|
Çad - Jamena MacerasıKategori: Anılar | 5 Yorum | Yazan: Pınar Özkan | 18 Ağustos 2008 08:33:30 Çalar saatimin sesiyle uyandım. Akşamdan uyandırma yazdırdığım otel resepsiyonundan arayan olmadı. Zaten ya dakik değiller ya da unutuyorlar. Bugün kızlarla Kızıldeniz'e gitmeyi planladık. Hoş biraz uzak, belki bir saat yol gideceğiz ama otelin havuzuna ilgi göstermemeye kararlıyız
Üstelik havuz, sadece öğleye kadar kadınlara ayrılmış, öğleden sonra erkekler geliyorlar yaka paça çıkarılıyoruz. Otel camlarından görünmesin diye havuzun paravanlarla çevrilmiş olmasının yanısıra tek parça mayo giymek koşulu da var. Hiçbirimizin mayosu yok, hepimiz inatla bikini almışız. Güneşlenirken göbeğimizi havluyla örtüp örtmediğimizi yoklamaya bir görevli geliyor. En son havuz deneyimimizde, güneşlendirmek amacıyla kaçamak açtığımız göbeğimizi yakalayan görevli genç adam ağlamaklı, yalvaran bakışlarla “lütfen kapatır mısınız, yoksa işimden olacağım” dediğinde havuz keyfimiz hemen son bulmuştu. Kızıldeniz’e gitmek, tuzlu suya girmek, bikini giymek, serin suda yüzmek çok daha çekiciydi doğrusu. Üstelik sıradan bir deniz değildi Kızıldeniz. Mercan adalarıyla ünlü, tüm dalgıçların hayalini süsleyen özel bir yerdi. Cidde havaalanına iniş sırasında üzerinden uçtuğumuz atolleri o kadar güzel görünüyordu ki! Otel müdürüyle konuşmuş kendimize bir servis ayarlamıştık. Hemen kalkıp plaj çantamı hazırlamaya koyuldum. Kahvaltı sonrası, müdürün dediği gibi otel kapısında bizi götürecek olan sürücü hazırdı. Son model güzel bir jip dışarda bekliyordu. Müdür bey, her zamanki nezaketiyle bizi arabaya kadar götürdü, giysilerimizle ilgili son denetimleri yaptı. Arkamızdan el bile salladı. Yol boyunca lüks yüksek apartmanlar, arabalar gördük. Sonradan dikilmiş, özenle bakılan palmiye türü ağaçlara karşın, sarı rengin egemen olduğu bir şehir burası. Çölün üzerine kurulmuş bir şehir olduğunu her an anımsatıyor. Ne Afrika ne de tropikal adaların nemli sıcağı var burada, yalnızca kavurucu bir çöl sıcağı! Şehri biraz geride bırakıp sarı toprağı daha sık görmeye başlamışken, serap görmek, hatta su olduğunu bastıra bastıra iddia etmek de olası. Serin jip konforuyla hızla yolumuza devam ediyoruz, içim hafifçe geçmek üzereyken, kızlar “geldik” diye bağırışıyorlar. Kızıldeniz’in turistik güzel bir kumsalına varıyoruz. Şürücümüze en çok bir buçuk saat kalacağımızı söyleyip ayrılıyoruz. Niyetimiz denize girip serinlemek, kıyıda suyun içinde oturarak güneşlenmek. Güneş yorar, fazla da yorulmak istemiyoruz, akşama uçuşumuz var. Plaj çantalarımızı uygun bir yer bulup koyduktan sonra hemen denize atıyoruz kendimizi. O da ne! Burası deniz mi kaplıca mı? Hiç böyle ılık bir denize girmemiştim. Güneşin yakıcılığını hafifletse de serinlemek mümkün olmayacak gibi. Suyun rengi puslu bir yeşil, hayır kirli değil ancak güneşin yansıttığı bir ışıltı da yok. Yine de denizin tadını çıkarmaya calışıyoruz. Yeşil rengin hakim olduğu bölüm oldukça sığ, belimize dek ancak ulaşabiliyor su. Yeşilin hemen bittigi yerde kesin bir çizgiyle koyu lacivert bir derinlik başlıyor. Bizim gibi yeşil suda yüzerek serinlemeye(!) çalışan turist sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bu sahilin asıl müşterileri tüpleriyle dalmaya gelmiş Avrupalı turistler. Kıyıda dalgıç kıyafetlerini kuşandıktan sonra sırtlarında tüpleriyle lacivert çizgiye yürüyüp duruyorlar. Baştaki gözlükler yüze indirilip, ağızlıklar takılıyor, kendilerini yeşilin bitimindeki lacivert suya bırakıp gözden kayboluyorlar. Tüple dalmayı bir kez denemiş, çok sevmiştim. Yabancıları imrenerek izliyorum. Kim bilir su altında neler görecek, ne fotoğraflar