|
|
Yıldızlar, kahramanlar ve hayatı kaçırmakKategori: Yaşam | 2 Yorum | Yazan: Deniz Günal | 11 Ekim 2008 10:31:27 Dışarda harika bir ilkyaz var. Kuşların cıvıltıları, görüntü kutumun sesini bastırıyor. Perdeler kapalı, dışardaki mavi ışıklı gün sızıyor yine de. Çağırıyor ama her türlü güzellik birileriyle paylaşırken güzel. Dışardaki pırıltılı, cıvıltılı, mavi günü şimdilik kendi haline bırakıyorum ki son günlerde içimden geçenleri ya da içinden geçtiklerimi birileriyle paylaşabileyim.
Yıldızlar Gece gökyüzünde ışıldayan yıldızlar değil. Hayatımızın içindeki yanıp sönen fosforlu yıldızlar. Yanıp sönmelerinin, fosforlarının nedeni biziz. Yarattığımız bu şahane uygarlık. Öyle şahane ki uygarlığımız, parıltıları içinde, bireyin öz güven, kendine saygı, insan olmanın hakkını verme özlemleri söndü gitti. Yıldızlarımız.... Bazıları yaptıkları, birikimleri, yetenekleri ile bir değer taşıyorlar. Ama taşıdıkları, topluma kattıkları değer yetmiyor. Tüketim toplumuyuz. Tüketmek için özendirilmemiz gerekiyor. Yıldızlarımızın, değer üretme yetenekleri sattırma, özendirme işlevine dönüşüyor. Bu onların işleviyse de izin veren biziz. Onlara hayran oluyoruz. Onlar da caka satarak ortada dolaşıyor, her konuda ahkam kesiyor, bize davranışları ile yaşamları ile alçak gönüllü gerçek birer örnek olma yerine, sürekli akıl vermeye, gözümüzü kamaştırmaya uğraşıyorlar. Gerçek bir değer yıldızlaşamaz. Birikimlerini, yeteneklerini, üretme, yaratma, paylaşma aşkını, alçak gönüllüce, kendi serüveni olarak yaşar. O, içten, dürüst, hüzün ve coşku dolu gerçek bir emekçidir. Onun geceleri gökyüzünde ışıldayan yıldızlardan bir farkı yoktur aslında, onu gerçekte tanımayız, bilmeyiz. Ama ışığı bize gelir. Gözümüzü almaz. Gönlümüzü yüceltir. Hadi, yaptıkları, birikimleri ile nitelikleri olan, ama egoları tüketim toplumu yaratma özlemlerinde hizmet gören kişilere eyvallah diyelim. Hiç değilse bir değer üretiyorlar. Bir de ne kişilikleri ne yaşam birikimleri ile hiç bir nitelikleri olmayan, hiç bir değer üretmeyen, tam tersine değer yozlaşması, kültürel kirlilik yaratan kişiler var. Fosforlu yıldızlar. Arkadaşını söyle kim olduğunu söyleyim der ya büyüklerimiz, yıldızını söyle kim olduğunu söyleyim demek daha doğru. Hatta toplum için de bu geçerli. Kimleri tepesine çıkardığına bak, notunu ver topluma. Yıldızları fosforlu pırıltıları ile bir kenara bırakalım. Bir de kahramanlarımız var. Kahramanlar Aslında bu yazının, konusu dışardaki nefis ilkyaz olmalıydı. Hatta böyle bir yazı, şu dışardaki mavi ışıklı ilkyaz yüzünden hiç yazılamamalıydı. Ama dünyanın her yanında takır takır öldüren, ölen insanların, ama en çok bizim topraklarımızda yaşanan acıların sonunu göremediğim için kahrolduğumdan yazıyorum. O yüzden yıldızlara, kahramanlara yeter diyen ruh halimle yazıyorum. Bizim topraklarımızda ya da Mezopotamyanın yaşlı, kederli, çok katmanlı topraklarında kahramanlar, yaşamayı değil gümbür gümbür öldürüp, ölmeyi becerenlerdir. Ha, arada bir Mustafa Kemal’ler de çıkar. –İddialı oldu! Bir tane çıktı başka da yok.- Ama onlar uzun süre gönüllerde kahraman olarak bırakılmaz. Çünkü Mezopotamya, başaranı, hayatın, aklın yanında olanı değil, öleni, beceremeyeni anlar, onda kendini bulur. Bu coğrafyaya, Almanları Fransızları da yerleştirsen bize benzerdi, o yüzden kimse alınmasın. Amacım laf kalabalığına boğup bu coğrafyanın insanını aşağılamak, Batı kültürüne övgüler düzmek değil. Bir anne, ortayaşını süren bir kadın, kederli Mezopotamya topraklarından geçmiş ataları olan herhangi bir Anadolulu ve de elbette bir Türk olarak yazıyorum. Ki Türk deyince, rencide olup duranlara da bir sözüm var. Bu topraklardan geçen insanlardan gelince, başka şey olarak da çıkabilirdim ama Türk olarak çıktım ortaya, bir rastlantı, övünülecek ya da yerinecek değil, iyi kötü herşeyiyle kucaklanacak bir durum olarak yani. Ve böyle bir kadın olarak yüreğim haykırıyor. Tek başına haykırıyor ama bir yürek tek başına haykırabilir yalnızca. Böyle tek başına haykıran diğer yürekler