|
"SON BAKIŞ" Senegal - DakarKategori: Anılar | 0 Yorum | Yazan: Pınar Özkan | 07 Ekim 2008 11:57:29 Fildişi'li yolcularımız beyaz elbiseleriyle Abijan havalimanında uçağı terkediyorlar. Hepsi gülümsüyor, heyecanlılar. Az sonra terminalde onları karşılamaya gelmiş ailelerine kavuşacaklar. Artık onlar "hacı", kendileriyle gurur duyuyorlar. Hacca gitmek cok az sayıda Fildişi'linin elde edebileceği bir şans. Uçakta kalan yolcularımız ise Senegal'li, yakıt alıp Dakar'a devam edeceğiz.
Terminal kalabalık, bir telaş, bir hareketlilik var. Süremizi sonuna kadar kullanıp kalabalıkları yararak duty free torbalarımızla koştura koştura uçağa dönüyoruz. Kalkış hazırlıkları son sürat yapılıyor. Kaptan “kapıları kapatın” diyor, hiç beklemeden pist başında yerimizi alıyoruz. Uçuş süremiz 1,5 saat, uçağın yarısı boş. Ekip Dakar yatısını konuşmaya başladı bile. Bu akşam ve yarın tüm gün Dakar’dayız. Gece Cidde’ye döneceğiz. Dakar’ı seviyorum, canayakın güzel insanları var. Müzikleri ve dansları etkileyici. Geçen sefer ordan aldığım renkli pantolonları hala giyiyorum, abanoz ağacından yapılmış maskları ve bibloları İstanbul’daki odamı süslüyor. Bu gelişimde eşe dosta söz verdim, listeler elimde eli boş dönemem. Kalkıştan hemen sonra servisimizi bitirip yolcularla sohbete baslıyoruz, biraz İngilizce biraz Fransızca. Şarkılarını çok sevdiğim Senegal’li şarkıcı Youssou N’dour ‘u soruyorum. Çoğu ilgilenmiyor, belki Paris’de evi olduğu için ve genellikle orda kaldığı için tanımıyorlardır diye düşünüyorum. Şarkılarını genellikle Fransızca söylüyor zaten, araya Volofça cümleler katıyor hatta biraz da İngilizce. Kulak misafiri olan genç rehber cocuk “ben tanıyorum” diye atılıyor. Dakar’da bir gece klübü işlettiğini, Paris dönüşleri kendi klübünde şarkı söylediğinden bahsedip bir kağıda adresini yazıp bana uzatıyor. Şaşkınlık ve sevincimi görünce tüm beyaz dişlerini sergileyerek keyifleniyor. Yine aynı rehber, ekibe alışveriş yapmaları için ucuz marketlerin adreslerini de veriyor. Ardından ekliyor. Unutmayın siz beyazlar için her zaman tehlike vardır, bunlar turistik marketler değil, yanınızda ben olursam sizler için daha iyi olur. Ekiptekiler rehber çocukla anlaşıyorlar. Ben henüz karar vermedim, bazı marketleri daha önce gezmiştim. Benim niyetim “Goree” adasını görmek. Beraber gitmek için birkaç kişiyi ikna etmeye calışıyorum, tamam, olur, bakarız şeklinde geçiştiriyorlar. Türbülansız, sakin bir uçuşun ardından Dakar’a yumuşak iniş yapıyoruz. Uçuş bitimi keyfiyle yolcularımızı uğurluyoruz. Geldiğimiz otel, okyanus kıyısında çok yıldızlı olmanın lüksünü taşımakla beraber Senegal’in otantik havasını yansıtıyor. Gercekten güzel bir otel. Anahtarlarımızı aldıktan sonra, resepsiyon görevlisine yanaşıp Youssou N’dour’un klüb adresini soruyorum. Bu adresin arabayla bizim otele sadece 20 dak. uzaklıkta olduğunu söylüyor, heyecanlanıyorum. Ekipten iki arkadaşa bahsediyorum tamam gidelim diyorlar. İzlandalı teknisyenlerden biri ben de gelirim diyor. Bir saat sonra lobide buluşmaya karar veriyoruz. Ilık duşumu alırken, Youssou N’dour Paris’de bile olsa en azından klübünü görmüş olur, Senegal müzikleri dinleriz diye geçiriyorum içimden. Ya bir de ordaysa? Rehber cocuk acaba doğru mu söyledi? O klüb varsa bile sahibi Youssou N’dour mudur ? Makyajımı yaparken şarkılarını söylemeye çalışıyorum bozuk Fransızcamla. Lobide sözleştiğimiz saatte buluşuyoruz. İzlandalı teknisyen üniformasız halimize iltifat ediyor, gülüşüp çağırdığımız taksiye biniyoruz. Taksi sürücüsü kağıtta yazılı klübün adını görünce adresi bir daha sormuyor. Demek ki boyle bir klüb var, doğru izdeyiz. İyi veya kötü olduğunu anlayamadığımız bir semte geliyoruz. Dışarısı kalabalık, pek turist yok gibi, klüpten içeri giriyoruz. İçerisi o semte uymayan bir atmosferde, gençler yerel elbiseler değil, batılı gibi giyinmişler, Senegal müzikleriyle dans ediyorlar. Yüksek