A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Şekilci Dindarlık Ve Bireysel Dindarlık

Kategori Kategori: Felsefe | Yorumlar 0 Yorum | 30 Ağustos 2008 21:16:19

İnanca dayandırılarak yapılan söylemlerin yanlışlığının düzelmesi uzun zaman almaktadır. Bu olumsuz süreci düzeltmek ancak "doğru bilgi"yle olur. Ancak bu doğru bilgiye sahip ve bu bilgileri kendi çıkarları için kullanmayacak din adamlarına özelikle ihtiyaç vardır. Kendi çıkarları adına dini kullanan fanatik dinci gruplar halkımızın İslam dinine olan güvenini de sarsmıştır.

Dindarlık kavramı genel manada dinin emrettiklerini yapma, yasaklarından kaçınma olarak tanımlanır. Ancak dindarlık kavramı özelde daha geniş bir kavramdır. Dindarlık, teolojik, psikolojik ve sosyolojik açılardan detaylandırıldığında daha açık bir kavram şeklinde karşımıza çıkmaktadır. [1]
“Dindarlık” kavramı genel bir kavramdır. “Bireysel dindarlık” kavramı ise “Çağdaş İslam Düşünce Ekolü”[2]nün kavramlaştırdığı daha yeni bir kavramdır.
 
Türkiye’de dini fenomenler açısından yaşanan çıkmazlar vardır. Bu çıkmazların temelindeki problemleri genel hatlarıyla sosyolojik olarak iki kategoride tanımlayabiliriz:
 
Birincisi, dini tamamen bürokratik bir inanışla yaşayanların oluşturmuş oldukları problemdir ki bu problem daha sonraları, “fanatik dinci sosyal grup” olarak tezahür eder.
 
İkinci grup ise, dini bilgilerdeki yetersizliklerinden dolayı İslam dinine önyargılı olan gruptur. İkinci grup da dini birinci grubun yaşantısına bakarak dinin bu olduğuna kanaat getirerek “tepkisel bir din anlayışı” geliştirmişlerdir.  Bunun sonucunda da sosyolojik olarak oluşan bu ötekileştirme olgusu, sebep – sonuç ilişkisi içinde tezahür eder. Çünkü birinci grubun yanlış uygulamaları diğer ikinci tepkisel grubu da oluşturmuştur.
 
Bu kutuplaşma son zamanlarda “siyaset dininin”[3] oluşmasıyla çok daha keskin bir hale gelmiştir. Her iki grup da sloganlaşan söylemler dine ve ulusal birliğimize zarar vermektedir. Her iki grubun özelliği de bilgiye bir o kadar uzak olmalarıdır. İki grubun da toplumumuza verdiği zarar ulusumuzu ikiye bölünmesini kolaylaştırmasıdır.
 
Birinci grup olan sosyal grubu “fanatik dinci” grup olarak nitelendirebiliriz. Dincilik kavramı, samimi dindarlığa ve sade Müslümanlığa karşıdır. Dinsel bürokrasiyi çoğaltan bu anlayış Tanrı ile birey arasına aracılar koyar. Türkiye’de bu aracılar siyasetçi, tarikat liderleridir. Örneğin, Agâh Çubukçu akademik bir çalışmasında Said Kürdi’nin,   kendi sözlerinin değiştirilemeyeceğini, kitaplarını kendisinin yazmadığını, kendisine yazdırıldığını ve Risale- i Nur’un kendi malı olmadığını söylediğini,  bazen de kendisine manen ihtar edildi ki” gibi ifadeler kullandığını değerlendirmiştir. Said Kürdi’nin eserlerinde yayınlanan birçok Nur talebeleri mektuplarında da Said Kürdi’de insanüstü yetkileri bulunduğunu ve Risale- i Nur’un semavi olduğu ileri sürülmüştür. [4] 
 
