yokuş aşağıya doğru otomobiller, kamyonlar iniyor. asfaltın üzerine sürücüleri ikaz etmek için çekilen beyaz kalın çizgilerin üzerinden hoplayarak sıçrayarak. tangırtılar, tungurtular... yokuş yukarı otomobiller kamyonlar çıkıyor. hırıltılar, homurtular...
yola bakan otoparkın çıkışına kelli dikilmiş; gelen geçene bakıyor.
dik kuyruk.
bazen havlıyor.
nedenini kendisi de bimiyordur.
merviş kedi duvardan onu izliyor.
belki de değil..
güvenlik görevlisi izzet bekçi kulübesi ile duvar arasındaki dörtbuçuk metrelik
mesafeyi gidip geliyor...
gidip geliyor...
hiç ara vermeden.
saat dokuzdan beri.
şimdi saat dokuzu yirmi geçiyor.
dört dakika sonra ay tutulacak.
doğuya, yani ayın şimdi bulunduğu yöne doğru yükseklerden bir yerden kırmızı yeşil beyaz ışıklarını yakıp söndürerek bir uçak ilerliyor.
içersinde herhalde yüzyirmidokuz yolcu ve yedi mürettebat vardır.
neden?
bilmiyorum..
saat ona yirmi var.
gözlerim dolunaya bakmaktan ağrımaya ve sulanmaya başladılar.
herhangi bir değişiklik yok.
acaba bu gece miydi?
izzet sonunda kısa bir süre için durdu ve bir sigara yaktı.
karanlıkta ateşböceği gibi parlıyor.
kelli ayakta durmaktan vazgeçti.
oturdu ve havlamıyor artık.
otomobiller ve kamyonları söylemeye gerek yok.
uçak çoktan kayboldu.
ama şimdi onun yerine tam aksi istikamette ilerleyen başka bir gök cismi var.
bunların hepsinde ayni cins renkte ışıklar var.
yeşil, kırmızı, beyaz..
ve hepside muntazam aralıklarla yanıp sönüyorlar.
acaba sağ tarafta pencere kenarında oturanlardan herhangi birisi dışarı bakıp ayı gördü mü?
saat onbuçuk.
alt tarafta hafif bir gölge oluştu.
ayın o tostoparlak şekli bozuldu birden.
gözlerim ağrıyor.
onbire beş var.
gökyüzünde muhteşem şeyler oluyor.
gökcisimleri, kimi büyük kimi daha küçük kimisi ise bir ateş topu.
birisi ötekisinin arkasına saklanıyor.
biribirlerini etrafında deliler gibi dönüyorlar.
saatte yüzbinlerce kilometre..
ve yukarıya baktığımda bu hızı göremiyorum.
dakikalar saatlere doğru ilerliyor..
yavaş yavaş..
ama binlerce kilometreden eser yok
hayal ediyorum.
yukarlarda, o gökcisimlerinin oldukları yerde olmayı..
onların biraz yukarsında...
büyüklüklerini, azametlerini içime sindirebilmek, hayret edebilmek, korkmak...
onların karşısında bir zavallı olduğumu idrak etmek değil...
onlardan bir parça, onlar olduğumu anlamak..
elimi dünyaya ya da aya doğru uzatmak..
ama yinde de saygıyla korkmak..
gölge bayağı ilerledi.
ayın yarısına kadar.
artık yalnızca bana daha yakın olan iki gökcisminin boşlukta binlerce kilometre saatte ilerlerken çıkardıkları uğultuyu duyuyorum.
yok böyle bir ses.
biliyorum ama.
ben duyuyorum..
gölge artık ayın tamamını kaplıyor.
ay neredeyse karanlık.
otomobiller ve kamyonlar bu saatte seyrekleştiler.
kelli asfalta uzanmış.
uyuyor mu acaba?
izzet dörtbuçuk metrelik mesafeyi halen bir aşağı bir yukarı arşınlıyor.
yukarlarda bir yerde kollarımı açtım.
hiç olmassa bir tanesinin bana doğru, kollarıma gelmesini bekliyorum.
güneş arkamı ısıtıyor..
ay yanımdan hızla geçiyor..
tarif edilmez bir vınlama, uğultu..
saygı uyandıran bir gümbürtü..
bütün evren sarsılıyor...
dünyaya düşüyorum..
kimse birşeylerin farkında değil.
kimse ışıkları ve gölgeleri görmüyor.
kimse boşlukta dönen gökcisimlerinin arkada bıraktıkları sesleri duymuyor.
ay tutuldu...