A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Dindarlık

Kategori Kategori: Felsefe | Yorumlar 1 Yorum | 04 Ağustos 2008 10:11:22

Dindarlık kavramı dinin yapılmasını emrettiklerini yapma, yasaklarından kaçınma olarak tanımlanır. Ancak dindarlık kavramı özelde daha geniş bir kavramdır. Dindarlık, teolojik, psikolojik ve sosyolojik açılardan detaylandırıldığında daha açık bir kavram şeklinde karşımıza çıkar. Dindarlık günümüzde modern sosyal bilimlerin en çok araştırdığı konulardan biridir.

Çünkü gelişen dünyayla birlikte dindarlık teolojik boyutundan uzaklaşarak aynı zamanda psikolojinin, sosyolojinin siyasetin ve ekonominin konusu haline gelmiştir.  
 
           Teolojik açıdan değerlendirildiğinde kelime anlamıyla örtüşmektedir. Diğer bir deyişle, kişi benimsemiş olduğu dinin gereği olan vecibeleri yerine getirmesi ve dininin haram saydığı durumlardan kaçınarak, helal sayılan durumlarda da kişinin özgürlüğünü kullanması dindarlığının bir gereğidir. Bu tanım klasik teoloji kitaplarında genel kabul gören bir tanım olmakla birlikte eksik bir tanımdır. Çalışmamızın ilerleyen bölümlerinde teolojik açıdan kavramımızı daha da açacağız.  
 
            Psikolojik açıdan bakıldığında dindarlık kavramı kişinin özelindeki ruhani bir hal olarak tanımlanabilir. İnsanın doğuştan insanüstü bir varlığa inanması doğal bir gereksinim olarak bilinmektedir. Psikolojik açıdan dindarlık, kişi ve Tanrı arasındaki mahrem ilişki olarak ifade edilebilir. Kişi ve Tanrı arasındaki bu mahrem ilişki kişinin özelinde olup başkasına hiçbir yaptırımı olmadan bizzat kişinin kendi ruhani ve bedeni yaşantısı olarak ortaya çıkar. Bu yönüyle dindarlık bir bilim disiplini olarak kendini gösterir ki bu da teoloji bilimleri arasında Din Eğitimi ve Din Psikolojisi bilim dallarının konusunu teşkil eder.  
 
            Sosyolojik açıdan bakıldığında ise dindarlık daha geniş bir kavram olarak karşımıza çıkar. Çünkü bu anlamda dindarlık kavramı fenomenleşerek sosyal hayatın her alanında olumlu ya da olumsuz kendini gösterebilmektedir. Hatta dindarlık bir olgu olarak bugün Türkiye'de sosyolojik açıdan yoğun bir şekilde tartışılmaya başlanmıştır. Bunun da nedeni Türk toplumunun dini inanışlarına hassasiyetle yaklaşması ve yaşamaya çalışmasıdır. Dindarlık, kişinin bireysel insiyatifinden çıkmakta daha çok toplumsal statülerde şekillenmeye başlamaktadır. Dindarlığın biçimlenmesinde ekonomi de belirleyici bir unsur haline dönüşmüştür. Ekonomide, siyasette var olurken dindarlık birçok tartışmanın ana konusu olmakta kimi zaman taraf olunan kimi zaman da karşıt olunan bir duruma ve fenomene dönüşmektedir.  
 
            Dindarlık, dindar insanın durumu olarak nitelendirildiğine göre dindar insanın, dini, durumunu, yaşayışını dikkate alarak değerlendirmelerimizi yapacağız.  O halde çalışmamızın objesi dindarlık kavramıdır. Dindarlık kavramı da bu insan tekelinde sembollerle ve davranışlarla etrafında oluşan olgusal bir kavramdır. Bu nokta da dindarlığın, din kavramının açılımıyla bu olgusal duruma nasıl dönüştüğünü analiz edeceğiz. O zaman bu boyuttan din, dindar insan ve dindarlık kavramlarını açıklamalıyız.