çekecekler! İnsan hayatında bir kez olsun dalmalı. Dalma şu an yaptığım işin tam tersi. Eğitimlerden bildiğim kadarıyla, zaten uzun bir uçuştan sonra dalmak ya da daldıktan sonra uçuşa gitmek, intihar etmekle eş değerde. Öncesi veya sonrası en az 48 saat dinlenmek gerekiyor. Otele dönüp yataklarımıza çekiliyoruz. Çalar saatimin horozu akşam demeden ötmeye başlayınca, yanık tenimin acısıyla fırlayıp hazırlanıyorum. Büyük bavul odada kalıyor. Küçük bavulumu çekerek aşağı iniyorum. Ekip arkadaşlarımla uçuş öncesi akşam yemeğimizi otelde yemek istiyoruz. Hac seferlerinin dönüşleri başladığı için yolculu gidip boş olarak yine Cidde’ye dönecegiz. Garsonların gösterdiği bir masaya oturuyoruz. Yanımızdaki masada siyah ipekli kıyafetleriyle Arap kadınları peçelerini açmışlar iştahla yemeklerini yiyorlar. Karşımızda ,yabancı ve Arap kökenli erkek müşteriler masaları doldurmuşlar. Masadaki kadınlardan biri garsonu çağırıp sinirli bir halde Arapça birşeyler söylüyor. Garson başını sallayıp yok oluyor. Bu kadınlar kocalarıyla gelmemiş anlaşılan. Beş dakika sonra iki garson koca bir paravan getiriyorlar. Paravanın katları açılıyor ve tam ortaya konuyor. Böylece iki tarafın da birbirini görmesi önleniyor. Bu kadınları rahatsız eden şey ne olabilir? Olsa olsa bir bakış! Yemeğimizi sessizlik içinde bitiriyoruz. Kokpit ve teknik ekiple lobide buluşup otelden ayrılıyoruz. Bu akşamki yolcularımızın çoğunluğunu oluşturan Togo’lular, Mali ve Moritanya’lılar kadar uzun boylu değiller. Tenleri biraz daha koyu. Uyumlu ve güleryüzlüler. Onları başkent Lome’ye taşıyacağız. Yolcularımızın geri kalanı Çad’lı. Lome’den Jamena’ya geçip, boş olarak geri dönceğiz. Kendi aramızdaki havacılık deyimiyle “full yolcu, full yakıt, full kargo” Cidde’nin ışıklarını arkamızda bırakarak havalanıyoruz. Lome’de yolcularımız yarı uykulu uçağı terkediyorlar. Togo’lu sevimli yer personeli ekibe kutularla ananas getiriyor, karşılığında yakalarımıza taktığımız logomuz kuşlu rozetlerden istiyorlar. Hepsine birer tane veriyoruz, değiş tokuş tamamlanıyor. Ananas kutularını yokluyoruz. Ananasların dikenli kısımlarında bizi bekleyen sürprizler olmasın! Uçan, yürüyen,zehirli, kabuklu her türde pasaportsuz yolcumuzun olabileceğini önceki uçuşlarımızdan biliyoruz. Yolculuğumuzun kalan kısmı çabuk geçiyor. Az sayıdaki Çad’lı yolcumuzla Jamena’ya iniyor, onları uğurladıktan sonra içerisi havalansın diye ön ve arka kapıları açıyoruz. Temizlik ekibi üstünkörü bir temizlik yapıp hemen ortadan yok oldu. Gün henüz doğmak üzere, dışarda hafif bir serinlik var. Ceketimi giyip merdivenlere çıkıyorum. Yakıt arabası bağlanıyor uçağa. Etraf oldukça sessiz , apronda baska uçak göremiyorum. Pek havaalanı izlenimi vermiyor burası, sanki tarlaya inmişiz gibi. Terminal binasının ışıkları soluk. Yakıt alımı bitince hemen kalkacağız. Kalkar kalkmaz eşofmanlarımı giyip battaniyeleri alıp üçlü koltuklardan birine atacağım kendimi. Gözlerim ağırlaşıyor artık. Annemi düşünüp gökyüzüne bakıyorum. Ben uzun süreli yatılı uçuşlardayken, annem erken uyandığı sabahlarda balkona çıkıp gökyüzüne baktığını “canım kızım kimbilir nerelerdedir?” diye düşündüğünü anlatmıştı bana. Acaba şimdi o da gökyüzüne bakıyor mudur? Yakıt alımı tamamlandı. Bu havaalanına seyrek indiğimizden ödemeyi Ahmet Kaptan şirketin nakit parasından yapacak. Görevli ile hararetli konuşmalarını duyuyorum. Görevli olmaz diye kafasını sallıyor. Düşünülenden fazla ödeme istiyor. Görevli gidiyor, uzun bir süre gelmiyor. Kalkışımızda gecikme olacak, bu Cidde’den yapılacak diğer uçuşu etkileyebilir. Amerikalı uçuş mühendisi Jim, gergin ortamı dağıtmak için esprili anonslar