Bu örnekler çoğaltılabilir. Moral Dergisi’nin son sayısında Risale-i Nur’un nasıl bir tefsir olduğuna dair özel bir çalışma hazırlanmıştır. Derginin son sayısından seçtiğimiz metinlerinden Agâh Çubukçu’ nun yıllar önce yaptığı tespitin yerinde olduğunu görmekteyiz:
“ Dini ilimlerin öğretiminin zayıfladığını, insanların himmetlerini ve dini ilimlere ayırabildikleri zamanın azaldığı bir dönemde, işe en sağlam yerinden başlamak gerekiyordu. İşte üstat Bediüzzaman’ın tefsiri, dinin temeli olan; Allah Teâlâ’nın varlığı, birliği, sıfatları, melekler, kitaplar, nübüvvet, vahiy, ahret hayatı gibi meselelerde güçlü açıklamalar yapmıştır.” [5]
 “…Bazen bir konudaki ayetleri derinden derine tefekkür eder, onları tekrar tekrar okur, her tekrarından yeni yeni feyizler alır, sonra Kuran’dan mülhem olarak( ilham olarak) süratli bir şekilde o konuyu açıklar, yanındaki talebelerine yazdırırdı.”[6] Said Kürdi’nin Kur’an’ı anlarken kutsal kitabın kendinden ilham aldığını ifade ediliyor. Hatta bu ilham “manevi bir elektrik” olarak nitelendiriliyor:
“ O bu konuda şöyle der: Manevi bir elektrik olan Risale-i Nur ne şarkın malumatından ve ne de Garp’ın felsefe ve fünunundan iktibas edilmiş bir nur değildir. Daha doğrusu, semavi olan Kuran’ın Şark ve Garp’ın fevkindeki yüksek mertebesinden iktibas edilmiştir.”[7]
“ Üstada göre Risale- i Nur’un Kuran’dan mülhem olduğunun şu gibi delileri vardır: Üstün ikna kabiliyeti, farklı seviyedeki insanlara hitap edip herkesin kendi durumuna göre yararlanılmasını sağlaması, muhtevasının zenginliği, müellif adeta bir yerden okuyormuşçasına süratle söylemesi, söylediğinin yanındaki, talebeler tarafından hızla yazıya geçirilmesi, Külliyat’ın müellifinin havsalasının çok ötesinden bir genişliğe sahip olmasıdır.”[8]
 
Aynı dergide yer alan Yeni Şafak gazetesi yazarlarından Dücane Cündüoğlu’nun Risale-i Nur hakkındaki şu sözleri dikkat çekicidir:
“ Benim nazarımda, Resail, Kur’anın kısmen mantukunu cümleten tefsir eder amma o bir “tefsir kitabı” değildir, olmasına da lüzum ve ihtiyaç yoktur. O kendi suretiyle, kendi hakikatiyle muhterem ve muhteşemdir. Bu makamda, suret maddeden, hakikat mecazdan üstündür.” [9]
 
D. Cündüoğlu’nun bu sözlerinden anlaşılıyor ki Risale-i Nur bir tefsir kitabının çok daha ötesinde daha değerli bir kitaptır.
 
Bu örnekler çoğaltılabilir. Ancak bu noktada önemli olan bu söylemlerin dinsel bürokrasinin en açık örnekleri olmasıdır. Dinsel bürokrasi kişinin Allah’la arasına aracılar koymasıdır. Bu türden bir söylemle özellikle dini anlamada Said Nursi’nin konumuna,  metoduna önemine işaret edilmiştir. Hakikatin bilgisi onun anlayışını kavramakla ve kitaplarını okumakla olur. Oysa Kuran’ da Allah’ın insana verdiği aklın önemine işaret etmek için birçok ayet vardır. [10] Özellikle bu ayetlerde İslam dininin akla verdiği önem görmekteyiz. Akıl aynı zamanda Allah’ın insana bahşettiği bir vahiydir. İsterse her insan bu yetiyi kullanacak güce sahiptir. Bu anlamda akıl çağları aşan bir vahiydir. İslam medeniyet tarihinde IX. yy.da yaşamış olan Ebu Bekr Razi’ [11]insan aklının Tanrı tarafından verilen en büyük nimet olduğunu söylemiştir.
 
Filozofumuzun akıl görüşü şu şekildedir: “Tanrı bize, dünya ve ahiret hayatında elde edebileceğimiz yararlara ulaşmamıza yardımcı olabilecek aklı vermiştir. Bu Tanrı’nın bize en büyük hediyesidir. Akıl vasıtasıyla biz, akıl sahibi olmayan hayvanlara üstün olduk. Biz onlar üzerine kurallar koyup, onları bize ve kendilerine faydalı olabilecek şekilde kullandık. Akıl ile bizim için yararlı olan ve hayatımızı güzelleştiren amaç ve isteklerimizi elde ederiz.” [12]
 
Ebu Bekr Râzî’nin görüşlerine göre akıl, dünya ve ahiret ve hayatının faydalarını elde etmede bi’l-fiil vardır. Bu anlamda doğal olarak “akıl” insanın fiziksel ve metafiziksel mutluluğu için vardır, yani insanın fiziksel ve metafiziksel olarak mutluluğunu gerçekleştirmesinde “Akıl” Tanrı’nın insana en büyük armağanıdır. [13]
 
Ebu Bekr Razi’nin aklın önemine yaptığı bu vurgunun nedeni, dönemindeki Şii- Batıni akımların yoğunluğudur. O dönemde yavaş yavaş tanrısal söylem yerine insani söylemlerin açığa çıkması filozofun aklın önemine işaret etmesi nedenlerden biridir. Filozofun bu tespitleri ile bir “akıl dini”nin zorunluluğunu görmekteyiz. Yine o dönemden çok da farklı olmayan günümüz din anlayışının da bu türden yeni bir yoruma ihtiyacı var olduğu kaçınılmazdır.
 
