18 kız çocuğu... Kaçak kuran kursu binasının gaz patlaması sonucu çökmesiyle enkaz altında kalan 18 küçük kız... Kimisi henüz on yaşında, kimisi on iki... Çayırlarda çimenlerde koşturmaları, bisikletle dolaşmaları, yüzmeleri, güneşten kapkara olmaları, çimenlerden bayır aşağı yuvarlanmaları, kahkahalar atmaları gereken bir çağda, çocukluk çağında, Ortaçağ karanlıklarında yok olup gittiler.
Diğer her şey gibi unutulacak, yok sayılacak, geçiştirilecek bir trajedi.
Bu ülkenin paragöz ve vicdansız siyasetçisi, bu ülkenin buzdan kalpli enteli “çocuk” sevmez.
Daha doğrusu, yoksul çocuk sevmez. Yoksulun çocuğunu sevmez.
Yoksulun çocuğunu neden sevsin, neden düşünsün, neden eğitimiyle, sağlığıyla uğraşsın siyasetçi?
O zaman askere kim gidecek, atölyelerde beş on kuruşa kim çalışacak, kim inşaatlarda tüketecek hayatını, kim erkenden ihtiyar olacak, kim satacak bir oyluk hakkını bir avuç pirince, bir torba kömüre?
Büyüdüklerinde “oy ambarı” olacak bu çocukları büyüyene dek nerelerde saklamalı, gözden nasıl uzak tutmalı peki?
Çözüm: Kuran kursları.
Çocuklardan “doğa”yı çalmaları yetmedi.
Kültürdü, sanattı, müzikti, böyle zararlı (!) işlerle uğraşsın istemediler.
Paragöz belediyelerin ve tarikatların insafına bıraktılar çocukları, gençleri.
Gidin Anadolu’nun kasabalarını, şehirlerini dolaşın.
Bir tane kütüphane, bir tane sanat merkezi, bir tane gençlik tesisi, bir tane spor salonu bulamazsınız.
Ama internet kafe, kaçak kuran kursu, yığınla.
Ya öyle ya böyle, çocuklar zehirlenmeli mutlaka, düşünmeleri ve uygar insanlar olmaları engellenmeli!
En yoksulların çocukları kuran kurslarının yolunu tutar, yaz gelince. Hayatın o en renkli keşif çağında –çocuklukta yani- günah kavramını öğrenir. Bu dünyaya değil, “öbür” dünyaya inanmayı öğrenir. Korkmayı öğrenir. Kötülüğü öğrenir.
Tacizi öğrenir.
Analar babalar ses etmez. Çünkü yoksulluk ve cehalet, ikisi bir arada, tüm kötülüklerin ağa babasıdır.
Bakın, bir tane aile bile şikayetçi olmamış ölen kız çocukları için.
Oysa, düpedüz cinayet bu ama aileler hesap sormuyor.
Nedenleri çeşitli… Cehalet, korku, sosyal baskılar…
Çöken binanın sorumluluğunu kimse üstlenmiyor.
Kuran kurslarını denetlemekle yükümlü müftülük, çöken binadaki kuran kursunun “kaçak” olduğunu ve bir tarikata bağlı olduğunu bile bile, denetleme yapmamış hiç. Yapmaya çekinmiş.
Belediye denetlememiş.
Böyle yığınla kuran kursu var, bu cehenneme döndürülmüş cennet ülkenin her yanında.
Kim denetliyor bu kuran kurslarını peki?
Cevap: Hiç kimse!
Biliyorsunuz sahipsiziz. Çocuklar sahipsiz.
Kimden medet umacağız? Siyasetçiden mi?
Siyasetçi zaten bu işlerin baş sorumlusu.
Tarikatların cirit attığı bir ülke haline nasıl geldik biz? Onların basiretsizliği, sığlığı, vicdansızlığı yüzünden değil mi?
İkinci sorumlu ise, ruhsuz entel ve akademisyen takımı.
Ben onlardan işte bu yüzden hiç hoşlanmam.
Kendi çocukları için her şeyin en iyisini isterlerken, ülkenin diğer çocuklarını hiç düşünmezler. Biliyorsunuz, onlar liberal liberal bakarlar dünyaya.
Onların dünyalarında birey her şeydir ve devletten ülke hayrına bir şeyler beklemek modası geçmiş sosyalistliktir, köylülüktür.
Kim bilir, belki de “kuran kursuna gönderilen çocuklar” olayını da bir “özgürlük vakası” gibi düşünüyorlardır.
İsteyen aile çocuğunu istediği yere gönderir, gibilerden.
Açıkçası, ben onlardan beklerim böyle bir yaklaşımı.
Yakışır.