|
|
SansürKategori: Ayorum Güncel | 0 Yorum | Yazan: Gündoğdu Gencer | 10 Ağustos 2008 02:41:18 2008 Olimpiyatları görkemli bir törenle başladı. Birçok dünya ülkesi lideri açılıştaydı. Çinliler gazetecilerin internet yoluyla bazı sitelere girmesini engelledikleri için eleştirildiler. Bunlar Tibet, Uygurlar, Tianenmen Meydanı, Falun Gong, insan hakları ihlâlleri gibi konularını kapsıyordu. Batılılar "Sansür var, sansür!" diye hop oturup hop kalktılar.
Sansürün elbette savunulacak yanı yok. Ama Batı ikiyüzlülüğünü bu olayda da ortaya koydu. Daha birkaç ay önce Avustralyalı ünlü fotoğrafçı Bill Henson’ın fotoğrafları ancak bir polis devletinde görülebilecek biçimde sergilendiği galeriden polis zoruyla yaka paça toplatılmadı mı, bu fotoğrafların “müstehcen” olup olmadığına başbakanımız Kevin07 şıppadanak karar vermedi mi? Ardından kilisedeki oğlanlara tecavüz eden sübyancı papazların koruyucusu, Katolik kilisesi başı Joseph Ratzinger kırmızı pabuçlarıyla kıyılarımızı kirlettiğinde kendisini “incitici” pankartlar açmak, hoş olmayan sözler sarfetmek Katolik Eyâlet Başbakanımız, özelleştirme delisi Morris Iemma tarafından suç ilân edilmedi mi? Sovyetler döneminden kalma şöyle bir fıkra geldi aklıma. Bir bilimsel konferansta bir Amerikalı ve bir Sovyet bilim adamı dost oluyorlar. Amerikalı, arkadaşını New York’a davet ediyor, metroya götürüyor. “Bak iki dakika sonra filânca tren, üç buçuk dakika sonra falanca tren gelecek. Burada trenler hep zamanında gelir” diyor. Ve dediği gibi, her tren onun söylediği vakitte, saniye sektirmeden geliyor. Amerikalının çalımından geçilmiyor. Sovyet bilim adamı teşekkür ederek ayrılıyor ve davetin altında kalmamak için Amerikalı arkadaşını Moskova’ya davet ediyor. Epeyce gezdirdikten sonra Moskova’nın ünlü, avizeli metrosuna götürüyor. “Şimdi şu tren gelecek, beş dakika sonra şu, oniki dakika sonra şu tren gelecek” diyor. Bekliyorlar, on dakika, onbeş dakika, yarım saat... Gelen giden yok. Sovyet bilim adamı son derece mahçup tabii. Amerikalının bıyık altından sırıttığını görünce “tamam ama siz de zencileri öldürüyorsunuz” diyor. Demem o ki, bir yanlış, bir diğer yanlışı savunmak için kullanılırsa gülünç oluyor. Örneğin bir soykırımıyla suçlanan bir halk “tamam ama siz de...” diye suçlayanların yaptığı soykırıma gönderme yaparak kendini savunamaz. Sansür sözcüğü Latince “censere” sözcüğünden geliyor. Sözcük, ahlâk ve davranışları değerlendirme ve yargılama anlamına geliyor. Kim hangi ahlâk ve davranışı değerlendirir, yargılarsa elbette kendi ahlâkî değerlerine göre bu yargılamayı yapıyor. Bunu bir devlet yaptığında bir takım şeylerin yanlış, ahlâksız, kabullenilemez olduğuna karar veriyor. Şeriatla yönetilen bir ülkede Salman Rüşdü’nün yazdığı bir romanın Sayın Muhammed’e hakaret içerdiğine hükmediliyor ve roman sansüre uğramakla kalmıyor, yazarı hakkında ölüm fermanı çıkarılabiliyor. Sansürün yarım adım ötesi mahkemelerde yargılanmak, hapse tıkılmak, veya idam edilmek. Sansür kavramının kökünde bir başkasının, bir yetkilinin