformalarımızı giyiyoruz yeniden, saçlar, makyajlar düzeltiliyor, uyku açıcı siyah kahvelerimizi yapıyoruz. No smoking ışıklarıyla kemerlerimizi bağlıyoruz. Cidde gündoğumuna hazırlanıyor, kapısı açık kokpitin camından pistin ışıkları pırıl pırıl gözüküyor, iyice yaklaşıp ışıkların üzerine konuyoruz. Kaptanın yumuşak inişini bu kez biz alkışlıyoruz. Ön kapının açılması ve görevlilerin içeri girmesiyle Cidde’de olduğumuzu hatırlayıp kendimize biraz daha çeki düzen veriyor, ciddi tavırlarımızı takınıyoruz. Pilotlarımız kokpitten çıkıp küçük bavullarımıza sığdıramadığımız tahta biblolarımızı kokpitte bırakmamızı, torba içinde yanımızda otele götürmememizi öneriyorlar. Cidde’ye insan ve hayvan figürlü eşyalar sokmak yasak!. Tablo, resim, heykel din kurallarına aykırı. Bunları önceden bilmemize rağmen hepimiz yine de bir tuhaf oluyoruz. Biblolu torbalar kokpitte bir yer bulunup saklanıyor. Valizlerimizi alıp iniyoruz. Havaalanı kalabalık, başka uçaklar da inmiş anlaşılan. Yolcular bantlı monitörlerden geçmek üzere kuyruğa girmişler, çoğunluğu erkekler oluşturuyor. Kadınlar tek başlarına yanlarında eşleri olmadan giremezler, bekar kadınlar ise hiç giremezler. Cidde’de görevli işadamları veya mühendisler, ya da fakir asya ülkelerinden gelen işçiler, ailelerini ziyaret etmiş Cidde’ye geri dönüyor olmalılar. Herkes bantlı monitörlerden geçmek zorunda, bunlardan yanyana birkaç tane var. Kalabalık arasında Avrupalı bir çift gözüme takılıyor. Adam kadının elinden tutmuş ilerlemeye çalışıyorlar. Kadın orta yaşlarda, uzun boylu, dikkat çekici bir zarif güzelliği var. İkisi de zevkli giyinmişler, büyük olasılık, adam Cidde’de üst düzey bir görevde bu kez eşini de yanında getirmiş. Monitörlerin başında üniformalı görevlilerin yanısıra, üniformalı askerler de duruyor. Artık alışık olduğumuz görüntüler ama yine de tedirgin oluyoruz. Üniformalı askerlerin bazıları elele tutuşup duruyor veya yürüyorlar. Kadın ve erkeği yanyana görmeye katlanamayan ya da suç sayan bu toplum, askerlerin elele tutuşmasını normal karşılayabiliyor! Biz pilotları takip edip bantlara doğu ilerliyoruz. Avrupalı çift ekip olarak bizi farkedince bulunduğumuz tarafa doğru yanaşmaya baslıyorlar, sanırım kendilerine yakın hissediyorlar. Görevlilerden biri öne cıkıp eliyle işaret ederek tenha olan monitöre doğru yönlendiriyor ekibi. Avrupalı çift de bizimle beraber tenha tarafa kayıyor. Bantlara yaklaşınca sıralanıp öndeki yolcuların geçmesini bekliyoruz. Bizimle aynı çizgiye düşen Avrupalı çift pilotumuzun nazik tavriyla önümuze düşüyorlar. Küçük valizlerini ve el bagajlarini bantın üzerine koyuyorlar. Kadın tam geçerken sensorlar ötüyor. Önce saati ve yüzükleri sonra ayakkabıları çıkarttırılıyor. Görevlinin gözü bu kez kadının banttan geçen el bagajına takılıyor. Kenara çekilen kadının çantasını açıyor. İçinden büyükçe abanozdan bir zürafa yontusu çıkarıyor. Önemli birşey yakalamış gibi kafasını sallıyor. Eşi İngilizce birşeyler anlatmaya calışıyor, belki Tanzanya’dan belki Kenya'dan safariden dönüyorlar. Görevli bıyık ve sakalını sıvazlayarak işaret parmağını havaya kaldırıp hayır anlamında sallıyor. Kadının yüzünde olup biteni anlayamayan bir endişe var. Görevli, çifti diğerlerine teslim edip gidiyor. Biz ve arkamızdaki yolcular hepimiz beklemeye koyuluyoruz. Ne beklediğimize dair hiçbir fikrimiz yok. “şimdi ne olacak” sorusu sanırım herkesin kafasında. 10 dakika kadar sonra görevli geri dönüyor, elinde bir balta var. Geçişler duruyor, birazdan bir gösteri başlayacakmış gibi görevliye bakıyor insanlar. Görevli bakışlardan memnun, baltayla bibloyu kırmaya başlıyor. Her balta inişte havaalanında büyük bir yankı oluyor. Kadın bir eliyle eşinin elini tutmuş, diğer elini ağzına kapatmış, gözleri faltaşı gibi öylece bakakalıyor. Zavallı tahta zürafa insanların şaşkın bakışları karşısında küçük parçalara ayrılıyor. Görevli ‘herkese ibret olsun’ gösterisinden hoşnut. Üniforma pantolonunu kemerinden tutarak yukarı çekip kendine çeki düzen verirken bizim geçmemizi isteyen bir hareket yapıyor. Kokpitte sakladığımız torbaları düşünüyorum. Pilotlar, “hadi çıkalım şurdan artık” deyip valizlerini koyuyorlar. Dışarda bekleyen ekip arabasına biniyoruz. Otele varıncaya kadar hiç konuşmuyoruz.
Yorumlarosman
{ 17 Mayıs 2009 23:48:51 }
pinar hanim, yazilarinizin tumunu gercekten cok buyuk merak ve ilgiyle okudum. itiraf etmeliyim ki cok guclu bir kaleminiz var....
afrikada birkac ulkeye gitmis birisi olarak anlattiginiz hadiseler bir kez daha icimde bir burkuntu, sucluluk duygusu ve elindeki imkanlara daha kanaatkar olma gereksinimini hissettirdi bana... vicdanim cok rahatsiz oldu bu durumdan... her seye ragmen cok guzel bir hayatimizin oldugunu farketmeme vesile oldunuz... cok ama cok tesekkurler.... Nilgün ısıker
{ 01 Kasım 2008 22:28:21 }
pınarcıım o günlere sayende tekrar döndüm ne günlerdi anılar filim gibi gözümün önünden geçiyor yazmaya devam et agzına saglık .
Diğer Sayfalar: 1. selamlar [:p)]
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|