Halkımızın dine olan samimi yaklaşımları yani iyi niyetle inançlarına sarılırlarken sömürülmeye mahkûm olduğunu görmekteyiz. Diğer bir ifadeyle halkımız dindarlık konusunda herhangi bir cemaate ya da tarikata üye olunduğunda dindar olacağına inandırılmıştır.
 
 İnanca dayandırılarak yapılan söylemlerin yanlışlığın düzelmesi uzun zaman almaktadır. Bu olumsuz süreci düzeltmek ancak “doğru bilgi”yle olur. Ancak bu doğru bilgiye sahip ve bu bilgileri kendi çıkarları için kullanmayacak din adamlarına özelikle ihtiyaç vardır. Kendi çıkarları adına dini kullanan bu fanatik dinci gruplar halkımızın İslam dinine olan güvenini de sarsmıştır.
 
Ulu önder Atatürk şöyle demiştir: “Din adamlarımızın şeceresi belli olacak, yedi kat Müslüman olacak. Tamü sıhha olacak, İlahiyat Fakültesi mezunu olacak, derecelerine göre layık oldukları yerlere verilecek.”[14]
 
Ulu önder Atatürk’ün din öğretiminde bu sözleriyle vurgulamak istediği, halkımızın bilinçsiz din adamlarının öğrettikleriyle değil, bilgili bu işin eğitimini almış insanlardan dini bilgiyi öğrenmenin en doğru yol olduğudur. Bugün de hiçbir din eğitimi almadan halka din öğretmeye çalışan insanları biliyoruz. Bu kişilerin akıl-dışı öğrettikleri yanlış dini bilgiler nedeniyle dini anlamda halkımız sömürülmektedir.
 
 
Fanatik Dinci Grupların Özelliği
 
Bu grubun en büyük özelliği -adından anlaşıldığı üzere- söylemlerini fanatik bir şekilde yaymasıdır. Söylemler oldukça keskin ve fideist boyuta indirgenmiştir. Özellik olgular kullanarak grup içindeki kişiler “inanan ve inanmayan” olarak kategorileştirir.
 
İnananlar mümin, inanmayanlar “kâfir” olarak nitelendirir. Yine bu belirleyicilik gruba tabi olmakla eş değer tutulur. Başka bir guruptan olanlar da Müslüman olarak görülmez. Bu oluşum bir tür “İslam adacıkları”nı oluşturmuştur. Her İslam adacığının kendine ait ritüelleri ve kuralları vardır. Örneğin kadınların kullandıkları başörtü şekilleri dahi grubun misyonuna uygun bir şekilde kullanılır. Böylece örtünme türüyle hangi gruba ait olduğunuz anlaşılır.  Bu örnek de “şekilci dindarlığın” bir ispatıdır.
 
Fanatik dinci guruplar da yine kendi içinde de ötekileştirme yaparlar. Çünkü her tarikat ve cemaat kendi dinini yaratır. Her grubun kendi dinini yaratması mikro faşizmi beraberinde getirir.  Bu tür grupların kendi içlerinde mikro faşizm daha baskındır.
 
Post modernizmle birlikte büyük ve genel yargılar yerini küçük ve öznel yargılara bırakmıştır. Bu anlamda siyaset, din, ahlak ve ulus konularında tam bir rölativizm hâkimdir. Bu söylemi savunanların hem kendi arasında hem de ötekileştirdiklerine karşı atomize bir yapıya kavuşturdukları ortaya çıkmaktadır. Atomize olmalarına rağmen her biri kendi inanç alanını mutlaklaştırır. Sonra da kendi atomik dinselliklerinin mutlaklığından hareketle çelişkiye düşerek ulus- devlet yapısını ve ülkenin üniter karakterini mutlakçılık olarak suçlarlar, eleştirirler.
 
Bu tür grupların en önemli özelliklerinden biri de ulus kavramına oldukça uzaktırlar. Ulusçuluk anlayışı ümmeti bölen bir anlayış olarak algılanır. Örneğin Ali Bulaç bu görüşü savunanlar arasındadır. Ona göre:
“…Herhangi bir kavmin kendi kültürünü sırf kendi kavmine özgü olması hasebiyle yüceltilmesinin yanıltıcı olacağına dikkat çekmek gerektiğini… Gerçekte ise bir kavmin, sadece kendine ait olmasından dolayı mensup olduğu kültürü yüceltmesiyle kendine tapınması aynı şeydir…”[15]
“ Bu açıdan özellikle ulus devlet fikriyle beraber ortaya çıkan ulusal kültür düşüncesinin insanoğlunun tarihsel birliğini parçaladığını, tarihteki şirk eğilimlerini öne çıkardığını söylemek mümkün. Eğer ardı arkası kesilmeyen etnik çatışmaların, dünyayı kan gölüne çevirmeye azmetmiş ulusçu ideolojilerin önüne geçilmesi gerektiğine inanılıyorsa, tarihteki aşkın birliğin bugünkü insan ailesi için birleştirici bir referans olacağını unutmamak lazımdır; bu da Tevhit düşüncesinin hayatın merkezine taşınmasını zaruri kılar.
 