 
 
a)            Din Kavramı :

Din kelimesi anlam olarak, Arapça’da usul, metot, alışkanlık, gidilen yol anlamına gelmektedir. Kuran- ı Kerim’de din kelimesi de çeşitli ayetlerde geçer. Örneğin bazı ayetler de şu şekilde geçmektedir: “Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O halde kim tâğûtu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” [1] “Şüphesiz Allah katında din İslam’dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah’ın âyetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir.” [2] Din kavramını birçok teolojik disiplin açısından tanımlamak mümkündür. Örneğin Rudolf Otto’ya göre din, insanın kutsal saydığı şeylerle ilişkisidir. [3] Bir Dinler Tarihçisi olan Rudolf Otto din kavramına diğer disiplinlerden daha farklı yaklaşabilmektedir. Çünkü Dinler Tarihi açısından din olarak tanımlanan “kutsalın” yaşanmasıdır. Kutsal olan herhangi bir nesne ya da eşya insanın imani dünyasına nüfuz edebiliyorsa bu din olarak tanımlanabilir.  Emile Durkheim’e göre ise din, bir cemaatin meydana gelebilmesini sağlayan ayin ve inançlar sistemidir. [4] Bu açıdan bakılınca din, sosyolojik olgusal durumdur Diğer bir ifadeyle de din, toplulukları bir arada tutan potansiyel bir güçtür.  Emile Durkheim’e göre fonksiyonalist bir din anlayışı bulunmaktadır. Ona göre, sosyolojinin esasını “kolektif şuur” anlayışı teşkil etmektedir. Kolektif şuur, toplumdaki müşterek tasavvurların toplamından ibarettir. Toplumun kolektif tasavvurlarının temelini ise dini inanç ve tasavvurlar teşkil etmektedir. [5] Birleştirici bir güç olan din toplumu etkisi altında tutar. Din sosyolojik olarak potansiyel bir güçtür. O zaman bu gücü olumlu kanalize etmek gerekir. Doğru olana yönlendirmek gerekir.  Bununla birlikte psikolojik açıdan bakılarak yapılan din kavramlarına da rast gelmekteyiz. Tolstoy özellikle din kavramını açarken, dini daha çok psikolojik boyutunda değerlendirmiştir. Ona göre, İnsanın kendi parçası hissettiği ve davranışları için yol gösterici ilkeler çıkardığı o bütünle kurduğu ilişkidir. Bu yüzden din akıl sahibi insanlığın asli ve vazgeçilmez bir şartı olagelmiştir. [6]  Din, en yüksek insani melekeye sahip insanlar tarafından, insanın, güçlerini üzerinde hissettiği sonsuz varlık ya da varlıklarla ilişki kurması şeklinde tanımlanmış ve öyle anlaşıla gelmiştir. [7] Tüm dinler insanla, insanın kendini bir bütün hissettiği, yol gösterici ilkeler edindiren Sonsuz Varlık arasındaki ilişkidir. [8] Tolstoy’un bu tanımlarına göre bir insanın dini hissedebilmesi ve yaşayabilmesi akli melekelerle olur. İnsanı diğer varlıklardan ayıran akli meleke özelliği dini algılama ve yaşayabilme noktasında tamamlayıcı bir unsurdur. Bu özelliğiyle insan ancak dini algılayabilir ve yaşayabilir. İnsan akli melekesiyle ruh dünyasıyla irtibata geçer ve insan dini tecrübelerini gerçekleştirir.  

 
 
            Din üzerine yapılan tariflerde, kimi zaman teolojik boyut, kimi zaman psikolojik boyut, kimi zaman  sosyolojik boyuttan yapılan açılımlar dikkat çekmektedir. Bütüncül ve kapsayıcı bir din kavramımız henüz oluşturulmamıştır.  
 
 
            Mesela bazı din tariflerinde dinin bilgisel iddiaları başka bir deyişle kognitif yanı ağır basmakta, psikolojik yönü ihmal edilmektedir. Bazılarında ise, kognitif yanın aleyhinde olacak şekilde, ahlak ve duygu konusu ön plana çıkmaktadır. [9]
 
 
            O halde din nasıl tanımlanabilir? Din, ferdi ve içtimai yanı bulunan, fikir ve tatbikat açısından sistemleşmiş olan, insanlara bir yaşam tarzı sunan, onları belli bir dünya görüşü etrafında toplayan bir kurumdur. O bir değer koyma, değer biçme ve yaşama tarzıdır... Müteal ve kutsal bir yaratıcıya isteyerek bağlanma, teslim olma, Onun iradesine tabi olmadır... Bir takım şeyleri duyma, onlara inanma ve onlara göre bir takım iradi faaliyetlerde bulunma meselesidir. [10]  
 
 
            Türkiye’de dini anlama ve algılamadaki sıkıntılarımız dindar insan olgusunu da eksik şekillendirmektedir. Bir diğer ifadeyle din kavramımızdaki eksik yapılandırmamız bizi eksik bir algıya götürmesinden dolayı, dini dar bir alana sıkıştıran anlayış -  salt teoriler dini haline getiren anlayış biçimi - dinin dinamizmini ortadan kaldırmaktadır. Daha çok teoride yaşayan, resmi bir dili olan ve ruha hitap etmeyen bir din anlayışı büyük bir sorun teşkil etmektedir. Bu şekildeki dinin tanımlandırmasından sıyrılarak yaşayan ve dinamik bir din anlayışımızı felsefi olarak ortaya koymamız zorunludur.  

