|
|
Körün Tarif Ettiği Devrim!Kategori: Ayorum Güncel | 0 Yorum | 21 Eylül 2008 10:32:43 Şimdi 60 yaş civarında olan bizlerin gençliğinde dünyayı altüst eden devrim dalgasının üstünden 40 yıl geçti. Bugün o eşsiz 1968 yılı bize hâlâ göz kırpıyor, hem kırk yıl öncenin isyancılarını, hem de o günleri yaşamamış günümüz gençlerini kendisiyle hesaplaşmaya çağırıyor. 1968 neydi, nedir?
Kemalistlik miydi? Komünistlik miydi? Özgürlük müydü? Belki boruydu, belki sütundu, belki yelkendi. Çok sayıda körün kendi değdiği yerden tarif ettiği bir fildi. Üstelik bu körlerin hepsi bir ölçüde haklıydı, çünkü biz "körler", 68'i birbirinden çok farklı ve çelişen biçimlerde yaşamış ve algılamıştık. Bütünsel bir bakış ancak kırk yıl sonra, toplumun içinden ve küresel bir perspektifle mümkün olabiliyor. 1968'in eşiğindeki dünyayı hatırlayalım: Gezegenimiz iki büyük ekonomik ve siyasi nüfuz alanına bölünmüş, yaşayan herkesi üçer kez öldürebilecek nükleer bombaların, kimyasal silahların ve ortaçağın veba salgınlarını aratmayacak biyolojik tehditlerin gölgesindeydi. Kapitalist dünyada gençler, yarın içinde yer alacakları piyasa ekonomisinde birer altın prangalı köle haline geleceklerini görüyor, kurulu düzene karşı soldaki en köklü ve giderek daha radikalleşen çözümlerden medet umuyorlardı. Sosyalist dünyada gençler, amansız parti sultasının ve kumanda ekonomisinin yarattığı yeni tufeylîlere, egemen ideolojiyi topluma deli gömleği gibi giydiren ve giderek tutuculaşan bürokratik elite karşı kapitalist dünyanın liberal can damarlarına sarılıyorlardı. Tepişen bu iki dünyanın arasında kalan ve ayak altında ezilen Üçüncü Dünya ülkelerinin çoğunda ise, onları "kapitalizmin emperyalizminden" ve/veya "komünizmin esaretinden" kurtarmış olmakla öğünen yeni bir bürokrat burjuvazi ve onun eteklerinde palazlanan açgözlü bir "milli burjuvazi" tarafından kurulan yağmacı rejimler hüküm sürmekteydi. 17. Yüzyılda uluslaşma süreciyle başlayarak bütün Avrupaya yayılan ve özellikle emperyalizm çağında dünyayı kucaklayan demokratik devrim, ulusallık batağına saplanmış, küreselleşememiş, paylaşım savaşları ve etnik temizlik politikaları içinde boğulup kalmıştı. Burjuva devriminin "Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik" haykırışı, artık hasretle anılan bir hayaldi. Egemen sınıf ve zümreler, enformasyon ve iktidar tekeline sımsıkı yapışmış, değişimi engellemek için her mevzide direniyorlardı. Öte yandan, bu deli gömleği giydirilmiş dünyada bilim yeni çığırlar açmakta, teknoloji görülmedik bir hızla ilerlemekte, üretici güçler dizginsiz gelişmekteydi. Dünyanın en sapa yerleri bile birbirini biliyor ve birbiriyle haberleşebiliyordu. Üretim süreçlerinde sermayenin rolü, donmuş emeğin biriktirilmesi ve yoğunlaştırılmasından çok, donmuş enformasyonun biriktirilmesi ve yoğunlaştırılması haline gelmişti. Emeğin rolü ise güç girdilerinden (pazılardan) giderek enformasyon girdilerine (beyinlere) doğru kayıyordu. Artık işçi sınıfının da kaybedecek koca bir dünyası vardı. Dünyanın sorumluluğu egemen sınıflara mensup yaşlı başlı insanların tekelinden çıkmış, yarının dünyasına sahip çıkmaya başlayan her sınıftan gençlerin âcil ve yakıcı sorumluluğu haline gelmişti. Kurulu düzenin kalıpları dünyaya dar geliyordu. Artık bir şeylerin patlak vereceği, fırtına bekleyen karanlık gökyüzü ve elektrik yüklü toprak gibi ayan beyandı. Ama beklenen ayaklanmanın ilk kıvılcımı hiç beklenmedik bir yerde, sosyalist bir tarım ülkesi olan Çin’de çakacaktı. İsyan Haktır! 25 Mayıs 1966 günü Pekin Üniversitesinde, ertesi gün de Zinhua Üniversitesinde forum düzenleyen öğrenciler, "İsyan Haktır!" başlıklı posterlerle rektörü ve parti yetkililerini eleştiren, yerel parti komitelerini hedef gösteren Devrimci Komiteler kurdular. Bunu izleyen beş yıl boyunca Çin'in tüm eyaletlerinde okul, fabrika ve köy komünlerine yayılan forumlar ve Devrimci Komiteler, iktidarı parti komitelerinin elinden almak için uğraşacaklardı. Bu kaotik mücadelede çok çeşitli fikirler ortaya çıkarak çarpışıyor, rakip fraksiyonlar arasında bazen ağır silahların bile kullanıldığı kanlı çatışmalar çıkıyordu. Çin'deki Kültür Devrimi tüm dünyada dikkat ve heyecanla izlenir olmuştu. 