
Birinci iktidar döneminde barış eli uzatan bir mazlum parti görünmünde olan AKP, herkesi kucaklıyordu da kıymeti bilinmiyordu. İkinci AKP döneminde ise 'kucaklama' işinin boyutları ilerledi. Artık tacize doğru gidiyor. AKP, devletin gerçek sahipleri karşısında bir 'gariban hükümet' olduğu söylemi ile güçlendi.
Şimdi AKP, devlet gücünü kullanma konusunda hiç kimsenin olmadığı kadar umursamaz, sorumsuz ve kibirli.
AKP iktidarda olmanın tüm olanaklarını kullanarak, iktidarda kalıcılaşmaya çalışıyor ve siyaset tekeli oluşturma yolunda inanılmaz adımlar atarken, arkasındaki gücü ekonomik tek güce dönüştürme yolunda önünde engel tanımıyor. AKP başta Erdoğan, başka hiç bir ses istemiyor.
Kendi yandaşlarını güçlendirmek, yeni sermaye odakları yaratmak için devletin kaynaklarını kullanan AKP, bu gücünü, muhalif sesleri bastırmak için de kullanıyor.
Karadeniz sahil yolu projesi ile Cengiz Holding'i, ATV ve Sabah ile Çalık Holding'i büyüten AKP iktidarı, bu süreçte, çıkarlarının çatıştığı birçok büyük sermaye grubunu da yok etme yada en azından zayıflatma çabasında.
Son dönemde gündeme gelen başlıkları bir hatırlayalım:
- AKP Genel Başkan Yardımcısı Dişli'nin ihale takipçiliği
- Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı'nın imar planını değiştirmek için 700 bin YTL'lik ‘bağış’ alışı
- Sakarya Büyükşehir Belediye Başkanı'nın ‘vergiden muaf’lığı
- Batman İl Başkanı hakkında ‘kamu ihalelerini kendi çıkarı doğrultusunda yönlendirdiği’ gerekçesiyle çıkartılan yakalama emir
- Geçen seçim döneminde, Çanakkale, Amasya, Hatay, Samsun, Kütahya, Bingöl, Karaman ve Sinop'taki yerel yöneticilerin yolsuzluk yaptıkları iddiasıyla çeşitli tutuklama ve istifa olaylarının yaşanması
AKP'nin kendisini mutlak güç ve tek olasılık olarak yansıtmasında, en önemli rolü şüphesiz medya üstleniyor. Gönüllü destekçileri dinci basının yanı sıra, sermayesi sürekli sorgulanan Taraf gibi liberal yayın organları da, bu süreçte görev alıyor.
Bu basın kuruluşlarını destekleyen ve enformasyonla besleyen ya da yönlendiren AKP, Sabah ve ATV'yi Çalık Grubu'na vermesi örneğinde olduğu gibi, Başbakanın deyimi ile ‘kazan’ ‘kazan’ politikası güdüyor.
Kanaltürk'ün uzun süre mali takip altında tutulması ve en sonunda Fethullah’a yakınlığı ile bilinen bir grup tarafından satın alınması, AKP'nin muhalif medyaya karşı tutumunu gözler önüne seriyor.
Mizah yoluyla dahi eleştirilmesini kabullenemeyen Erdoğan, TC mahkemelerine oldukça yük bindiriyor. Bir yandan yerel basında muhalif olan sesleri, yerel gazetelerin en önemli geliri olan resmi ihale ilanlarının elektronik ortama aktarılması kararıyla oyunun dışına atıyor.
Gündemdeki Doğan Grubu'yla yaşanan tartışma, Erdoğan'ın çıkar çatışması söz konusu olduğunda, karşısındakini ‘hizaya getirmek için’ santaj dahil olmak üzere her yönteme başvurmaktan çekinmeyeceğini açıkça gözler önüne seriyor.
Doğan Grubu'nun ‘bağımsız basın’ savunusunun ne kadar doğru olduğu, sermaye, hükümet, basın ilişkileri üzerine uzun uzun konuşabiliriz, ama AKP'nin mutlak tek seslilik sağlamak istemesinin ürkütücü boyutu fazla konuşmadan da açıkca görülüyor.
Türkiye'yi ‘Küçük Amerika’ ya da ‘Amerikanın Ortadoğu ve kafkaslarn temsilcisi’ yapmak geleneğinin halefi olan AKP, bu doğrultuda en önemli dönüşümleri toplum hayatında gerçekleştiriyor.
Sosyal devlet kavramını ortadan kaldırıp, tarikatların yardımları, medya önünde cirit atanların sadakaları ile hayatlarını sürdürmeye çalışan insanlardan oluşan bir toplum yaratan AKP, devralıp katmerlendirdiği yoksulluğu, yine devletin olanaklarını ve parasını kullanarak oluşturduğu yardım paketleri ile kendisine oy sağlamak için kullanıyor.
AKP'nin önemli bir dayanağı da, polis teşkilatındaki kadrolaşma. AKP, polis teşkilatında Fethullahçı kadrolaşma ile devletin bu gücünü de kendisi için kullanma olanağı buldu. Ağzından demokrasi, özgürlük ve şeffaflık eksik olmayan AKP yönetimi, 1 Mayıs örneklerinde olduğu gibi, toplumsal olaylarda polis gücünü sonuna kadar kullanmaktan çekinmiyor ve buna yönelik itirazları, eleştirileri de kabullenmiyor.
Durumundan yakınan çiftçiye ‘Ananı da al git’, ‘Bu millet size mi çalışacak?’ diyen, yürüyen akademisyenlere ‘Ben dünyayı dolaşıyorum onlar Van'a gidiyor yahu’ ve ‘çevreci Doğan sevsinler seni’ diye seslenen, kendi değimi ile çevrecinin daniskası başbakan bir devlet adamına yakışmayacak tavırları ve kasımpaşa ağızı ile, kimi zaman da demokrasi ve hoşgörüden bahsediyor.
Demokrasi havariliği yapmayı pek seven, sık sık bir takım güç odaklarından şikayet eden Erdoğan aslında kendi güç odağını kurmaya çalışıyor ki bunun sonu diktatörlüktür.