![]() |
|
![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
|
Akıl-Ruh Sağlığı: Gerçekten Öncelikli mi... ve kimin için?
![]() Dünya Ruh Sağlığı Günü dolayısıyla yapılan çeşitli etkinliklerle konunun önemi topluma anlatılmaya çalışılırken, bu önemli günde ülkenin gündemi ile 10 Ekim’in gündeminin nasıl da örtüştüğünü görüyoruz. Şiddet diz boyu… Savaş ve terör yanı başımızda… İşkence sayısı ikiye katlanmış, insanlar öldürülüyor... Küresel mali krizin bedenimizde ve ruhumuzdaki krizi nasıl büyüteceği henüz tartışma konumuz bile değil… Küresel olarak ısınan yeryüzünün yarattığı çok doğal felaketlerin çok doğal sonuçları insanları etkilemeyi sürdürüyor… Toplumsal eşitsizlikler, ayrımcılık, yoksulluk, işsizlik, iş stresi… Tüm bunlar ruh sağlığının neden bir öncelik olması gerektiğini gösteriyor… Dünya Ruh Sağlığı Federasyonu tarafından 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü’nün bu yılki ana teması, “Ruh sağlığını, tüm dünyada, tüm ülkelerde toplumun tüm kesimlerinin öncelikli konusu yapmak, küresel bir öncelik haline getirmek” olarak belirlendi. Dünya üzerinde ruhsal rahatsızlığı/hastalığı olan yaklaşık 500 milyon kişi olduğu sanılıyor. Bu, her yedi kişiden birinin tedavi gerektirecek derecede ruhsal sorunu olduğu anlamına geliyor. Her dört kişiden biri ise yaşamının bir döneminde tedavi gerektiren, sosyal ve mesleki yaşamında yıkıma yol açan ruhsal hastalıkların etkisi altında kalıyor. Fakat ruhsal hastalıkların bu denli yaygın olmasına karşılık, yaşadığı ruhsal sorunlar nedeniyle herhangi bir sağlık kurumuna başvurma oranı o denli yüksek değil. Veriler ruhsal sorunları olan her yedi kişiden ancak birinin herhangi bir sağlık kuruluşuna tedavi için başvurduğunu gösteriyor. Tedaviye başvurunun bu kadar az olmasında birçok etkenin rolü olduğunu söyleyebiliriz. Belirtilerin yeterince tanınmaması, tedavi edilebileceğinin bilinmemesi, sağlık sistemine ulaşmanın zorluğu -ki bu bireysel olmanın ötesinde sağlık sistemi ile ilişkili görünüyor- kimden ve nereden nasıl yardım alacağının bilememe (mesleki rollerin ve sınırların bilinmemesi), yoksulluk, ekonomik güçlükler başlıca etkenleri oluşturuyor. Ayrıca ruhsal hastalıklar konusunda toplumda varolan önyargı ve damgalamanın bireylerin yardım arama ve bir sağlık kuruluşuna başvurma eğilimini azalttığını, bireylerin damgalanma korkusuyla yeti yitimi oluşana dek sorunların çözümü için yardım arama çabası içine girmediğini eklemeliyiz. En yaygın rahatsızlık: depresyon Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) raporları, dünya üzerinde sosyal ve mesleki işlevlerde en fazla yıkıma neden olan on hastalıktan beşini ruhsal hastalıkların oluşturduğunu söylüyor. Dünya genelinde en yaygın görülen ruhsal hastalık olan depresyon, bireyin iç dünya ve gerçeklik ile ilişkisini en fazla bozan ve onu kendi iç dünyasında yalnızlaştıran bir hastalık olan şizofreni, alkol ve madde kullanım bozuklukları ve yoğun kaygıya yol açan ve eskilerin ruh kanseri diye andıkları obsesif-kompulsif bozukluk, döngüsel