volümlü müziğe karşın birkaç kişiye buranın Youssou N’dour’a mı ait olduğunu soruyorum, evet yanıtını alınca, ne uykum ne de uçuş yorgunluğum kalıyor. Senegal müzikleri ve danslarının enerjisiyle de iyice kendimize geliyoruz. Ortalıkta bizden başka turist (ya da beyaz) görmüyorum. Gençler yanımıza yaklaşıp danslarını öğretiyorlar bize. İçki içip hayli tepindikten ve sırılsıklam terledikten sonra bir köşeye oturuyoruz. Saat 12.00’yi geçiyor. Napalım dönelim mi ? Öğreniyorum ki, mutlaka bir müzik gurubu çıkıyormuş. Sahnede bir takım hazırlıklar başladı bile, müzik aletleri yerleştiriliyor, mikrofon ve anfiler ayarlanıyor, dansedenler yavaş yavaş buldukları yerlere oturmaya baslıyorlar. Yerel Senegal kıyafetleri giymiş müzisyenler müzik aletlerinin başlarına gelmeye başladılar. Akortlar yapılıyor, oldukça kalabalık bir gurup bu. Ve çalmaya başlıyorlar. Nasıl güzel bir muzik bu . Gurup bir süre çaldıktan sonra sanki şimdi başlıyorlarmış gibi yeni bir parçaya daha yüksek tonda giriyorlar. Müzisyenleri aydınlatan ışıklar kararıyor, tek bir güçlü parlak ışık beyaz şalvar, beyaz gömlek giymiş yalınayak bir adamı aydınlatıyor şimdi. Evet bu O! CD kapaklarında minyon, kısa boylu görünen Youssou N’dour, aslında uzun, zayıf, tipik bir Senegal’li ve ne kadar büyüleyici…inanamıyorum. Birbiri ardına son albümünden şarkılar söyledikten sonra eski şarkılarına dönüyor. Nasılsa beni burda tanıyan kimse yok, gözyaşlarımı bırakıyorum. Yatağa uzandığımda saat kimbilir kaçtı? Önemli mi? Ayaklarımın sızladığını biran farkedip yine de gülümseyerek hemen uykuya dalıyorum. Çok değil, birkaç saat sonra horozum öttü. Ayaklarım hala sızlıyor, ayılmanın en güzel yolu ılık bir duş almak hemen yapıyorum. Giyinip kahvaltıya iniyorum. Akşam gelmeleri için ikna ettiğim klüp arkadaşlarım acaba kalkabildiler mi? Gelmezlerse Goree adasına ben kendim giderim, bir kere taktım kafaya. Kahvaltı sonunda akşamki ekiple yorgun ama istekli biraraya geliyoruz. Taksiye atlayıp limana doğru yol alıyoruz. Adaya tekneler kalkıyor. Zaten karadan rahatlıkla görülebilecek uzaklıkta. Yeterli sayıda insanı bulunca hareket ediyoruz. Bu ada ile ilgili tek bildiğim; köle ticareti yapılan yıllarda Afrikalı kölelerin toplandığı ve gemilere bindirilip Kuzey ve Güney Amerika’ya yollandığı tarihi bir yer olduğu. Şimdi ise bir açık hava müzesi. Kısa bir yolculuktan sonra adaya yaklaşıyoruz, Senegalli rehber anlatmaya başladı bile. Afrikanın çeşitli ülkelerinden getirilen insanları bu adada topluyorlardı. Birazdan gezeceğimiz yerler, bu toplanan insanların yolculuğa çıkmadan önce barındırıldıkları bir nevi hapishane. Ada oldukça küçük, tekneden iner inmez on beş dakika yürüyüp açıkhava hapishanesine geliyoruz. Belki hergün yüzlerce insana aynı şeyleri anlatan rehberin yüz ifadesinde biraz kızgınlık çokça hüzün var, sanki tüm olanlara tanık olmuş, yeniden yaşıyormuş gibi. Hapishane duvarlarına takılmış uçlarında halkalar olan bir dolu paslı zincir var. Gözümde canlandırmaya çalışıyorum, aklıma çocukken seyrettiğimiz “Kunta Kinte” filmden bazı kareler düşüyor. Boyunlara ve bileklere takılan zincirleri bir bir gösteriyor rehber. Sürekli “benim adım Kunta Kinte” diyordu filmde, boynunda ve bileklerinde zincirler vardı. Köle esirler bazen günlerce bekletilirmiş bu hapishanelerde. Rehberin peşinden limana doğru yürüyoruz. Esirleri almaya gelen gemilerin yanaştıkları limana. Zincirlere bağlı köleleri burada ailelerinden ayırır gemilere bindirirlermiş. Binmeden önce durdukları bu taşlık alan “son bakış” adını taşıyor. Köleler durup bir daha hiç göremeyecekleri ailelerine son kez bakar gemiye binerlermiş. Farkında olmadan hepimiz sözleşmiş gibi “son bakış’ta durup arkaya bakıyoruz. Tekne ana karaya dogru yol almaya baslıyor. Gitgide yaklaştığımız karaya değil, hep gerideki adaya bakarak yolculuğu bitiriyoruz.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|