 

b)            Dindar İnsan Kavramı :

Din kavramının biçimlendirilmesinden sonra dindar insan kavramı da yaptığımız bu tanımlama üzerinden şekillenmektedir. Din kavramının içeriği pratik olarak dindar insanın yaşantısını oluşturur.. Örneğin bir insan dinini, psikolojik boyutuyla algılıyorsa dini kendi özel alanında yaşıyor şeklinde yorumlanabilir.  

 
             O halde kavramlar ve algılar birbirini takip eden tecrübeler sürecine dönüşmektedir. Kavramsal düzlemde insanın yaşamı algılayış biçimine uygun bir zemin hazırlamalıyız. Bu nedenle kavramı felsefi zeminde değerlendirerek şekillendirmek düşünceyi ve yaşam felsefesini oluşturmamıza katkıda bulunacaktır. Felsefi perspektif kavram karmaşasını engelleyecektir. Bu bakış açısını elde ettiğimizde dini algılama ve yaşama geçirebilme noktasında daha rasyonel sonuçlara ulaşmak mümkündür.  
 
            Klasik olarak süre gelen din kavramındaki eksiklik, felsefi perspektiften bakıldığında dini algılamanın eksik olması, yaşanılmazlığa mahkûm edilmesi “dindar insan” modelini de yarım bırakarak zararlı potansiyel bir güç haline getirmektedir.  
 
           Çünkü bu türden bir anlayış gösterişçi bir dindar modeli oluşturmuştur.  Diğer deyişe görüntüde dindar olan, ama iç dünyasında bir o kadar ahlaki ilkelerden uzak bir kimlikle karşı karşıya gelmekteyiz.  Bugün Türkiye’de din eğitimindeki temel anlayışta din ve dindarlık kavramının bütüncül açıklanmaya çalışılsa da uygulamaların tek bir boyutuna vurgu yapılması dindarlık kavramının temelindeki sorunlarla bizi karşı karşıya getirir. Diğer bir deyişe tek bir boyut vurgulaması dini sadece kurallar bütünü haline getirmektedir. Dini vecibelere yapılan vurgunun ahlaki ilkelere yapılmaması da bunun bariz örneğidir. Din eğitimi açısından gençlerimiz yetiştirilirken onlarda da bu kavramsal zeminin tam oluşturulması bizi gelecek hakkında daha olumlu sonuçlara götürecektir.  Aksi takdir de din eğitimimizle bu bilinci gençlerimize veremezsek, dini entelektüel bir seviyede anlamak ve yaşatmak daha da zorlaşacaktır. Din anlayışımızı bu seviyeye getiremediğimizde hayatımızın hiçbir olgusunda yararlı bir din olgusu kalmayacaktır. Doğal olarak da dinin evrensel ilkelerine gereken önem verilemeden yapılan bir din eğitimi nedeniyle de insanlarımızın bilinçsizce yaşadıkları bir din olgusu kaçınılmaz olacaktır. Son zamanlarda dindarlık Türkiye’de sadece ameli ibadetlerin yerine getirilmesi olarak algılanmakta, ahlaki ve vicdani normlar din kavramından soyutlandığından ya da önemsenmediğinden İslam’ı algılama ve yaşama biçimini de tam bir kaosa sürüklemiştir.  Bu anlamda Türkiye’de dindar insan olma kavramından hareketle dindarlık kavramı da bir sorun haline dönüşmüştür. Çünkü İslam dininin insan modeli anlatılırken sürekli olarak ameli kurallara yapılan vurgular “şekilci bir din” ya da “gösterişçi dindarlık” yaratmıştır. İçi boş ve duygusallıktan uzak bir din anlayışı ahlakı da tüketmiştir. Bu yönelim son ve evrensel olan İslam dinini de hazin bir sonuca yaklaştırmaktadır. Sürece baktığımız da İnsanların dine olan güveni gittikçe azalmaya başlamıştır.  
 