yapıyor. Gelen giden yok, rehin kalmış gibi bir halimiz var. Kaptan telsizle iletişim kurmaya calışıyor. Bu kez alınan yanıt acı. Bir miktar daha para verilmezse kalkış izni verilmeyecekmiş. Bir an evvel bu havaalanından kalkmak için kokpit ekibi kendilerine peşin verilen yatı paralarını biraraya getirip fiyat farkını ödemeye karar veriyor. Bu kez geri kalan parayı alması için bir görevli bekliyoruz. Kalkışımızdaki gecikme artıyor. Sabah serinliğine bir de ani çıkan rüzgar eklendi. Ne biçim bir rüzgar bu, yerdeki tozları kaldırıyor. Jim kapıları kapatın anonsu yapıyor. Hepimiz birer kapıya koşup kapatmaya calışıyoruz. Kum taneleri yüzümüze kamçı gibi vuruyor. Gözlerimizi açamıyoruz. Uçağın altında çalışan iki İngiliz teknisyen yukarı koşarak çıkıp, kapıları kapatıyorlar. Ahmet Kaptan, bir teknisyenle uçak altı kontrolüne çıkmıştı. Merdivenlerden koşarak çıkıyor, içeri atıyor kendini. Acıyla boynunu tutmuş. Beni birşey soktu galiba! Amir Hilke hemen ilk yardım çantasını getiriyor. Rüzgar ve kum fırtınası çığrından çıktı. Öndeki açık kalan tek kapıdan ceviz büyüklüğünde kabuklu böcek yağmaya başlıyor. Tüm uçak elemanları içeri kaçıp ön kapıyı da kapatıyor. Camdan dışarı bakıyorum, apron ışıklarının altında kocaman kabuklu böcekler uçuyor. Nasıl bir yer burası böyle! Yıllardır Afrika uçuşlari yapan İzlanda’lı kabin ekibinin ne yapılması gerektiğini bilen üyeleri, çabuk tavırları, soğukkanlılıkları ile bizi büyülüyor. Biz de kimbilir neler yasadıktan sonra bu hale geleceğiz? Servis bölümü galleyde kapakların açılıp kapanma sesilerini duyuyoruz. Amirimiz Hilke sinirli bir şekilde perdeyi açıp çıkıyor ortaya. Bayanlar baylar, aç kaldık! Yemeklerimizi çalmışlar! Temizlik ekibi olmalı, daha önce hiç başımıza gelmemişti. Hepimizin morali çok bozuk. Ne havaalanında hayat belirtisi var ne de kuleden kalkış izni! Kaptanımız ön koltukta boynunu tutmuş, gözlerini kapatmış öylece oturuyor, yalnızca arada, iyiyim merak etmeyin diyor. İnadına karnımız acıkıyor. Gün iyice aydınlandı, rüzgar dindi. Tek dileğimiz burdan kurtulmak. Gözümüz kaptanda onun gözü kapıda. Ani ciyaklamalarımıza teknisyenler koşturuyor. Ha bunlar mı? Isırmazlar! Sadece büyük çekirgeler… Şimdi tutup kapı dışarı ederiz! Kaptanımız bir sabah kahvesi istiyor, hemen hazırlıyoruz. Ön kapı vuruluyor, iki görevli kapıda son ödemeyi istiyorlar. Yine bir pazarlık yapılıyor. Fiyat daha da artırılmış. Sonunda görevlilerden biri kaptanla el sıkışıyor, uçağı terkediyorlar. Ahmet Kaptan gülümsüyor. Rehinliğimiz sona erdi gidiyoruz artık! Yaşasın!!! Hepimiz haykırarak zafer işareti yapıyoruz. Bu uçuşu hiçbirimiz unutmayacağız. Ama Afrika serüvenim daha yeni başlıyor!
YorumlarDursun Sefertaş
{ 07 Mart 2009 11:24:26 }
Eline,yüreğine sağlık..insan okurken sanki oradaymış gibi yaşıyor..umarım öykü kitaplarından mahrum etmezsin bizleri..
Aziz
{ 05 Ekim 2008 07:52:26 }
Allah rahmet eylesin, ruhları şad olsun, National Geographic "Uçak kazası raporu"nda izledim çok üzüldüm, ilgili belgeseli Youtube'da bulabilirsiniz; http://www.youtube.com/view_play_list?p=34EE3CD43CDECC69
Pinar Ozkan
{ 02 Ekim 2008 12:24:11 }
Aziz Bey,
Evet sevgili Ahmet Erdem Kaptanimiz. Nur icinde yatsin.... Gozluklu, hafif comelmis, gulumseyen... Aziz
{ 02 Ekim 2008 03:40:50 }
Pınar hanım, acaba Ahmet kaptan dediğiniz Dominik Cumhuriyeti'ndeki kazada hayatını kaybeden Ahmet Erdem mi? Eğer öyle ise son resimdeki pilotlardan hangisi Ahmet kaptan?
Selin Dumanlı
{ 23 Ağustos 2008 16:42:55 }
Ne de güzel,okuması keyif verici anılar bunlar böyle!bravo valla eline,aklına sağlık
Diğer Sayfalar: 1.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|