Ulus fikri yeni olmakla beraber, etni site ile din arasındaki özdeşlik dolayısıyla köklü bir duygu ve bir tuttum alış olarak Yahudi kültüründe görülür...”[16]
 
Ulusçuluk Ali Bulaç’ın fikirlerinde tevhid inancını yıkmak olduğundan şirk olarak nitelendirilir. Özellikle ulusçuluğu tevhid açısından değerlendirmesinin amacı tanrısal otoriteye vurgu yapmak içindir. Böylece ulusçuluk gibi bir fikri Tanrı’ya karşı gelmek şeklinde görerek her türlü fikri yaklaşım ve empatinin önünü kapatmıştır.
 
Bu türden grupların yaygın olan ulusçuluğa karşı fikirleri Amerikan emperyalizminin bir parçası olan “ılımlı İslam” ile “ılımlı milliyetçilik” ikizi meydana getirir. Bu ikizler yoluyla emperyalizm çok daha kolay bir zemin bulmaktadır. Özellikle Atatürkçülük ve ulusçuluğu din düşmanı olarak adres gösteren bu anlayış Türk halkına kimliğini unutturma çalışmalarının en bariz örmeklerindendir.
 
Atatürkçülük ve ulusçuluk yapay dincilikle şirk olarak nitelendirilirken din üzerinden yapılan sömürü diğer Arap ülkelerinde şu şekilde anlatılmaktadır:
“ Atatürkçülük’ün şu anki sorunu, görevlerini bitirmesi ve sunacak yeni şeylere sahip olmaması nedeniyle tarihi bir ölüm sürecine girmiş olması. Atatürkçülük dine saygı gösteren Avrupa laikliği değildir. Atatürkçülük, dine darbe yapan ve dini askeri kararla devletten ayıran bir eğilim üzerine kuruldu. Dini devletten ayırmakla yetinen Avrupa laikliğiyle, devletin din üzerinde kontrol kurmasına dayalı darbeci harekete dayanan Atatürkçü laiklik arasındaki bu fark, Avrupa gelişimiyle asker- seçkin devletinin topluma karşı yürüttüğü siyasi infaz arasındaki tarihi mesafeyi yansıtıyor. Avrupa laikliği bu bağlamda devletle toplum arasındaki anayasal ilişkinin sınırını çizerken, Atatürkçü laiklik tarihe karşı darbeci bir adım oluşturdu ve devletle toplum arasındaki anayasal ilişkinin sınırlarını güçle dayattı.”[17]
 
Velid Nüveyhid bu fikirleriyle Atatürkçülüğün dine saygı gösteren Avrupa laikliği olmadığını anlatmaktadır. Özellikle ona göre Atatürkçülük, dine darbe yapan ve dini askeri kararla devletten ayıran bir eğilim olarak görülür.
 
Hâlbuki laiklik, bireyin vicdani üzerindeki her türlü baskının kalkması, inanç kümeleri arasında istediği seçimi yapabilme ya da hiçbir inanç kümesine katılmama konusunda tam bir özgürlük durumunu açıklar. Laikliğin bireye kazandırdığı bu özgür durum“ din ve vicdan özgürlüğü” ya da “inanç ve vicdan özgürlüğü” olarak tanımlanır. Ancak laik bir toplumda birey kul değil, yurttaştır. Kul kimliğindeki bireyin amacı, kendi inancını diğer inançlara üstün ve egemen kılmaktır. Fakat yurttaş kimliğindeki bireyin inanç kümeleri ile mücadeleye girmesi ve başkalarını kendi inancını benimsetmeye zorlaması beklenemez. Çünkü yurttaş kimliğindeki birey, kendisi kadar, başkalarının din ve vicdan özgürlüğüne de değer verir. [18]
 
Dindarlık ve Atatürkçülük kutuplaşması bu grupların genel anlayışlarında oldukça hâkimdir. Çünkü bu anlayışa göre, Atatürkçülük dine karşı olmanın bir gereğidir. Grubun Atatürkçülük ve Ulusçuluğa olan önyargılı tavırları nedeniyle ülkemizin birlik ve beraberliğinde ortak duruşta geri durdukları görülür. Atatürkçülük hakkındaki bu yanlış bilincin olması durumu daha vahim hale getirmektedir.
 