karakter gösteren duygudurum bozuklukları… Öyle ki aslında "tedavisi olanaklı olan" bu hastalıklar nedeniyle bu rahatsızlıların mağduru olan insanlar çalışamaz, aile ilişkilerini sürdüremez, hatta kendi bakımlarını sürdüremez, toplumsal yaşamın gereklerini yerine getiremez duruma geliyorlar. Tüm bunlar yaygınlıkları giderek artan, hem mağduru, hem yakınları hem de tüm toplum üzerinde farklı düzeyde etkileri olan ruhsal hastalıkların neden bir öncelik haline gelmesi gerektiğini gösteriyor. Ruhsal rahatsızlıklara yol açan pek çok etkenin varlığından söz edebiliriz. Bazıları için gösterilen ve -örneğin genetik faktörlerin etkisini azaltmak için sergilenen- milyonlarca dolar harcamanın yapıldığı çabalara karşın bu alanda yeterli başarı elde edildiğini söylemek olası değil. Hastalıkların biyolojik kökenlerine artan ilginin psikososyal ve ekonomik bir çerçeveden yoksun olması bu nedensellik ilişkisinin nesnel olarak da ortaya konmasını ketleyen bir ortam yaratmaktadır. Oysa son yıllarda daha belirgin olmak üzere yoksulluk, kötü yaşam koşulları, savaş, işkence, afetler gibi travmalar, sağlık ve sosyal güvencenin olmayışı, sosyal destek sistemlerini ortadan kaldıran zorunlu göç, ayrımcılık, ırkçılık gibi faktörlerin ruhsal hastalıklara yol açabileceğini, varolanları da ağırlaştırabildiğini biliyoruz. Üstelik, genetik faktörlerden farklı olarak, bu konularda iyileşme sağlamak, bu etkenleri ortadan kaldırmak daha olanaklıdır. Ayrılan Kaynaklar Yetersiz Ruhsal hastalıklar bu denli yaygın olmasına, yol açtığı olumsuz sonuçlar bu denli ağır olmasına rağmen, ülkemizde ruh sağlığına ayrılan kaynakların yetersiz olduğunu vurgulamamız gerekir. Ruh sağlığı hizmetlerine ayrılan yatak sayısı olması gerekenin çok altındandır. Neredeyse onda biridir. Ülkemiz, bu konuda Avrupa ülkeleri arasında sonuncu sırada yer almaktadır. Ülkemizde yüz bin kişiye düşen ruh hekimi sayısı 1.6’dır. Dünya ortalaması yüzde 4 iken, Avrupa ülkelerinde bu oran yüzde 9’dur. Türkiye’deki oran, dünya ortalamasının yarısı, Avrupa ortalamasının ise ancak 1/6’sıdır. Hemşire, psikolog ve sosyal hizmet uzmanı sayısı çok azdır ve olanların büyük kısmı da sağlık sistemi içinde asal işlevlerinin çok uzağında çalıştırılmaktadırlar. Bugüne dek bu sorunların aşılmasında hem küresel hem de yerel ölçekte yeterli çaba gösterildiği de gözlenmemiştir. Ülkemizde 100 bin kişiye düşen yatak sayısı 12 iken, dünya ortalaması 40, Avrupa ortalama ise 100 binde 93’tür. Altını çizmeliyim ki, ruh sağlığını tüm dünya ve tüm toplumlar için bir öncelik haline getirmek, ruh sağlığına ilişkin tüm yasal düzenlemeleri, ruh sağlığı politikalarını ve uygulamalarını sağlık gündeminin öncelikli konusu haline getirmeyi gerektiriyor. Unutulmamalıdır ki, bu sorunların aşılması kamusal nitelikli, eşit, ücretsiz, ulaşılabilir ve kapsayıcı, bütünlüklü bir ruh sağlığı sisteminin yaşama geçirilmesini zorunlu kılmaktadır. Öncelikle sağlığı geliştirmeyi, ruhsal ve fiziksel hastalıkları önlemeyi, tedaviyi, rehabilitasyonu, bakımı ve