|
|
Bilim, bilimcilikle savunulamaz!Kategori: Felsefe | 0 Yorum | Yazan: Haberci | 04 Eylül 2008 21:26:34 İngiltere'deki Newcastle Üniversitesi'nden felsefeci Mary Midgley, akıl ve akılcılık konusundaki görüşlerini şöyle dile getiriyor: 1960 yılında Bağımsız Hindistan'ın ilk başbakanı Jawaharlal Nehru şöyle yazıyordu: "Açlık, yoksulluk, pislik, bağnazlık, gözleri kör eden gelenek ve görenekler, cehalet ve boşa harcanan doğal kaynaklar gibi problemleri bilim tek başına çözebilir. Gelecek, bilimin ve bilimle iyi geçinenlerin olacaktır."
Bu satırlar, aklı yüceltmesinin yanı sıra, akla karşı çıkanlar için de bir gerekçe oluşturuyordu. Bu tür bildiriler o dönemlerde normal karşılanıyordu. Nehru’nun bildirisinde bence en kritik sözcükler “bilim tek başına” bütün bu olumsuzluklara çare oluşturmasıdır. Kaldı ki “bilimciliğin” “alameti farikası” doğa bilimlerinin diğer tüm düşünce şekillerinin üzerinde koşulsuz üstünlük kurmasıdır. Bilimcilik, hem düşüncede hem de politikada pek çok akımı etkilemiştir. Özellikle 20. yüzyılda bilimciliğin etkisi çok belirgindir; “bilimsel sosyalizm”den psikolojideki “davranışçılık” akımlarına dek pek çok hareket hep bilimcilikten etkilenmiştir. Somut olarak değerlendirildiğinde Nehru’nun önerisi tuhaf gelebilir. Örneğin Nehru’nun sıraladığı sorunların çözümü için iyi bir hukuk sistemi, iyi kurumlar, tarihi doğru algılamak gibi başka şeylere de ihtiyaç duyarız. Nehru bunu kesinlikle biliyordu, ama bilimi ilk sıraya koydu; çünkü o dönemde tüm sorunların temel nedeni dindi. Ve dinin tek panzehiri vardır. O da bilimdir. O dönemde hem Batı’da hem de Doğu’da yöneticilerin pek çoğu dini tahtından indirme misyonuna öncelik tanıyorlardı. Bu yolda en etkili silah bilimin yüceltilmesiydi. Kaldı ki Aydınlanma sürecinde, kilisenin gücüne karşı savaş açan reformcular, Hıristiyanlığı zayıflatmak için akıldan yararlanmak zorunda kalmışlardı. Ancak “akıl” belirsiz bir ifadeyi temsil ediyordu ve 20. yüzyılda aklın peşine takılanlar daha spesifik bir şeye, yani bilime, takılmayı tercih ettiler. Bunun hoş olmayan etkileri oldu. Bunlardan biri dinden kopmak istemeyenlerin önemsememeleriydi. Daha da kötüsü bilimin rakip bir din olarak ortaya çıkmasıydı. Burada temel sorun güven duymak ile ilgilidir. Neye inanmak sizi mutlu eder? Nehru’nun ifade ettiği bilime duyulan inanç mutlaktır. Bu gerçek bilimsel bulgulara uygun, nitelikli bir kabul değildir. Bu yalnızca gerçek sorulara değil, her tür sosyal, ahlaki çelişkiye yanıt veren, genel bir kurtarıcıdır. Tek bir otoriteye duyulan bu tür koşulsuz ve sonsuz güven mantıklı değildir. Hiçbir sistemin ürettiği çözüm hatasız olmadığı gibi, farklı sorunlar farklı düşünce sistematiği gerektirir. Gerçekten de bilimlerin kendisi çeşitlidir her çeşit yöntemden yararlanır. Kuşkusuz evrim gibi net, açık olgular vardır ve bu olgularda bilimsel doktrinler, bilimsel olmayan spesifik doktrinleri düzeltmekte kullanılır. Ne var ki bu gibi konular üzerindeki tartışmalar, kaçınılmaz olarak hayal gücüne dayalı vizyonların çarpışmasına sahne olur. Bu vizyonlar doğa bilimlerinin kapsama alanı dışında kalırlar. Bilim bu gibi durumlarda soruşturmayı değil ideolojiyi, otoriteyi temsil eder. Ve geçmişteki deneyimler göstermiştir ki bu ideoloji çok tuhaf unsurları da kapsar. Buna en çarpıcı örnek öjeniktir (ırkların geliştirmesi bilimi). Viktorya döneminin bilimcilerinden Francis Galton’un icat ettiği bu terim, o dönemlerde gerçek bilim olarak kabul ediliyordu. Ancak tarih sahnesine Nazilerin çıkmasıyla öjenik’in korkunç yüzü ortaya çıktı. Bir diğer örnek öjenik kadar ölümcül olmasa da 1950’li yıllarda psikolog B. F. Skinner’ın başlattığı davranışçı akımdır. Bu akım, tüm kişisel deneyim tartışmalarını psikolojinin dışına itiyordu. Bu akımın gerçek bir bilimsel dayanağı olmamakla birlikte düşünceyi felç etmekte çok başarılıydı. Gerçekten de davranışçılık, bilinç gibi ilginç bir konuyu belirsizliğin içine sürükledi. Şimdi bilinci bu içinde bulunduğu konumdan kurtarmak epey güç görünüyor. İnsanların kişisel deneyimlerini hayal veya kuruntu olarak değil, nesnel bir olgu olarak ele almak hâlâ çok kolay değil. Kuşkusuz davranışçılık projesinin de bir misyonu vardı. O da sosyal bilimleri ikinci sınıf bilim olarak tanıtmaktı. Burada amaç sosyal bilimleri ilkel, dayanaksız alışkanlıklar olarak sunmaktı. Gerçekten de son yıllarda bilime karşı açılan savaşta hedefe sosyal bilimlerin oturtulması rastlantılarla açıklanamaz. Bilimin bu şekilde savunulması doğru değildir ve bu türlü bir yaklaşım, bilimle doğrudan uğraşmayan sıradan insanların kafasını karıştırmaktan ve hatta onları bilime düşman etmekten başka bir işe yaramaz. Kaynak : Cumhuriyet Türkçesi: Reyhan Oksay
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|