 
            Ayrıca öte yandan dindarlık siyasetin konusu olduktan sonra bu sorun ötekileştirme çabalarıyla toplumu ikiye bölmeye başlamıştır. Bu süreç de Türkiye’nin bugünlerde yoğun olarak Başörtüsü \ Türban söylemiyle daha da belirgin haline gelmiştir.  Hatta bu söylem o kadar baskın bir görüş haline getirilmiştir ki bazı çevrelerce Türkiye’de İslam denilince Başörtüsü\ Türban eşitliği algılanmaya başlanmıştır. Bu da İslam’ın evrensel ilkelerine gölge düşürmektedir.  Bu değerlendirmemizi dindarlık kavramında açacağız.  
 

  c)      Dindarlık :   İslam dininde dindarlık denilince, geleneksel anlamda dinin vecibelerini yerine getiren, ahlaki sorumlulukları hissedebilen bir insanın davranışları akla gelir. Ancak dindarlık kavramının bu anlamda daha da açılması ve anlaşılması gerekir. Bu geleneksel sığ kavramın yeniden düzenlenmesi ve anlatılması zorunlu hale gelmiştir.  İslam’ın yeniden anlaşılması çalışmaları günümüzde başlamıştır. Bu akım öncelikle Yaşar Nuri Öztürk’ün “Kur’an İslam”ı şeklindeki aktardığı görüşlerle başladı. Ancak bu akım Türkiye’de çok fazla geçerlilik bulmadı. Bunun nedeni de Türk örf ve adetlerinin bu anlayış içerisinde mantıksız olarak değerlendirilmesi halkın içinde fenomenleşmiş bazı inançları ortadan kaldırıyor olmasındandı. Doğal olarak halkın yıllardır alışagelmiş inançlarından bir anda vazgeçmesi beklenemezdi. Halkın bir kısmı  bu anlayışa kendini yakın buldular.  Öztürk’ün bu söylemi ilk bakışta makul görünse de dindarlık açısından baktığımızda, halkın birçok alışkanlığını pratikte ortadan kaldırıyor olması ister istemez bu görüşün kitlelere ulaşmasını engelledi. Çünkü “ Kur’an İslamı” söyleminin temelindeki çözümsüzlük aslında bizi görünenden daha farklı bir noktaya getirdi. Bu görüşün temelindeki sıkıntı, Vahhabi söylemin olmasıydı. Vahhabilik’e göre birçok şeyin haram olduğu görüşü Öztürk’ün bu görüşüyle örtüşür hale gelmişti. Vahhabilik’e göre, mezarların ziyareti, ölen insanların arkasından Kur’an okunması gibi kültürel davranışlar haramdır. Öztürk’ün Kur’an İslam’ı görüşü de Kur’an’ın içinde olmayan bir davranışı yapmamayı gerektirir.  Öte yandan Öztürk’ün bu girişimi Türkiye’de bir başlangıç olması nedeniyle olumlu gözükebilir. Çünkü İslam, dinamizmi kendi içinde barındırır ve her zaman yeniliğe açık bir dindir.  Türkiye’de bu akımı felsefi, Türk Kültürünün perspektiften yeniden yorumlayarak analiz eden bir başka bilim adamı Şahin Filiz’de “dinin demokratikleşmesi” gerektiğini savunmaktadır. Filiz’e göre, dinin demokratikleşmesi dini anlamda ve fiile geçirme de özgürlükçü bir anlayışı ifade eder. Dinin kendi içinde insanlara verdiği bu özgürlüğü yaygınlaştırmak gerekir. Demokratik ve özgürlükçü din anlayışı ve kültürü gelişmedikçe; çağdaş bir düzeye gelinmedikçe, İslam dini hak ettiği konumu alamayacaktır. Dini sadece simgelere ve olgulara dayandırmak dinin ahlaksal derinliğini ortadan kaldırır; dini sığlaştırarak simgeler ve eylemler savaşına indirger.  Filiz’e göre dindarlık ve ahlaklılık, yapıp- yapmama konusundaki bireyin inançsal hem de davranışsal açıdan kendi özgürlüğüyle baş başa bırakılması ile gerçek anlamını bulur.  Filiz bu görüşüyle de ayrıca son zamanlarda dini simgelere yapılan vurguyu eleştirmektedir. Bu simgenin de özellikle Başörtüsü\ Türban söylemi üzerinden yapılıyor olmasına dikkat çekerek, dindarlık kavramını yeniden temellendirir. Ona göre dindarlığı, dosdoğru bir ahlaksal yaşantı biçimini, bir sembole sığdırarak yozlaştırmak, dinin ahlaksal derinliğini ve toplumsal yararını ortadan kaldırmak demektir.  