iyileşmeyi kapsayan bütünlüklü ve etkili bir ruh sağlığı sistemine ihtiyacımız olduğunu vurgulamamız gerekir. Bunun çözümü için öncelikli olarak Zambia’da, Afganistan’da bile var olan ama henüz ülkemizde olmayan, hem hastaların, hem de ruh sağlığı çalışanlarının hak ve yükümlülüklerini düzenleyen bir “Ruh Sağlığı Yasası” çıkarılması büyük önem taşıyor. Ulusal Ruh Sağlığı Politikası 2005 yılında DSÖ tarafından Helsinki’de gerçekleştirilen, Sağlık Bakanlığı’nın da resmi olarak ruh sağlığının iyileştirilmesine yönelik toplantıda ruh sağlığı konusunda toplumun ve meslek gruplarının bilinçlendirilmesi, eşitsizliğin ve ayrımcılığın ortadan kaldırılması, riskli ve dezavantajlı toplum kesimlerine yönelik programların uygulanması, ruhsal hastalıklarına yol açan etkenlerin ortadan kaldırılması, etkenle temasın önlenmesi ya da bireyin bağışık kılınmasını önceleyen, erken tanı ve uygun tedavinin beklenmeden uygulanması, ortaya çıkan kayıpların ortadan kaldırılarak bireyin rehabilite edilmesini içeren bütünlüklü bir ruh sağlığı isteminin yaşama geçirilmesi, ruh sağlığına daha çok kaynak ayrılması, uzmanlaşmış ekiplerin oluşturulması yönünde kararlar almıştır. Sağlık Bakanlığı bu karar metnine imza koymuş olmasına karşın bu yönde yeterince çaba göstermemiş durumdadır. Tüm eksik ve zaaflarına karşın 2006 yılında resmi belgeye dönüşen Ulusal Ruh Sağlığı Politikası’nı yaşama geçirmek için bile herhangi bir çalışma şimdiye dek başlatılmamıştır. Yasa Bir An Önce Çıkarılmalı Ruh Sağlığı Yasası’nın en kısa zamanda çıkarılması ve ilişkili hukuksal mevzuatın düzenlenmesi için ilgili tüm kurumlar harekete geçmelidir. Varolan temel ruh sağlığı sorunlarının çözülmesi, bir insan hakkı olarak ruh sağlığının geliştirilmesi için ruh sağlığına ayrılan kaynağın artırılması, var olan personel eksikliğinin giderilmesi, alanda çalışan tüm uzman ve diğer yardımcı sağlık çalışanı sayısının artırılması, psikiyatri yatak sayısının artırılması, gündüz hastaneleri, ayakta takip ve tedavi birimlerinin sayısının ve niteliğinin artırılması gerekmektedir. Ruhsal hastalıkları henüz ortaya çıkmadan önleyen, risk etkenlerini ortadan kaldıran ya da bu etkenlerle karşılaşmayı engelleyen, koruyucu ve önleyici çalışmalara ağırlık veren bir yaklaşıma öncelenmeli ve bu yaygınlaştırılmalıdır. Tüm bunların sağlıklı biçimde yaşama geçirilmesi öncelikle ruh sağlığı ile ilgili bu sorunların kamusal bir sağlık sistemi anlayışı içinde çözülmesiyle olanaklı olacaktır. Ruh sağlığı öncelikli olmalıdır. Salt bireysel değil, toplumsal bir öncelik olmalıdır. Salt bireyin değil, devletin, yönetimin, siyaseti biçimlendirenlerin önceliği olmalıdır. Ruh sağlığı bir ticaret nesnesi değil bir anayasal hak olarak anlaşılmalıdır. Ancak bu yolla sağlıklı kuşaklar yetiştirebileceğiz... Ruhsal sağlık olmadan sağlık olmaz! BURHANETTİN KAYA Doç. Dr., Türkiye Psikiyatri Derneği MYK üyesi
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
![]() ![]()
| Tüm Yazarlar |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
|
![]() |