Oysa Atatürk bu dinin anlaşılması için büyük emekler sarf etmiştir. Ulu Önder’in özellikle şu sözleri dinimize verdiği önemi vurgulamaktadır:
 “Allah birdir, şanı büyüktür. Allah’ın selameti, sevgisi üzerine olsun. Peygamberimiz hazretleri, Allah tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun temel esası, hepimizce bilinmektedir ki, Yüce Kur’an’daki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyiz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor.”[19]
 
Dinsel bürokrasinin yanlışlığı Kuran’ın birçok ayetlerinde geçmektedir. Çünkü dinimiz “kalp dini”dir. Kalp dininde inancını bir başkasına teyid ettirme zorunluluğu yoktur. Bu nedenle İslam dinine göre, insanların kalplerindekini göre yalnızca Allah bilir. “Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) bilir.[20]
 
İslam dininin kişiyle Allah arasında olan ilişkinin önemine dikkat çekmek vardır. İslam bir “kalp dini” olmakla, kişi ve Allah arasına başka bir kişi ya da kurumu kabul etmez. Özellikle ayetlerde verilmek istenen mesaj, bir insanın kalbindeki inancını yalnızca Allah’ın bildiğidir. İnsan inancını kimseye kabul ettirmek zorunda değildir. Bu onla Allah arasındaki mahrem bir ilişkidir. Mahrem bir duruma ikinci bir kişi müdahale edemez.
 
Bu grupların dini inanışlarına baktığımızda dini, kendi mahrem alanı dışında her türlü olgularla, simgelerle yaşadıklarını görürüz. Böylece “şekilci bir dindarlık” oluştururlar. Ne kadar çok simge ya da sembol o kadar çok dindarlık söz konusudur.
Peki,  “şekilci dindarlık” bu gruplarda nasıldır?
 
Bu gruplarda çoğunluk psikolojisi hâkimdir. Grupta üyenin çoğalması bir güç teşkil eder. Bu gücün bir arada olması da grup tarafından dindarlığın bir gereği olarak grup üyelerine empoze edilir. Çoğunluk fideist bir güç oluşturur.
 
Grup kendi bireylerine dini özgürlük tanımaz. Bu da kişinin grup içinde mahrem bir şekilde dini yaşamasına imkân vermez. Yaptığınız her fiil sembollerle ve göstericilikle özdeşleşir. Çünkü yaptığınız her fiilin grubun üst yetkileri tarafından onaylanması gerekir. Dini sorumluluklar bir kenara yaşamsal tercihleriniz için bile grubun üst üyelerinden onay almanız esastır. Örneğin evleneceğiniz eşinizin onayını bile gruptan almanız bir şarttır.
 
İbadetlerinizi aleni bir şekilde gerçekleştirmeniz zorunludur. Toplu şekilde yapılan ibadetler çoğunluktadır. Özellikle dindarlığınızı ispatlamanız için bir takım sembolleri de kullanmak zorunludur. İbadetler çeşitli sayılarla ve matematiksel olgularla belirlenmiştir.
 
Grup tarikatlar, cemaatler, siyasi dinciler olarak karşımıza çıkarlar. Grupta İslam salt bir cemaat dini olarak şekillendirilir.
 
Zamanla grup kendi içinde dini olan her şeyi yeniden icat etmişlerdir. Her şeyin “dini eşyası”nı üretmişlerdir. “Yeşil pop”, “İslami oteller”, “İslami şirketler”, “dini yayınlar”, “ İslami siyaset partileri” vb. gibi kuruluşlar bu grubun kendi yaşam prensiplerine alternatif olarak ürettikleri kuruluşlardır. İlk başta masum gibi görünen bu oluşumlar zamanla dinin “ticari bir araç” haline gelmesine zemin hazırlamıştır. Grupta en çok dikkat çeken özellik dini, emperyalist güçlerin tekeline bırakmalarına kolayca zemin hazırlamalarıdır. Dış güçler yayılmacı emellerini Türk ulusunun dine olan hassasiyetlerini saptayarak bu grupları araç haline getirerek hızlıca hedeflerine ulaşma yolundadır. Din üzerinden yapılan bu bölücülük yüce dinimiz İslam’a büyük zarar vermektedir. Çünkü halkımız bu grupların anlattıklarının Özsel İslam[21] olduğunu düşünmektedir. İslam dinini onların anlattıkları gibi olduğunu düşünmek de halkımızı yanıltmaktadır. Böylece dine karşı önyargılı bir tavır oluşmaya başlamıştır.
 
Gruplar kendi din anlayışlarını çeşitli yolları kullanarak yayabilmektedir. Bu yolları şöyle dile getirirler:
“…Fikir öncülüğünü yaptığı birçok müesseseler, okullar, yayın evleri, gazete radyo, televizyon, kitap, dergi çalışmaları ile onun temennilerini gerçekleştirdiğini söyleyebiliriz…” [22]
 
İslam dininde özellikle din, bir kişi ya da kurumun tekelinde değildir. İslam dininde “ruhban sınıfı” yoktur. Ancak fanatik dinci gruplarda gurubun lideri konumundaki kişiler dini anlayan ve aktarabilen en önemli yetkin kişidir.  Grup liderinin yaptığı çalışmalar grubun üyeleri açısından dini anlamada en büyük araç haline dönüşür. Böylece, grubun liderleri gizli bir ruhban sınıfı olarak oluşturur.
 