Şahin Filiz dindarlık kavramını açıklarken bir ayırıma daha gider; o da “dincilik” kavramının dindarlık kavramından farklı olduğudur.  Dincilik, dindarlığa ve sade Müslümanlığa karşıdır. Dinsel bürokrasiyi çoğaltan bu anlayış Tanrı ile birey arasına aracılar koyar. Türkiye’de bu aracılar siyasetçi, tarikat liderleridir. Örneğin, Said Nursi kendi sözlerinin değiştirilemeyeceğini, kitaplarını kendisinin yazmadığını, kendisine yazdırıldığını ve Risale- i Nur’un kendi malı olmadığını ileri sürmüştür. Bazen de “ Bana manen ihtar edildi ki” gibi ifadeler kullanmıştır. Said Nursi’nin eserlerinde yayınlanan birçok Nur talebeleri mektuplarında da Said Nursi’de insanüstü yetkileri bulunduğunu ve Risale- i Nur’un semavi olduğu ileri sürülmüştür. [11]   Çubukçu’nun bu tespiti 1967’lerde ortaya konulmuştur. Ancak bugün hala geçerli olan ve daha da tehlikeli bir boyuta ulaşan bu türden akımlar ve dinsel siyasi oluşumlar dinsel bürokrasiyi oluşturmuş, gerçekte dindarlık kavramının içini boşaltmıştır.  Halk dindarlık konusunda herhangi bir cemaat ya da tarikata üye olunduğunda dindar olacağına inandırılmıştır.  Bu anlamda insanların eğitim seviyesi dahi çok önemli olmamaktadır. O halde bu noktada şu soruyu sormak gerekir : “ Din eğitiminin insanımız üzerindeki etkisi nedir?” Yapılan bir araştırmaya göre bu sonuçlar sınırlı da olsa din eğitiminin devlet kurumları olarak eksikliği ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu araştırmayı yöneten Ahmet Onay’a göre, ülkemizde verilen din eğitiminin, dindarlığın davranış boyutunda meydana getirdiği değişimin ancak yarısını ve hatta daha azını dindarlığın manevi boyutunda getirildiği iddia edilir. Ona göre, burada esas üzerinde durulması gereken, din eğitiminin din davranışları üzerindeki etkisinin büyüklüğü değil, kişilerin manevi dünyalarına etki düzeyinin azlığıdır. Okullarda ve okul dışında verilen din eğitimindeki ihmalci yaklaşımların, bu sonuçların elde edilmesinde önemli bir payı olduğunu açıklar. Dindarlıkla ilgili en önemli faktörlerden birisi de dini kurumlardır. Yasal çerçeveden bakıldığında, Türkiye’de din işlerinin yürütülmesi Diyanet İşleri Başkanlığına bırakılmıştır. Ancak uygulamada yasaklı olmalarına rağmen tarikat ve cemaatlerin şu veya bu şekilde varlıklarını sürdüre geldikleri bilinmektedir.  Sosyolojik bir vakıa olarak bakıldığında, söz konusu kurumların, dindarlıktaki sahip olduğu payın %35 olduğu, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın payının ise % 20 olduğu görülmektedir. [12]   Bu araştırmadan hareketle Tanrı ile insan arasındaki köprü konumu gören tarikat ve cemaatler dinsel bürokrasidir. İslam dininin samimi ve içten olan dindarlık ideali XXI. yüzyılda dinsel bürokrasilerle bitirilmiştir. Dinsel bürokrasi İslam’ın içinde gizli bir ruhban kesimini oluşturmuştur. Bu ruhban kesimi tarikat ve cemaatler olarak halk üzerinde etkilidir. Hatta bu etki daha da ilerleyerek dinsel siyasi harekete dönüşmüştür. İslam’daki gizli ve sinsi bu ruhban kesimi Ortaçağ Avrupa’sındaki Hıristiyan aleminin yaşadığı kaoslara halkı sürüklemektedir.  Filiz’in Dincilik tezine göre, ahlaksal ve insansal anlamda bir çürümüşlük vardır. Düşünce özgürlüğü yoktur. Bireyi sürekli tepeden belirler; en sıradan emirle başlar; köleleştirmeye kadar devam eder. Dincilik, ahlaksal derinliği ortadan kaldırırken simgeler ve eylemler savaşı çıkarır.  Bir ibadetin ve güzel bir ahlaksal davranışın yerleşmesinden çok, kullanılıp tüketilebilir ve görünürlük kazanabilir sembolleri devreye sokar.  Dincilik aynı zamanda bölücü bir tavır sergileyerek, insanları kaçınılmaz olarak ötekileştirir. Dincilik Türkiye’de aynı zamanda bölücü bir siyaset olarak tezahür etmektedir. Bölücülük ötekileştirmenin öteki adıdır.  