22 Mart 1968'de Paris Üniversitesinin Nanterre yerleşkesindeki öğrenci forumunu ve işgali, Mayıs ayında Sorbonne ve diğer üniversitelerde sonra da liselerde patlak veren başkaldırı ve işgaller izledi. CGT ve diğer sendikalar, işçileri dizginlemek için genel greve gittiler, fakat genç işçilerin forumlarda toplanarak çalıştıkları fabrikaları işgal etmesini önleyemediler. Fransa Komünist Partisi, doğan devrimci durumdan yararlanmak yerine, burjuva toplumuna ve demokrasiye sahip çıkmayı tercih etmişti. Türkiye'de ve ODTÜ'de 68 Dünyayı saran bu devrim dalgası Almanya, İspanya, Mısır, Meksika, İngiltere, Kanada, ABD, Çekoslovakya ve Polonya'nın yanısıra, bir çok ülke gibi Türkiye'de de sesini buldu. Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde başlayan işgal kısa sürede İstanbul ve diğer yerlerdeki üniversitelere de yayıldı. Öğrenci kaynaşmasına grev dalgaları, köylülerin talep ve protestoları eşlik ediyor, Kürtlerin ve ezilen tüm diğer kesimlerin rahatsızlıkları su yüzüne çıkıyordu. ODTÜ'de devrimci dalganın büyük yükselişi ise, 6 Ocak 1969'da Komer'in arabasının tutuşturulmasıyla başlayarak yaşanacaktı Diğer bir çok geri kalmış ülke gibi, Türkiye'deki devrimci yükselişe Küba, Vietnam ve Filistin'den esinlenen ulusal ağırlıklı mücadele damgasını vurdu ve Marksist dünya görüşü ile bürokrat burjuvazinin dünya görüşünü içinden çıkılamaz bir biçimde kaynaştırdı. Filin kuyruğunu bu noktadan yakalayanlar açısından, 1968, "ABD Defol!" diye etiketlenerek toplumsal belleğe kazınacak ve Komünistlik/Kemalistlik düalitesi, 68 devrimcilerinin bir çoğuna, bugüne kadar süregelen bir kişilik bölünmesi ve çift kişilikli olma hali biçiminde yansıyacaktı. 1968 olaylarına sahne olan her ülkede, gençler yönetime katılma, emperyalizmle mücadele, toprak reformu, ifade hürriyeti, bağımsızlık, taban fiyatları, cinsel özgürlük, ücret artışı, tutuculukla mücadele, örgütlenme özgürlüğü, uyuşturucu serbestisi, savaş karşıtlığı, demokrasi, üniversite özerkliği, eğitimde devrim, yönetime katılma, proletarya diktatörlüğü ve bu gibi birbirinden çok farklı ve bazen birbiriyle çelişen taleplerle ayaktaydılar. Ama Çin'in köy komünlerinden Paris'in bulvar ve fabrikalarına, bahara çiçek açmış Prag'dan Peru'nun dağ köylerine, ABD'nin zenci gettolarından Türkiye'nin fabrika ve okullarına kadar yayılan isyanların ortak bir özelliği vardı: Hepsinde ve her birinde genç insanlar içine doğdukları dünyanın düzenini reddediyor, daha iyi bir dünyadan da öte "imkansızı" istiyor, farklı bir dünyayı, eski dünyanın inkarından doğan, yapısal değişim geçirmiş sınıfların şimdi farklı ideolojik platformlarda yeni kavgalarını içeren bir dünyayı hemen ve kendileri kurmaya talip oluyorlardı. Değişmeyen tek şey değişim 1968 başkaldırısı, sınıf çizgilerinin sözde keskinleşirken özde silikleştiği bir gençlik isyanı, bir kuşak çatışmasıydı. Eskinin bağrında gelişen yeninin, içinde büyüdüğü kabukla kavgasıydı. Taşlı-sopalı, toplu-tüfekli bir çatışmadan çok, insanların kafasının içindeki zıt fikirlerin meydan savaşıydı. Dünyayı değiştirmek isteyenlerle dünyanın değişmemesini isteyenleri karşı karşıya getiren ve her ikisini de geri dönülemez biçimde değiştiren bir devrimci dalgaydı. Bu devrimci dalga çatladı ve kırıldı. Direnen öncüler, geri çekilen kitlelerden koptular ve ezildiler. Kurbanlar verdiler. 68'liler görünürde yenilmişti, ama "68 ruhu", yani gençliğin özgür ve devrimci ruhu kazanacak, değişmeyen tek şeyin değişim olduğu düşüncesi 1968'i izleyen yıllarda demokratik devrimin zikzaklı rotasını ve insanlığın geleceğe giden yollarını aydınlatacaktı. İşte size bir körün, kırk yıl düşünüp taşındıktan sonra tarif ettiği devrim! Müfit Özdeş
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|