Bu sorunun temelinde de “din dili”nin yabancı yani Arapça olmasıdır. Arapça kelimler dini anlamayı zorlaştırmıştır. Bu grupların metinleri özellikle yabancı kelimelerle yazılmıştır ki anlaşılması imkânsızlaştırılmıştır. Dini metinler ne kadar anlaşılmaz olursa o kadar gizemli olur. Gizem bilinmezliğe neden olunca da grup liderine bağımlı hale gelmek zorunludur. Örneğin yine, Risale-i Nur’un anlaşılmazlığı üzerinde son zamanlardaki eleştirilere yeni bir alternatif üretilmiştir. “Risale-i Nur’u Okuma ve Anlama Teknikleri” isminde bir kitap yayınlanmıştır.
 
Bu kitabı yazan Risale- i Okuma tekniğine öğütler verirken şöyle söylemektedir:
“ Bir kere Risale-i Nur, herhangi bir kitap değildir. Kelam, akaid ve tefsir ilminde kullanılmış binlerce terimle süslenmiş, çok veciz şaheserdir. Bir roman ve hikâye kolaylığında anlayamayız elbette. Ancak her gün az da olsa meşgul olarak bir merdivenin basamaklarını tırmanmak gibi her geçen gün daha çok anlarız. Bazı kelimeleri anlayamamak çok önemli bir sorun değildir. 1930’ların Türkçesiyle yazıldığı için elbette o günün kelimelerini ve ilgilendiği alanın terimlerini kullanacaktır. Sadeleştirmek hem zordur, hem yetersizdir, hem anlam kaybına sebep olabilir. En iyisi, sayfa altında kelimeleri olan kitaplardan okumaktır. Böylece her gün kelime hazinemiz zenginleşecek, giderek sözlüğe daha az bakar hale gelmekle birlikte Kur’an ve hadisteki kelimelerin bir kısmını bile anlamaya başlayacağız. [23] Bu metinleri anlamak için özel bir çaba harcamak gerektiği açıktır. Hâlbuki dini anlamak zor değildir. Dili Türkçe olan metinleri herkesin anlaması mümkündür.
 
Fanatik dinci gruplar kendi eserlerinin okunması içinde bazı telkinler vermiştir:
“ Risale-i Nur’u anlamak için para, çaba, imkân, zaman harcamaktan çekinmemek gerekir.” [24] Bir insan bu anlaşılmaz eserleri anlamak için her türlü maddi imkânını kullanmak zorundadır. Bu türden bir telkin dini sömürüye açık bir örnektir.
 
Risale-i Nur’u Said Kürdi’nin anlamakta zorlandıklarını yine kendileri açıklamaktadırlar:
“ Adına sempozyumlar düzenlenen, binlerce doktora tezine konu olan, hatta kendi yazarı Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin bile defalarca okuduğu Nur’u anlamak, elbette biraz gayret ve dikkat ister…” [25]
 
Bu metinden anlaşılıyor ki Risale-i Nur’u anlamak oldukça kolay bir iş değildir. Bu metinleri okumak bir insanın bütün zamanını almaktadır. Bu yüzden onlara göre bu işi daha önceden emek verenlerden bu bilgileri öğrenilebilir.
 
Bu veriler gösteriyor ki din dilinin Türkçeleşmesi gerektiği zorunludur. Çünkü insanımızın dine olan merakını doğru kaynaklardan öğrenebilmesi gerekmektedir. Bilinmeyen ve yabancı kelimelerle ortaya konulan bir dini anlamak her birey için kolay değildir. Eğer din dili Türkçeleşirse doğru bilgiye ulaşmış olacağız.
 
Doğru bilgi ile insanımız dini öğrenme özgürlüğü elde etmiş olacaktır.
 
Yabancı dille bir ulusun bilim ve düşünce hayatının gelişmesi imkânsızdır. Türkçe bir dil olarak da bizim düşünce hayatımızı geliştirebilecek köklü bir medeniyete dayalıdır.
 
Yabancı bir dilin etkisinde olmakla yine emperyalizmin bir kanıtıdır. Çünkü , “yabancı dille yapılan bilim ve tefekkür, bilim taklitçi olmaktan ileri gidemez. Yaratıcı düşünceyi insan ana dili ile sağlayabilir. Bir toplumda bilim ve tefekkürün hâkimiyetini sağlamak onlardan gereği gibi faydalanmak, o alanlarda başkalarını taklitle değil, onlara bizzat katkıda bulunmakla olur. Türkçenin yapı itibariye mükemmel bir dil olduğu dil bilimcilerle kabul edilmiştir.”  [26]
 
Atatürk harf inkılâbını halkımızın bilgiye salt kendi diliyle ulaşmasını sağlamak için gerçekleştirmiştir. Atatürk, 1925’de Kuran’ı Kerim’in meali ve tefsirinin, hadi çevirilerinin yapılması için talimat vermiştir. Kamil Miras tarafında da 1928’de sahih-i Buhari’nın çevirisi ile 1935’de Elmalı Hamdi Yazır da Kuran’ın Türkçe açıklamasını hazırlamıştır.
 