Filiz’in bu görüşlerinden hareketle dindarlık ve dincilik kavramlarını değerlendirdiğimizde bugünkü İslam’ı yaşayan insanların bilinçli ya da bilinçsiz olarak dincilik düzleminde yaşadıklarını ifade edebiliriz. Dincilik düzlemindeki oluşturulan din anlayışının sakıncaları daha detaylı olarak da bir çalışma konusu olabilir.  İslam dininin felsefesine göre din sürekli bir dinamik yapıda kendini geliştirir. Bu din kutsal kitapta ilkleri ortaya koyarken bu ilkelerin açılımlarını bizzat insana bırakmıştır. Bu nedenle Kur’an – ı Kerim’de sürekli insanın akli melekelerini kullanmasını gerektiği ayetlerde geçer. Hatta aklını kullanan insan İslam dinince en güzel olana ulaşandır. Örneğin Zümer suresinin 18. ayetinde, “ Onlar ki sözü dinler de onların en güzeline uyarlar. İşte bunlardır Allah’ın klavuzladıkları, işte bunlardır akıl ve gönül sahipleri.” , denilerek aklını kullanan insana dikkat çekilir.  Dindarlık kavramını açarken İslam gelmeden önceki Arap toplumunu hayatından örnekler vermekte fayda vardır. İslam öncesi Arap toplumunda, Arap hayatının idealleri ve hikmet- i vücudunu teşkil eden faziletleri yavaş yavaş değişerek yerini aşırı ferdiyetçiliğe, sınırsız bir zenginlik hırsına bırakıyordu. Ahlaki değerlerin ve sosyal müesseslerin çözülüp dağılmasıyla birlikte, din hayatında da bir bozulma ve gerileme oldu. Mukaddes şeyler tanınmaz olmaktaydı. Din adamlarının rolü meczup ve sihirbazlar derecesine inmişti. İlahi duygular silinip giderken bir putperestlik zihniyeti tapmaya yol açıyordu. [13] Bu açıdan bakıldığında da tarihi bir kıyaslama yaparsak Türkiye’deki dindarlıkta da ahlaki değerlerin çözüldüğünü bugün için hepimiz müşahede ediyoruz. İslam öncesi Arap toplumunda zenginlik ve hırsla ferdiyetçiliğin ön plana çıkması bugün de İslam dünyasının o dönemden çok farklı olmadığını göstermektedir. Bu duruma da ülkemizden örnek verecek olursak, halkımızın Ramazan aylarında iftar çadırlarına mahkûm edilmesi ferdiyetçiliğin ön plana çıkmasının bir kanıtıdır.  Dindarlık, sadece dini ritüel ve simgelere dayandırılan bir olgu haline getirilirken, bir yanda siyasallaştırılması dindarlık gibi özel ve yüce bir makamın hak ettiği konuma oturtulmaması açık bir olgusal gerçektir.  Dindarlık denirken, rejim karşıtı bir insan modeli olarak nitelendirilmek, ahlaki ilkelerden yoksun ama namaz kılan oruç tutan, insanların hakkını gözetmeyen bir Müslüman modeli oluşturmuş olmak oldukça üzücü bir durumdur. Dindar insan, bugün kendini geliştirmemekte, tarikat ve cemaatlerin bir üyesi olmakla dindar olacağına inanmakta,  akli melekeleri kullanmaktan bir o kadar uzak, kültürüne yabancı, başka kültürlerle kendini ifade etmeye çalışan olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu türden davranışlara sahip olan bir insan modeli de teolojik açıdan bakıldığında İslam’ın ilkeleriyle bağdaşmamaktadır. İslam insan modelinde, dinamik bir insan zihni önerirken, gelişen bir medeniyetin parçası olan insanı yönlendiren, rehberlik eden, bu yoldaki bütün engelleri kaldıran bir felsefe gösterirken, bugün bu idealden tamamen uzaklaşılmıştır.  Hz. Muhammed, “ İnsanın dini aklıdır. Aklı olmayanın dini de olmaz” , “ Düşünmek en büyük ibadettir” , demekle dinimizin akla ve düşünceye verdiği önemi görmekteyiz.  “ Bir Müslüman’ın iki günü birbirine eşit olmamalıdır”  derken de İslam dininde insan için dinamizmin önemine dikkat çekmiştir.  Bütün bunlarla birlikte yine Hz. Muhammed’in “ Ben güzel ahlakı tamamlamak için geldim.” , sözü de İslam dininin ahlaki normlar üzerinde hassasiyetle durduğunu göstermektedir.