gibi. Bu coğrafyaya ölen, öldüren kahramanlar yetti artık! Aslında kahramanlar yaratıp duran bu kültür de yetti! Hem de ‘ne olursan ol gel’ diyen topraklarda akıtıyoruz bunca kanı sonra da kahramanlar yaratıyoruz. Ölüm varsa bu dünyada zulüm var.... diyor türkümüz. Ama ölüm taraf tutmuyor. Sonunda gelip herkesi buluyor. Sanırım iyice anlamamız gerekiyor. Yaşamayı yaşatmayı beceremediğimiz için bu kadar kahraman çıkarıyoruz. Gerçek bir uygarlık yaşama aşıktır. Kahramanları olmaz. Olamaz. Kahramanlarımız bizim şanımız değil, yaralı, ezilmiş, incinmiş, kırılmış yanlarımızı sardığımız, sakladığımız şanssızlar. Zayıflıklarımızı, ezilmiş, incinmiş yanlarımızı akılla anlayıp kavrayabilir, çareyi akılla bulursak, serinkanlılıkla kapatabilirsek şefkatli bir toplumun yolunu da açabiliriz. Toplumların bunu ha deyip de yapması çok zor. Ama bireylerin kendi yaşamlarında bunu uygulamaya başlaması hiç zor değil. Ben olmak İnsanlara teker teker bakabilir miyiz? Hiç kimseyi ‘onlar’, kendimizi herhangi bir ‘biz’ sınfına sokmadan, yalnızca ‘ben’ olarak kalıp başka her insana bir başka ‘ben’ ya da bir başka ‘sen’ ‘o’ olarak bakabilir miyiz? Kimseyle birlikte ‘biz’ olmak istemiyorum. Kimseye karşı bir ‘biz’in içinde yer almayacağım. Hiç bir duygu, düşünce ya da kimliği ne olursa olsun bir başka insanı ‘onlar’ sınfına sokmayacağım. Diyebilir miyiz? Eğer bunu diyemezsek, hep bir şeylere taraf olacağız. Hep bir yerde bir ‘biz’in içinde olacağız. ‘Biz’imiz ne kadar güçlüyse o kadar haklı ya da o kadar şiddetli, ne kadar şiddetliyse o kadar zalim olacağız. Hangi ‘biz’in içinde olduğumuz ne farkeder? ‘Biz’ hep sınırlarını koyacak. Eylemlerimize değil, aklımıza, duygularımıza, hatta vijdanımıza da sınırlarını dayatacak. Israrla, inatla, hep ve yalnızca ‘ben’ olamadıkça hayatı hep kaçıracağız. Uzaklardaki gerçek yıldızların ışıltısını da. Yine de güzel olan bir şey var. O yıldızlar hep ışıldayacaklar.
Yorumlarnihat ziyalan
{ 14 Ekim 2008 05:05:07 }
EDİP'İN YORUMU
deniz'in yazısı kadar edip'in yorumu da sıcak, içten. hayat işte... dostlukla. nihat Oğul
{ 11 Ekim 2008 22:14:45 }
Uzaklarda, ışıltılı baharı yaşarken bunları yazıyorsun, burada kış yüzünü döndü bize, öylesine soğuk ki hava ellerimizi, buharlı nefesimizle ısıtmaya çalışıyoruz. Ölüm korkusu her an aklımızda yaşıyoruz burada. Nekadar güzel olur ölümü düşünürken sonbaharı yaşamak artık orasını siz düşünün. Güzellik paylaşıldıkça güzel olur demişsin güzel annem ; zorluklar da paylaştıkça kolaylaşıyor bir dağ köyünde tek başına yaşamak çok zor, bunu çok azda olsa biliyorsun. belki bir kış gecesinde, damda kar kürüdüğüm vakit yıldızların nekadar güzel olduğunu sevdiğim biri ile izlesem anlarım, ama gecenin zifiri karanlığında aklında terör gibi bir korku ile dama çaktığında aklına gelen şey yıldızlar olmuyor, kafanı kaldırıpta gök yüzüne bakmıyorsun bile, yasadığın hayata olanca gücünle sövüyorsun.
Diğer Sayfalar: 1. 1 ay sonra askere gideceğim, sence kahraman mı olmak istiyorum yoksa sağ salm evime ,alememi dönmek istiyorum; sen benim annemsin sen nasıl olmasını istersin, kahramanca şehit olmamı mı, yoksa evime sevdiklerime mi dönmemi istersin. Hayat yaşadığın ortama göre şekilleriniyor, Hani demişsin ya Türk olarak doğmuşum, tamamen tesadüf diye, işte bende tamam tesadüfi olarak zengin çocuğu doğmayı isterdim, o vakit hiç uğruna ölmek gibi bir korkum olmazdı. Birgün yıldızları korkuzca izlemeyi, ölüm korkusu olmadan yaşamayı, sıcak evimde sevdkleirimin dizinin dibinde kitap okuyup romalar yazmayı hayal ediyorum da nede güzel olur demi? Sabah Bitlis'in br dağ köyünde olmak yerine denize karşı bir evde uyanmayı çok istiyorum. Bu yorum sadece senin ilk parağrafın içindi. Gerisini, KAHRAMANLAR ve BEN OLAM kısmını bizzat sana yazarım artık. Bana kızmaasın karamsar yorumum için ama senin yazını okurken ne kadar da mutlu olduğunu hissettim, azda olsa kıskandım. BEnde senin yanında olmak ve mutluluğunu paylaşmak isterdim. Oğlun EDİP.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|