Kendi diliyle dinine hâkim olan bir halkı hiçbir emperyalist güç etkisi altına alamaz. Böylece kendi dilimizle kendi dinimizi öğrenmek bizi medeniyet anlamında yükseltir. Din potansiyel bir zarar olmaktan çıkarak insanların kişisel tercihlerinde yaşadıkları bir olgu haline dönüşür.  Başkalarına bağımlı olarak düşünmek yerine kendi düşüncelerimizi oluşturabilmek bizi her alanda yüksek bir mevkiye yerleştirecektir.
 
Bütün bu veriler ışığında sonuç olarak, dini öğrenmek ve anlamak için en temel gereksinim din dilinin Türkçe olmasıdır. Din dili Türkçe olduğunda halkımız dinini özgürce kimseye bağımlı olmadan öğrenebilecektir. Böylece doğru bilgiye ulaşarak şekilci, bürokratik bir din anlayışından kurtulma süreci de beraberinde gelecektir. Diğer bir ifadeyle insanlarımız dini sömürülerden kurtulmuş olacaktır. Bugün “şekilci din” anlayışını ortadan kaldırarak, ahlaki ilklerin daha önemli olduğunu vurgulamak toplumsal anlamda bizleri entellektuel bir seviyeye ulaştıracaktır.
 
KAYNAKÇA

-Emel Sünter YALÇIN, Dindarlık, Bilim ve Ütopya Dergisi, İst.- 2008
-İ. Agah Çubukçu ,Mezhepler, Ahlak, ve İslam Felsefesi İle İlgili Makaleler, Ankara Ün. Yay. , Ankara – 1967.
-Suat Yıldırım,Risale-i Nur Nasıl Bir Tefsirdir?, Moral Dünyası, İstanbul- 2008.
-Dücane Cündüoğlu, “Risale- i Nur Kendi Suretiyle kendi Hakikatiye Muhterem ve Muhteşemdir.” Başlıklı yazı, Moral Dünyası Dergisi, İstanbul- 2008.
-Emel Sünter, Ebu Bekr Razi ve Felsefi Görüşleri, Basılmamış Yüksek lisans tezi, Konya- 2004.
-Arthur J.Arberry ,The Spiritual Physich of Rhazes.
-İslam ve Gelenek, Ali Bulaç, İz yay. , İst. – 97.
-Velid Nüveyhid, Türkler 100 Yıldı Kimlik Arayışında, Radikal Gazetesi, 23Mart 2008.
-Cemil Tokpınar,Risale-i Nur’u Nasıl Okumlayız?, Moral Dünyası Detgisi, ist.- 2008.
-Necati Öner, Felsefe Yolunda Düşünceler, Akçağ yay., Ankara- 99.

 


