|
|
ZamanKategori: Yaşam | 0 Yorum | Yazan: Aykut Yazgan | 25 Ağustos 2008 21:52:57 bir zamanlar çin imparatorluğunun uçsuz bucaksız topraklarında, küçük bir köyde chu seng adında bir çiftçi yaşardı. zaman zaman köyünden oldukça uzak olan kasabaya yürüyerek giderdi. tam altı günde... fakat o bundan hiç gocunmazdı. şikayet etmezdi...
çünkü bu altı gün bir çinli için en büyük nimet olan düşünmenin, ona tanrı tarafından bahşedilmiş zamanı idi. günlerden bir gün askerler eşliğinde bir çok önemli adam geldi köye. müjde, müjde dediler chu seng’e. köyden kasabaya bir tren yolu yapılacak dediler... ve artık herkes dumlarını savuran bu demirden canavarın ardından çektiği odalarında rahatça oturup kasabaya bir günde gidecek. che seng bir süre dinledi askerleri ve önemli adamları ve başını salladı. önemli adamlara sordu. peki dedi geri kalan beş gün ne yapacağız... bu hikaye doğru mu değil mi bilmiyorum. bir chu seng var mıydı, trene binmeye başladıktan sonra uygarlığa esef mi etti lanet mi okudu.. mutluluğu olan düşünmeyi ne güne bıraktı.. bunların hiç birisi bilinmiyor. ben bilmiyorum... zamanımızdan çok çok önce, zamanların birilerinde belki de chu seng’in zamanına denk düşen bir zamanlarda insanlar uğraşarak tek tek yaptıkları kağıtların üstlerine yontulmuş uçlarla tek tek harfleri sabırla bir araya getirerek tek tek kitapları belki de bir nesil boyunca yazarlardı. sabahları horozlarla beraber kalkıp, akşamları tavuklarla beraber yatmak... güzel bir kırmızı şarabı içmek.. yavaş yavaş.. acelesiz... ve uzak kasabalardan gelen doğum, ölüm haberlerini ancak on gün sonra duymak ve hayret etmek... küçücük bir dere gibi akan zamanın farkında olmak. sonra uygarlık diye bir moda çıktı... bir süre direndi insanlar bu modaya.. dediler ki saatte otuz kilometreden hızlı giden bir vasıtaya insan vücudu dayanamaz.. dediler ki insan havadan daha ağır olan bir nesnenin içinde kat’iyen havalarda uçamaz... dediler ki... sonra insanlar uygarlığa yavaş yavaş yenik düşmeye başladılar. ama yavaş yavaş.. elle, itinayla, özenle ve sevgiyle tek tek yazılan kitaplar artık makinelerle onlarca, yüzlerce imal edilir oldu. birkaç saatler içersinde. sabah kalk. akşam yatarken bir de bakıyorsun binlerce insanın okuyabileceği binlerce ayni kitabı basmşlar.. ellerinde kamış, yanlarında mürekkep hokkası ve bir kadeh kırmızı şarap olmadan.. yorulmadan.. bir tek hareket ile.. fakat yine de bu bazı insanları bazı alışkanlıklarından vazgeçiremedi. onlar yine de küçücük bir dere gibi akan zamanın farkında oldular... ve onlar yine de kitaplar aldılar. sayfa sayfa okudular. bitince bir başkasını alıp kitap kitap okudular. onlar halen varlar... okumak için akan zaman ve düşünmek için akan zaman heba edilmiş, kaybedilmiş, yerine hiçbir zaman konulamıyacak bir zaman olmadı onlar için. tam tersine. bu, işte altı günlük bir zamandı. lakin uygarlık onları giderek daha çok kuşatmaya, onları daha çok esir almaya ve akıllarını bir çok hiç uğruna köreltmeye başladı. zaman, dediler, o kadar kıymetlidir ki bırakınız kitap okumayı, okumak için bile... yani boşu boşuna böyle süfli işler için bol keseden sarfedilemiyecek kadar kıymetlidir. biz artık sizin asıl ihtiyaçlarınız olan ve sizlerin binlerce sene aklınıza bile getiremediğiniz diş macunları, gazozlu içecekler, lastik ayakkabılar, pilli minik aletler, ekmek arası köfteler ve daha neler neler yaptık.. bunları alın.. bunlardan alın... çabucak tüketin.. yenisi alın bunların.. yürümeyin... trenlere uçaklara binin.. sizin için her sene yeniden kromlarla süsleyip ürettiğimiz dört tekerlekli arabalara binin.. hızlı gidin.. zaman harcamayın.. harcanacak zamanınız olmasa bile yine de hızlı gidin.. biliyoruz ki, siz de biliyorsunuz ki artık biz dünyanızı zaptettik. dünyayı biz döndürüyoruz. (galile galileo bir yalancıdır !) yine de sıkılmamanız için eski alışkanlıklarınza binaen ve hürmeten milyonlarca ağacı kökünden kesip kağıtlar üreterek sizlere hergün okumanız için bir şeyler basıp elinize veriyoruz. gazete... her gün, her gün; ilk sayfada sizi şoke edecek, sizi yerinizden hoplatacak bakla iriliğinde el büyüklüğünde harflerle inanılmaz günün haberini veriyoruz. iri iri.. siyah siyah.. zaten onun altını okumanıza gerek yok. zaman kaybı. biliyorsunuz. yarın size bu korkunun bir yenisini yaşatacağız... iri iri.. siyah siyah.. sayfaların en arkasında bizansın at meydanı döğüşlerinin en modernini sunuyoruz sizlere... binbir dedikodu, binbir yalan, binbir fantazi ile. bunları da kelime kelime okumanıza gerek yok. sizinkiler kazandıysa sevinin.. yenildilerse kızın, hınçlanın küfredin için için... yeter.. fazla okumayın... renkli camlar yaptık sizin için.. dünyayı ve her türlü rezaleti ayağınıza kadar getirdik.. artık okumanıza gerek yok.. artık düşünmenize gerek yok.. bu renkli camı, eskiden siyah cüppeli bazı uzmanların insanları uyutmak için zincir ucunda sallandırdıkları bir yüzüğe benzetiyorlar... uyutmak ya da uyuşturmak.. her neyse... fazla zamanımız yok.. iki ekmek arası köftenizi yiyip dişlerinizi fırçaladıktan sonra hemen alışverişe çıkmanız lazım... kromlarla ürettiğimiz dört tekerlekli arabalarınızla son hızla gidip son hızla gelmeniz lazım.. artık sizin için bilgileri sayan makinalarınızın başına geçip bilgileri nasıl saydığına bir gün boyu zaman harcamadan bakmanız lazım... akşam tabağınızdaki iki parmak kalınlığındaki eti keserken renkli camlardan size göstereceğimiz afrikadaki ölen çocuklara inanmamanız lazım.. onlar yok.. okumaya vakit yok.. düşünmeye vakit...
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|