veya devletin benim neyi okuyabileceğime, neyi görebileceğime, neyi söyleyebileceğime kendisini yetkili görmesi yatıyor. Hani “büyüklerimiz bizden iyi bilir, bizden iyi düşünür” yaklaşımı var ya, tam öyle işte. Özet olarak söylersek sansür bir tahakküm aracıdır; güç sahibi olanların kendilerini toplumun, toplumdaki sıradan bireylerin üstünde görmesi, onlara kendi görüşlerini, değerlerini dayatmasıdır. Bill Henson’a dönersek, birçok kişi çocuklara karşı işlenen suçlar konusunda haklı olarak çok duyarlı olduklarından bu noktadan mantıksız bir sıçrama yaparak çıplak veya yarı çıplak bir çocuk fotoğrafının yasaklanmasını, sansüre uğramasını savunuyorlar. Kraliça Viktorya döneminde cinsellik o denli tabulaşmış ki, iskemle bacakları –bacak cinselliği çağrıştırıyor diye- üzeri dantelli örtülerle örtülür olmuş. Ticaniler kadının saçının bir telinin görünmesinin erkeği cinsel olarak tahrik ettiğini söyleyerek başı açık kadını fahişelikle suçluyorlar. Şeyh Hilalî başı açık kadını kedinin önüne konmuş bir et parçasına benzetebiliyor. Bir Fransız, bir Alman ve bir Türk Paris’te Seine nehri kıyısında manzarayı seyre dalmışlar. Nehrin akıp giden sularına bakınca Fransız “bu bana sevgilimin dalga dalga saçlarını anımsatıyor”, Alman “bana uygun adım yürüyen Alman askerlerini anımsatıyor” demiş. Türk te “bana seksi anımsatıyor” deyince ötekiler dayanamayıp sormuşlar: “şimdi nereden aklına geldi bu yahu?” diye. Bizimki “hiç aklımdan çıktığı var mı ki” demiş. İnsan zihni görmek istediğini görür. Bill Henson’ın fotoğraflarında “hadi gelin çocuklara cinsel tecavüzde bulunun” mesajı okuyanlar kendi cinselliğini halâ çözümleyemiş olan zavallılardır. Özellikle kadın düşmanı Pavlus’un kurduğu ve papazlarına seksi yasaklayan Katolik kilisesinin herşeyde bir cinsellik arayıp sansürü savunmasına şaşmamak gerek. Ama bu kilise ya da ticanî Müslümanlar saplantılarını topluma dayatmaya kalkıştıklarında ne fikir özgürlüğü kalır, ne ifade özgürlüğü. Musevî-Hıristiyan kültürünün hâkim olduğu Batı uygarlığı kilisenin cenderesinden, sapkınlığından kurtulabilmek için yüzyıllarca savaşmış, bu uğurda ne kurbanlar vermiş. Joseph Ratzinger gibi dinî liderler ya da velet Bush gibi siyasî liderler uygarlık saatini geri çevirmeye kalkışıyorlarsa buna hayır demek görevimizdir. Ama Iemma gibi, Rudd gibi özgürlükçü olduklarına inanmak istediğimiz liderler bunu yaparlarsa bu affedilemez. Sonunda Bill Henson’ın fotoğraflarının “müstehcen” sayılmayacağına mahkeme karar verdi. Ama o mahkemede tutucu bir Katolik yargıç ta bulunabilir ve aksi bir karar da çıkabilirdi. Fikir ve ifade özgürlüğünü savunmak kendi fikirlerimiz doğrultusunda olanları savunmak değildir. Tam aksine, bize ters gelen fikirlerin, ifade özgürlüğünün savunulmasıdır. Çin daha bu yolun başında ve sansürü biraz kabaca uyguluyor. Sansürü daha incelikli uygulayanlar Çin’i eleştiriyor. Ah Ziya Paşa ah! Onlar ki verir lâf ile dünyaya nizamat Bin türlü teseyyüb (özensizlik) bulunur hânelerinde
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|