 
 
O halde Türkiye’de dindarlık kavramının yeniden anlaşılması ve tartışılması zorunludur. Çünkü dindar insan, bugün için bir zararlı bir potansiyel olarak görülmektedir. Dindar insan dinini,  kişinin özel hayatındaki ruhani bir tecrübe olmaktan çıkarak rejim tehdidi olan fiilleri gösterir olarak tanımlanıyorsa, bilgisiz, bilinçsiz bir insan modeli oluşmaya başladığını söyleyebiliriz. Dindar insan modelinin bu şekilde nitelendirildiğini hep birlikte yaşıyorsak, o zaman öz-eleştiri yaparak eksikliklerimizi belirlemek gerekir.  İslam’ın evrensel, düşünceye önem veren özgürlükçü anlayışından hareketle dini anlayışımızı, yaşantımızı yeniden şekillendirmeliyiz.  Bu da hem din eğitiminin, hem İslam Felsefesinin ortak problemidir. İslam dininin yeniden anlaşılması için her iki bilim dalının da ortak çalışma üretmeleri kaçınılmazdır.  İslam dininin, sevgiye, adalete, şefkate, güzel ahlaka, çalışmaya, dayanışmaya, özgürlüğe verdiği önem İslam Felsefesi ve Din eğitimi açısından yeniden değerlendirilip düzenlenmelidir.  Atatürk’ün dediği gibi, “ Bizim dinimiz akla ve mantığa en uygun dindir.” , ilkesinden hareketle akli ve felsefi temeller üzerinde yeniden din felsefemizi geliştirmeliyiz.  
 
 
 
            İslam’ı gösterişçi dindarların esaretinden kurtarmak, din algılayışımızdaki analiz ve sentezlerimizi yeniden yapılandırmamız bizi en makul olana ulaştıracaktır. Bu anlamda kültürel değerlerimize bir o kadar yakın ve İslam’ın evrensel ahlak ilkelerine daha çok vurgu yapılarak özgürce bir din anlayışı ortaya koymamız gerekir. Bu şekilde geliştirilen bir din anlayış toplumumuzun da eksiklerine cevap verebilir. Halkımızın da dine olan güveni yeniden oluşur.  

             

Kaynakça :

  • Kur’an Mesajı, Muhammed Esed, Çev. Cahit Koytak- Ahmet Ertürk, İşaret yay. , İst. – 2002.
  • Dinler Tarihine Giriş, Prof. Dr. Mehmet Aydın, Din Bilimleri yay. , Konya- 1996.
  • Din Nedir? , Tolstoy, Çev. : Murat Çiftkaya, Kaknüs yay. , İst. – 99.
  • Din Sosylojisi, Ünver Günay, İnsan yay. , İst. – 2001.
  • Din Felsefesi, Mehmet S. Aydın, İzmir İlahiyat Fakültesi yay. , İzmir – 2001.
  • Mezhepler, Ahlak, ve İslam Felsefesi İle İlgili Makaleler, İ. Agah Çubukçu, Ankara Ün. Yay. , Ankara – 1967.
  • Dindarlık etkileşim ve değişim, Ahmet Onay, Dem yay. , İst. – 2004.
  • İslam’ın Bugünkü Meseleleri, Erol Güngör, Ötüken yay. , İst. – 1983.



    
[1] Bakara Sûresinin 256 . Ayeti.  
[2] Âl-i İmrân Sûresinin 19. Ayeti.  
[3] Dinler Tarihine Giriş, Prof. Dr. Mehmet Aydın, Din Bilimleri yay. , Konya- 1996, s. 3.   
[4] Dinler Tarihine Giriş, A.g. e. , s. 3.   
[5] Din Sosylojisi, Ünver Günay, İnsan yay. , İst. – 2001, s. 136- 137.   
[6] Din Nedir? , Tolstoy, Çev. : Murat Çiftkaya, Kaknüs yay. , İst. – 99, s. 13.   
[7] Din Nedir?, A.g.e. , s. 15.  
[8] A.g.e. , s. 16.  
[9] Din Felsefesi, Mehmet S. Aydın, İzmir İlahiyat Fakültesi yay. , İzmir – 2001, s. 6.   
[10] Din Felsefesi, A.g. e. , s. 5.   
[11] Mezhepler, Ahlak, ve İslam Felsefesi İle İlgili Makaleler, İ. Agah Çubukçu, Ankara Ün. Yay. , Ankara – 1967, s. 11.   
[12] Dindarlık etkileşim ve değişim, Ahmet Onay, Dem yay. , İst. – 2004, s. 200- 201.  
[13] İslam’ın Bugünkü Meseleleri, Erol Güngör, Ötüken yay. , İst. – 1983, s. 258.   


Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: Henüz oy verilmedi / 0 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar

mustafa { 05 Ağustos 2008 23:13:33 }
Yazınızı elimden gediğince dikkatli okudum. Öncelikle 'Ayorum' a bu nitelikte yazılar yazılması kendi adıma çok istediğim bir şey. Söylenen bir sözün veya dile getirilen bir düşüncenin kendimizinkiyle uyup uymadığına bakarak değerlendirmek anlamayı olanaksız kılıyor. 'Bu yazıda ne anlatılmak isteniyor' sorusu sorularak okunduğu zaman söz konusu yazı ile iletişim kurulabiliyor ancak. Öncelikle iyi niyetle ortaya konulmuş her türlü emek kendisine saygı gösterilmeyi hak ediyor. Ürünün niteliğini, önyargısız olmak koşuluyla değerlendirmek-eleştirmek- ise ona saygısızlık değil tam tersine saygının göstergesidir. Yazıda pek çok konu ele alınmış. Din, Dindarlık, Dindar İnsan, Din Eğitimi, Dinsel Kurumların işlevi, … Kavram, olgu, fenomen, ... vd.

Ayrıca ele alış biçimi de çeşitli olanca yer yer karışıklar ortaya çıkmış. Tekrarlar var, ayrıca bazı korularda yeterince olgunlaştırılmadan geçilmiş. Bu içerikten onlarca yeni yazı çıkabilir ve kendi adıma söyleyeyim bunu sizden beklerim. Ama en azından yazınızdaki bir önermeyi önemli buldum ve bunu derinleştirmenizi umarım. "İNSANIN DOĞUŞTAN İNSANÜSTÜ BİR VARLIĞA İNANMASI DOĞAL BİR GEREKSİNİM OLARAK BİLİNMEKTEDİR"


Dinin işlevinin, toplumsal ve kişisel yaşamda yansımalarının ne olduğu; politikacılar ve tarikatçılar tarafından nasıl kullanıldığı bir yana, dinin Varlık ve Akılla bağının ne olduğu konusunda ne düşünüyorsunuz? Örneğin Sanat ve Felsefe ile ilişkisi nedir? Dinin konusu nedir? Fikirler yıldız gibidirler, kimisi parlak kimisi sönük görülebilir; ama onlar karanlık gökyüzünün içimize umut taşıyan ışıltılarıdır. Önyargıların ve kör inançların karanlığını fikirlerden başka neyle ortadan kaldırabilir ki? "Yazı bilincimizin aynısıdır.'
Diğer Sayfalar: 1.

 

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







'Büyük Osmanlı Soygunu': 10 maddede Eric Adams davası…
İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü

TRUMPİST BİR DÜNYADA ERTESİ GÜN
Seküler Yahudiler rahatsız: "İsrail, İran olacak"
Avusturya seçimleri: Aşırı sağ sandıktan birinci çıktı.
Avustralya binlerce vatandaşına Lübnan'ı terk etmelerini tavsiye etti.
New York Belediye Başkanı Türkiye'den rüşvet mi aldı?

Türkiye işçiler için bir cehennem
İkinci Trump dönemi: Küresel ekonomi nasıl etkilenecek?
AB, çoğunluk sağlanamamasına rağmen Çinli elektrikli araçlara ek gümrük vergisini onayladı.
Türkiye'de ekonomi politikaları konkordato ve iflasları patlattı.
Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı

Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI

Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.
Türkiye ve Yunanistan'daki kültürel miras alanlarının en az üçte biri yükselen deniz seviyesinin tehdidi altında.

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.
Stephen Hawking'in ünlü paradoksu çözülmüş olabilir: Kara delikler aslında yok mu?

2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.
Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor

Madeleine Riffaud est partie
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
JOYCE BLAU, 18 Mart 1932-24 Ekim 2024
HIZLANAN TARİH
DERTLİ-MİR-DÖNE

Nereden Geldi Nereye Gidiyor
Atamın Sözleri
Cumhuriyet 101 Yaşında
Kadın ve Erkek
MAZRUF

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git