[1] Ayrıca Bakınız: Emel Sünter YALÇIN, Dindarlık, Bilim ve Ütopya Dergisi, İst.- 2008, sy. 165, s. 50.
[2] Bu ekolün ilk somut adımlarından biri olarak “Çağdaş İslam Düşüncesi” adlı aylık bilimsel hakemli dergi çıkarmak için hazırlıklarımızı tamamlamış bulunuyoruz.
[3] Siyaset Dini: Dinin siyasete alet edilmesidir.
[4] İ. Agah Çubukçu ,Mezhepler, Ahlak, ve İslam Felsefesi İle İlgili Makaleler, Ankara Ün. Yay. , Ankara – 1967, s. 11.
[5] Suat Yıldırım,Risale-i Nur Nasıl Bir Tefsirdir?, Moral Dünyası, İstanbul- 2008, sy. 48, s. 5.
[6] Suat yıldırım., A.g.m., s. 7.
[7]Suat Yıldırım, A.g.m., s. 7.
[8] Suat Yıldırım, A.g.m, s. 7.
[9]Dücane Cündüoğlu, “Risale- i Nur Kendi Suretiyle kendi Hakikatiye Muhterem ve Muhteşemdir.” Başlıklı yazı, Moral Dünyası Dergisi, İstanbul- 2008, sy. 48, s. 7.
[10] Ayetler: “ Bu Kur’an; kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak tek ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bildirdi. İbrahim suresi, Ayet no: 52.
“Bu Kur’an, ayetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” Sâd Sûresinin 29 Ayet. “Görmedin mi, Allah gökten su indirdi de onu yeryüzündeki kaynaklara ulaştırdı. Sonra onunla renkleri çeşit çeşit ekinler çıkarıyor. Sonra ekinler kuruyor da onları sapsarı kesilmiş görüyorsun. Sonra da Allah onları kurumuş çer çöp haline getirir. Şüphesiz ki bunda akıl sahipleri için bir öğüt vardır.”Zümer Sûresinin 21 . Ayetinde.
[11] IX-X. yüzyılda Tabip, Kimyacı, Simyacı ve Felsefeci olarak yaşamış bir isim Ebu Bekr Râzî.Tam ismi Ebu Bekr Muhammed İbn Zekeriyya İbn Yahya er-Râzî’dir. İslam medeniyetinde önemli bir konuma sahip olan Ebu Bekr Râzî 271/865 yılı Şaban ayında İran’ın Rey şehrinde doğdu. Bazı kaynaklar onun  doğum tarihini 864 olarak bildirmektedir. Ayrıca Bknz: Emel Sünter, Ebu Bekr Razi ve Felsefi Görüşleri, Basılmamış Yüksek lisans tezi, Konya- 2004.
[12] Arthur J.Arberry ,The Spiritual Physich of Rhazes, ss.20-21.
[13] Emel Sünter, Ebu Bekr Razi ve Felsefi Görüşleri, Basılmamış Yüksek lisans tezi, Konya- 2004, s. 36.
[14] Nazmi Kal, Atatürk'le Yaşadıklarını Anlattılar, Bilgi yay. , İst.- 2001, s. 146.
[15] İslam ve Gelenek, Ali Bulaç, İz yay. , İst. – 97, s.235- 236.
[16] İslam ve Gelenek, Ali Bulaç, İz yay. , İst. – 97, s. 236.
[17] Velid Nüveyhid, Türkler 100 Yıldı Kimlik Arayışında, Radikal Gazetesi, 23Mart 2008, ( alıntı: Bahreyn Gazetesi Vasat, 18 mart 2008) s. 12.
[18] Halil Çivi, İslam Dini Avrupa Birliği’ne Girmeye Engel mi? Din, Devlet, Laiklik, Hristiyanlık ve İslamiyet, Marmara Üni. Avrupa Topluluğu Enstitü yay., İst, - 98, sy . 1, s. 68.
[19] Atatürk, Söylev ve Demeçler, c. II, s. 93.
[20] Kur’an’ın birçok ayetinde bu ayetler geçmektedir: “Şüphesiz Allah göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.” (Mâide Suresi, Ayet no: 7). “Şüphesiz senin Rabbin onların kalplerinin gizlediği şeyleri de, açığa çıkardıklarını da mutlaka bilir.” (Neml Suresi, Ayet no: 74 ), “Allah kalplerinizdekini bilir. Allah hakkıyla bilendir, halimdir.” (Ahzâb Suresi, Ayet no: 51) , “Şüphesiz Allah göklerin ve yerin gaybını bilendir. Şüphesiz o, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.” (Fâtır Suresi, Ayet no:38) “ Sonra dönüşünüz ancak Rabb’inizedir. O da size yaptıklarınızı haber verir. Çünkü O göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilir.” (Zümer Suresi, Ayet no:7), “ Allah, gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir.” (Mü’min Suresi, Ayet no: 19.),  “Sözünüzü gizleyin yahut onu açığa vurun; (fark etmez). Şüphesiz Allah, sinelerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilir.” (Mülk Sûresi, Ayet no: 13.)
[21] Bu kavram,  Şahin Filiz’e aittir. Özsel İslam, Peygamber döneminde yaşanan ve hiçbir tahrife uğramayan Tanrısal söylemin hâkim olduğu bir gerçek İslam’ı anlatan kavramdır.
[22] Suat yıldırım., A.g.m., s. 8.
 

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 7 / 3 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar


Henüz Yorum Yazılmamış

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







'Büyük Osmanlı Soygunu': 10 maddede Eric Adams davası…
İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü

TRUMPİST BİR DÜNYADA ERTESİ GÜN
Seküler Yahudiler rahatsız: "İsrail, İran olacak"
Avusturya seçimleri: Aşırı sağ sandıktan birinci çıktı.
Avustralya binlerce vatandaşına Lübnan'ı terk etmelerini tavsiye etti.
New York Belediye Başkanı Türkiye'den rüşvet mi aldı?

Türkiye işçiler için bir cehennem
İkinci Trump dönemi: Küresel ekonomi nasıl etkilenecek?
AB, çoğunluk sağlanamamasına rağmen Çinli elektrikli araçlara ek gümrük vergisini onayladı.
Türkiye'de ekonomi politikaları konkordato ve iflasları patlattı.
Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı

Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI

Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.
Türkiye ve Yunanistan'daki kültürel miras alanlarının en az üçte biri yükselen deniz seviyesinin tehdidi altında.

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.
Stephen Hawking'in ünlü paradoksu çözülmüş olabilir: Kara delikler aslında yok mu?

2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.
Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor

Madeleine Riffaud est partie
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
JOYCE BLAU, 18 Mart 1932-24 Ekim 2024
HIZLANAN TARİH
DERTLİ-MİR-DÖNE

Nereden Geldi Nereye Gidiyor
Atamın Sözleri
Cumhuriyet 101 Yaşında
Kadın ve Erkek
MAZRUF

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git