|
|
Diyanet ve Kur'an KurslarıKategori: Felsefe | 1 Yorum | 13 Ağustos 2008 18:31:01 Ülkemizde dini hizmetler alanı çok tartışmalı bir konudur. Bu tartışmaların temelini de özellikle laiklik - din tartışmaları oluşturur. Laik bir rejimle yönetilen devletin felsefesine göre din ve devlet işleri birbirinden ayrılması gerekir. Bariz bir tanım olarak bilinen bu tanımı daha çok açmak gerekir.
Bu açıdan bakıldığında devletin herhangi bir dine yaklaşımını belirlerken halkının inançlarını bilerek, tanımlayarak yönetim prensibini bu dini inanışlarda soyutlayarak belirlemesi gerekir. Ancak laik bir rejimde devletin tebaasında yaşayan halkın her türlü inanışına karşı objektif, duyarlı ama tarafsız bir yaklaşım sergilemesi zorunludur. Bu zorunluluk, çeşitli inanış ve kültürlere sahip bir halkın sağlıklı ve barış için yaşamaları için gerekli bir durumdur. Yani devlet, herhangi bir dine yaklaşımında halkın inançlarının bilgisine sahip olmasının sorumluluğunu bilerek ama bu bilgilerin duygusallığına kapılmadan bu görüşleri devletin rejimine karıştırmadan devam ettirmek bir devletin geleceği için gereklidir. Bu şekilde davranarak devletin geleceği için sağlam bir duruş sergilenmiş olur. Devlet herhangi bir dine yaklaşımını belirleyen bir taraf edinmemesi gerekir. Eğer devlet herhangi bir dini ya da mezhebi taraf edinirse toplumsal anlamda çözülmeleri olumsuz bir şekilde daha çok hızlandırır. Halk arasında dini merkezli ayırımlar sanılandan çok daha tehlikeli bir boyuttur. Tarih bize bunun örneklerini acı da olsa göstermiştir. Bu anlamda Türkiye Cumhuriyet’i devletinin herhangi bir dini ya da mezhebi yoktur. Bu prensip laiklik ilkesiyle kesin bir şekilde ifade edilmiştir. Bugün Türkiye’de yaşanan en büyük sorunlardan biri de Sunilik – Hanefi olarak tanımlanan İslam anlayışının daha da büyüyerek, resmiyette olmasa da Siyasal İslam anlayışıyla yeniden var olmaya çalışması sıkıntıları daha da büyütmektedir. Tarihe baktığımızda Suni- Hanefi anlayışın askeri temelli ve yönetimsel bir boyut kazanması halifelik makamının Osmanlı İmparatorluğuna geçmesi ile resmi bir nüfuz kazandığını daha sonra bu resmi durumun Cumhuriyet’in devrimleriyle sona erdirildiğini bilmekteyiz. O dönemde devletin bütün rejim anlayışı değişmiş, din ve devlet işleri özellikle ayrılmıştır. Diyanetin kurulma amaçları arasında, Osmanlı ulemasının ilmiye sınıfının tasfiye edilmesidir. Çünkü o dönemde bu kurumlar tasfiye edildikten sonra din adına açılmış olan o kurumlar tek tek kaldırılmıştır. Kurtuluş savaşı yıllarında yaşanan dini merkezli ayaklanmalar ileride Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşayacağın sıkıntıların habercisiydi. Bu yüzden laik bir rejimi benimseyen yeni Türk devleti Anadolu topraklarındaki halkının inanışları bilmek ve duyarlı olmak zorundaydı. Bu zor sürecin atlatılması için halkın özellikle Sunni – Hanefi anlayışında şekillenen din adına öğrendiği yanlış bilgiler ve benimsediği hayat felsefesinin de devrimsel nitelikte değişmesi gerekiyordu. Bu bilinçte olan Yeni Türk Devleti, Diyanet İşleri Başkanlığını 3 Mart 1924 tarihinde 429 Sayılı Kanunla Başbakanlığa bağlı bir teşkilat olarak kurmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevi tanımlanırken İslâm Dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmekle, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle görevli bir kurum olarak betimlenmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı, 3 Mart 1924 Anayasamızın 136. maddesinde; “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.” hükmü yer almaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı kurum olarak da Din Şurası, Merkez Disiplin Kurulu, Teftiş Kurulu, Hukuk Müşavirliği, Din İşleri Yüksek Kurulu, Dini Görevler ve Din Görevlilerini Olgunlaştırma Müdürlüğü, il ve ilçe Müftülükleri, bucak ve köy İmamlıkları, Vaizlikler, Cami görevlileriyle vardır.