Sabah erkenden kapım kırılacak gibi çalındı. Erken kalkmayacaktım,. Bugün tatil öğlene kadar uyumak istiyordum. Köyde kimse kapımı çalmazken ne oldu da sabahın köründe kıracak gibi vuruyorlar.
Apar topar kalktım. Kapıyı açmamla, derin uykumdan uyanmam bir oldu. Bugün Bayram. Köyün bütün erkekleri, bütün öğrencilerim toplanmış kapıma gelmişler.
İçeri davet etsem her yan dağınık.... Etmesem olmaz. Çekildim yana.
Buyrun.
Küçücük odama bu kadar kişi nasıl sığacak.
Öğrencilerim kapıda elimi öpmeye başladı. Onlara şeker verdim. İçeri girmeden gittiler.
Ben nasıl sığdıracağım bu kadar adamı diye dertlenirken onlar, yatağımı toplamışlar, akşamdan kalma yemek masasının üstündekileri mutfağa götürmüş, biri yıkarken duvar boyunca dizilmişlerdi bile.
Hemen sağdan başladım bayramlaşmaya. Çünkü orada Ahmet Amca var. Köyün en yaşlısı. Hiç aklıma gelmezdi onun da kalkıp geleceği. Köyde ilk bayramım. Köyün en yaşlısı bile kalkmış öğretmenin ayağına bayram kutlamaya gelmiş. Onurlandım, mutlu oldum, mahcup oldum.
Ahmet amcanın başında, yüzü gibi yılların izini taşıyan eski sarığı yok bugün, siyah kırmızılı bir sarık takmış özenle. Ağır ama güzel bir koku sürmüş. Yünden el örgüsü, desenli kırmızı beyaz çoraplar giymiş. Ellerini öpmek istedim.
Estağfurullah, hoce, olamaz. Dedi hep gülen güzleri ile. Yanaklarımdan öptü beni. Ama nasıl bir öpüş. Babam bile beni böyle öpmemişti. Ağlayacaktım neredeyse.
Ahmet amcanın yanında, sarı saçlı, çakır gözlü, tanıdığım en utangaç adam olan İkram amca duruyordu. O da güzel kokuyordu. Elini öptürmedi. Beni öpmekten de çekindi. Ama sıcacık eliyle elimi sıkarken sanki, senin kimsen yok burada ama biz varız, hiç korkma, üzülme diyordu.
Onun yanında, Muzaffer, Salih, Arif, Nusret, Gürgin amcalar vardı. Karşı duvarın dibine de daha genç olanlar, Nihat, Ömer, Hüsamettin, Şirin, Tahsin sıralanmıştı.
Hepsiyle tek tek bayramlaştım. Burada bayramlar nasıl olur merak ediyordum, sordum. Bütün evler dolaşılır, sonra ziyarete gidilirmiş. Ziyaret dedikleri mezarlık ziyareti. Bir de köyün yakınındaki Akşar karakoluna giderlermiş her bayram. Oradaki askerler de garip kalmasın diye. Öğleye kalmaz hayat eskisine döner dediler. İnanamadım.
Madem hepsi bu, ben de sizinle karakola bayramlaşmaya geleyim dedim. Önce bir çay demledim. Onlar sigaralarını sarıp tüttürürken, traşımı oldum, temizce giyindim. Beraberce karakola bayramlaşmaya gitik. Döndüğümüzde öğlen olmamıştı.
Üstümü değiştirdim kapının önüne çıktım, ne göreyim. Tam da dedikleri gibi. Ahmet amca, sarığını değiştirmiş, elinde baltası, dere boyuna ağaç kesmeye iniyor.
Ahmet amca. Bugün bayram, çalışmasan olmaz mı?
Olmaz hocam. Hiç olmaz. Bayram bitti, şimdi iş vakti.
Romatizmadan tutmaz hale gelmiş bacaklarına karşın ağır ağır uzaklaştı.
Ne o gün ne sonraki gün, köye diğer köylerden bayramlaşmaya gelen görmedim. Giden de görmedim. Başka şehirlerden kızları, oğulları da gelmedi. Sordum. Niye böyle olması gerektiğini anlamadılar.
Hocam ne gerek var.
Hayatları çok zor, hep çalışmaları gerekiyor anlıyorum da, komşu köylerle bayramlaşmamalarını anlayamıyorum.
Burada dağlar yüksek, geceler uzun, bayramlar da kısa.
***
Yazarın okuyucuya (özellikle sevgili öğretmenimiz Edip Ceyhan'ın vefalı okuyucusuna) notu:
Bu bayramda Edip, Ağılözü'nde değil. Yukarıdaki küçük öykü, Edip'in köyde yaşadığı ilk bayramın anısından kurgulandı. Kurguda gerçek olaylar bozulmadı, anlatımın dili sadeleştirildi, atlanmış bazı ayrıntılar öyküye katıldı.
Şeker Bayramınızın şeker gibi geçmesi dileğimle.....
30 Eylül 2008 - Deniz Günal