[2] Görünürde Diyanet İşleri başkanlığı kurum olarak bürokrat bir kimliğe sahiptir. Laiklik rejiminin içinde var olan bir kurumdur. Diyanet’in halkı bilinçlendirme çalışmaları arasında fetvalar vermesi rehberlik niteliğindedir. Devletin resmi bir fetvası değildir. Bu bir tür, halkın dini sorularına cevap verme hizmetidir. Ancak son zamanlarda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Sunni- Hanefi eğilimlerinin fazlalaşması ve bunu resmi bir din anlayışı haline dönüşmesi - bürokrasi de net olmasa da- Diyanet’in kurum olarak varlığını sorgular hale getirmiştir. Bu tartışmalar da en çok Alevi vatandaşlarımız tarafından dile getirilmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Alevi vatandaşlarımıza olan yaklaşımıyla ilgili görüşleri ayrı bir çalışmanın konusu olacağından burada sadece bu konuyu belirtmekle yetineceğiz. Bu çalışmamızın konusu Diyanet işleri Başkanlığı’nın içerisinde bir hizmet alanı olarak sunulan Kur’an kurslarıdır. 2006 yılındaki istatistiğe göre ülkemizde Kur’an Kursu sayısı 4951’dir. Katılan öğrenci sayısı erkek öğrenci olarak 638.530, kız öğrenci olarak 619.777 yani toplam 1.478.331 öğrenci bu kurslara katılmıştır. [3] Bu istatistikî rakamlara bakıldığında bu sayının hiç de azımsanmayacak kadar büyük bir rakam olduğu görülmektedir. Ancak rakamın büyük olması ile verilen dini hizmetin tutarlılığını iyi ölçmek gerekir. Kur’an kursları tür olarak iki şekilde vardır. Birincisi bir yıl boyunca Kur’an öğretimi ile birlikte çeşitli dini bilgilerin verildiği bir eğitim biçimi, ikincisi ise yazları faaliyet gösteren yine Kur’an öğrenmek için yürütülen yaz Kur’an kurslarıdır. Bu kurslardaki dini eğitim anlayışı yine Sunni- Hanefi merkezli olup eğitim ilkesi olarak da Kuran’ın Arapça okunmasını öğretmeyi hedeflemektedir. Özellikle bu kurslar Kur’an’ın metinsel olarak Arapça telaffuzunu okumayı hedef aldığından hizmet alanı olarak sınırlılığını kendiliğinden göstermektedir. Uygulamalarda genel olarak Kur’an kurslarında ezber ve telaffuz öğrenmeye dayalı bir eğitim sistemi vardır. Çünkü içeriksel ve anlam olarak Kur’an- Kerim’in anlaşılması için belirlenen özel bir hedefe dair, ne zaman yetmektedir ne de böyle bir hedefin önemsenmediği görülmektedir. Bu açıdan bakıldığında ise yapılan dini hizmetin sığ ve faydadan uzak bir biçimde sergilenmesi pratikte de görmek mümkündür. Toplumsal sıkıntılar ve yaşanan kaoslara neticesinde dini bir hizmet olarak ifade edilen Kur’an kursu hizmetlerinin toplumsal önceliklerden oldukça uzak olduğunu açıkça ifade edebiliriz. Çünkü toplumsal anlamdaki öncelik, ahlaki ilkelerin ve Yüce İslam dinin ahlaki yaklaşımlarının daha ön plan çıkarıldığı bir din anlayışının acilen uygulanması gerekir. Elbette bu durum Kur’an Kurslarının devam etmesi neticesinde alınacak bir önlemdir. Diyanet İşleri Başkanlığı prensip olarak Kur’an kursu hizmetlerini tanımlarken, korku merkezli değil, sevgi merkezli anlayışı, konu merkezli değil, problem merkezli öğretim programı, öğreten merkezli değil, öğrenci merkezli yöntemleri izleyen, bilgi yükleme değil, dinî davranış geliştirme hedefli, empoze edici değil, özgürleştirici öğrenme ve öğretme ortamlarına sahip, düşünmeyi durduran değil, sorgulayıcı yaklaşımı benimseyen, sıkıcı, itici değil, sağlıklı fiziksel şartlara sahip Kur'an kursu, modeli geliştirme yönünde başlatılan çalışmalara devam ettiğini [4]ifade etse de teoriksel olan bu yaklaşımın pratikte mümkün olmadığını görmekteyiz. Çünkü bu tür bir yaklaşımın en başta din hizmetini sunacak görevli kişilerin pedogojik – formasyon olarak yeterli bir alt yapıya sahip olması gerekir. Tabi Diyanet İşleri bu eksikliği gidermek içinde hizmet içi eğitim kursları açsa da ülkemizde hala korkuya dayalı bir din anlayışı benimsenmektedir. Pedogojik ve formasyon eğitimi, kısa süreli kurslarla edinilecek bir ehliyet değildir. Çünkü bu eğitim aynı zamanda üniversite eğitimi ile birlikte birçok donanımla elde edilecek bir beceridir. Bu donanım en başta tarih, sosyoloji, psikoloji, dinler tarihi, mezhepler tarihi, İslam Felsefesi gibi başlıca bilimlerle gelişebilir. Bu da gösteriyor ki kazanılacak pratik eğilimler bir anda elde edilebilecek bir tecrübe değildir. Zaman ve eğitim gerektirir. Bu açıdan Kur’an kursları değerlendirilirken önce kurumsal olarak varlığı olmalı mı olmamalı bu tartışılmalıdır. Eğer kurum olarak varlığına ihtiyaç duyuluyorsa bu kursların sadece Kur’an Kursu olmaktan çıkarılması zorunludur. Bu kurslar ancak Çağın, ihtiyaçları doğrultusunda yeniden kurumsal olarak var edilecekse, tamamen müfredatının değiştirilmesi zorunludur. Kurslar ezberci, kuru, Kur’an- ı anlamaktan bir o kadar uzak bir anlayışla devam ettiği sürece hiçbir zaman amacına ulaşmayacaktır. Mevcut haliyle çeşitli sıkıntıları beraberinde getirdiğini toplumsal olarak gözlemleyebiliyoruz. Ancak burada en önemli sorun Diyanet’in bugünkü mevcut haliyle bir kurum olarak varlığını devam ettirmesi sorunsalı daha önemli bir sorun teşkil etmektedir. Geleceğin Türkiyesi’nde kendini yenilemeyen, farklı dinden ve başka kültürlere dini hizmetler alanını sağlamakta zorlanan Diyanet teşkilatının bürokratik olarak da devam edecekse din yaklaşımlarını Sünni- Hanefi çizgisinden kurtararak bunu gerçekleştirmesi gerekir. Türkiye’de tek tip bir din anlayışının ötesini geçilerek ve diğer kültürlere açık olan laik bir din anlayışını sergileyebilecek bir Diyanet Kurumu, toplumsal anlamda barışa daha çok katkıda bulunacaktır. Laikliğin de ana prensibi budur. Yani devletin prensip olarak kendi vatandaşlarının inançlarına eşit şekilde yaklaşmasıdır. Devletin her Türk vatandaşının inancına eşit muamele göstermesi Diyanet’in çizgisini büyük oranda değiştirmesi ile birebir ilgilidir. Diyanet bugünkü şekliyle bu yaklaşımı sergileyememesi sorun oluşturuyorsa yeni bir kurumun kurulması da zorunludur. Ancak kurulacak bu yeni kurumunda devletin resmi fetva makamı olmaktan daha çok halkın dini hizmetlerle ilgili sorunlarına cevap verecek bir kurum olmalıdır. [1] http://tr.wikipedia.org [2] tr.wikipedia.org/wiki/Diyanet. [3] www.diyanet.gov.tr. [4] www.diyanet.gov.tr
YorumlarZEYTUN
{ 17 Eylül 2008 05:11:32 }
Sayin Yalcin Diyanet kurslari konusunda guzel bir fikir gelistimektedir. Yalniz bu durumun Hayatagecirilmeyisini de vurgulamaktadir. Yazida fakat kucuk bir hata var oda eyitim Dinde eyitim hic birzaman sorgulamay dayanamaz. Din islevi gereyi olarakYaratilan bir dogmayi oldugu gibi kabullenmek zorundasiniz. Orneyin Kuran''in Allah tarafindan Hz. Muhamede indirildiyini inanmak. Bunun aksini soyediyiniz takdirde iyi bir musluman olamazsiniz.
Diğer Sayfalar: 1. Bu sadece basit bir ornek. Bu sekilde ornekler cogaltilabilirsiniz. bunu yaptiginiz takdirde, din konumu disina cikmis oluyorsunuz. Sorgulayici bir yaklasim insani ozgurlestiren bir yaklasimdir. Din Geryi itibari ile basindan beri boyle bir yaklasim onlemektedir. Din Latincede Religion diye gecmektedir. Bunun da turkce anlami eskiye donus demektir. Daha dogrusu yaratilan bir insan davranis bicmine geri donmek seklinde de anlasilabilir. Dolayisiyla din kendi icinde ozgurlestirici olamaz. Yaratilan butun ozgurlestirici hareketlere karsit bir tutum takinmak zorundadir.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|