|
|
Ergenekon, Genlerimiz Ve İklim DeğişikliğiKategori: Ayorum Güncel | 0 Yorum | Yazan: Gündoğdu Gencer | 18 Temmuz 2008 22:30:16 Baştan olası bir yanlış anlamayı engelleyeyim. Türkiye'deki Ergenekon soruşturması ile siyasal iklim değişmiş olabilir ama ben bundan söz edecek değilim. Ergenekon sözcüğü kendisini milliyetçi sayanların, Türk "ırkı"nın diğerlerinden üstün olduğunu savunanların kutsallaştırdığı bir sözcük.
Aslında bir Göktürk efsanesi. Göktürkler 7. yüzyılda, tam İslam’ın filizlenmeye başladığı dönemde kurulmuş ve varlığını yaklaşık 200 yıl sürdürmüş bir devlet. Adında “Türk” sözcüğü geçen ilk devlet olduğu gibi Türkçenin ilk yazılı yapıtı olan Orhun yazıtları da bu dönemde yaratılmış. Ergenekon destanı, düşman tarafından hile ile yenilgiye uğratılan Türklerin, Ergenekon Ovası'nda yeniden türeyip tekrar eski yurtlarına dönmelerini anlatır. Efsaneye göre savaşta yenilen Türklerin başındaki İl Kağan'ın oğlu Kayı ve yeğeni Dokuz Oğuz sağ kalmış, kaçarak Ergenekon denen yere gelmişler. Kayı ve Dokuzlar boyları burada çoğalıp ovaya sığmayınca çıkış yolu aramışlar. Önlerine demirden bir dağ dikilmiş. Dağın her yanını odunla, kömürle doldurmuşlar. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koymuşlar, “Kök Tengri”nin (Göktanrı’nın) yardımıyla demir dağı eritmişler. Bir Bozkurt çıkmış ortaya, yol göstermiş, kaanları Börteçine’nin peşinden, Bozkurt’un arda düşüp Ergenekon’dan çıkmışlar ve geniş topraklara yayılmışlar. O günü bayram edinmişler ve her yıl o gün başta Kaan, tüm boy demiri kızdırıp örste döverek bu bayramı kutlar olmuş. Daha sonra Anadolu’ya göçen ve Selçukluların kurucusu olanların da Kayı boyundan geldiğine inanılıyor. Irkçıların “safkan Türk”ten söz etmelerini, Anadolu’dakilerin Türk “ırk”ından geldiklerini bilim yalanlıyor. Genetik araştırmalar Türkiye'de yaşayan insanların büyük bölümünün 40 bin yıl önce de bu topraklarda yaşamış olduklarını ortaya çıkarıyor. Orta Asya'dan göçenler bu topraklarda yaşayanların yüzde 10-15'i oranında olmuş ve nüfus yapısını değiştirememişler. Gelen az sayıdaki insanın geni de çok daha kalabalık yerli toplulukların içinde kaybolmuş. Genetik olarak Türkiye'de yaşayanlar Türkmenlere, Özbeklere, Kırgızlara pek yakın değil. Orta Asya göçünden önce Anadolu'da yaşayanların bizimle ilgisi yokmuş gibi, göçle birlikte biz gelince gittiler gibi anlatılır. Ama genetik araştırmalar, göçten önce Anadolu’da yaşayanların bizim atalarımız olduğunu gösteriyor. İranlılar, Ürdünlüler, Yunanlılar, Süryaniler genetik olarak Türkiye insanına Türkmenlerden daha yakın. Türkiye'de yaşayanların kökeni çoğunlukla Ortadoğu ve Akdeniz. Kayı ve Dokuz Oğuz’un öyküsünün bir benzeri, Ergenekon’dan yaklaşık 1000 yıl önce Roma’yı kurduklarına inanılan Remus ve Romulus efsanesi. Truva’dan kaçanların soyundan gelen ikizleri bir dişi kurtun emzirdiğine inanılıyor. Acımasız ve sürü halinde avlanan kurt, birçok efsanede yer alıyor, insanlar kurda özenegelmiş hep. Agartha efsanesi de çok ileri bir uygarlığı olan masalsı Atlantis kenti battığı zaman buradan kurtulanların (Ergenekon gibi) bir yerde yaşadıklarını, bir gün buradan çıkıp dünyaya uygarlığı yayacaklarını, kötülükleri yok edeceklerini anlatıyor. Tarih göçlerle dolu. Ortaokulda, lisede kullandığımız tarih atlasımız irili ufaklı birçok okla kaplıydı. Peki bu insanlar neden yurtlarını terkedip yüzlerce, bazan binlerce kilometre yol alarak, çok kez at veya deve sırtında ya da yayan, bilmedikleri topraklara göçmüşler? O zamanlar gazete yok, radio yok, televizyon, internet yok. Gidecekleri yerlerde nelerle karşılaşacaklarını bilmiyorlar. Bizim ezberci tarih kitaplarımız bunların pek ayrıntısına girmez. Genel olarak göçlerin siyasal ve ekonomik nedenleri var. Yoksa keyfi yerinde, tuzu kuru olan hiç kimse yerini yurdunu bırakıp, çoluğunu çocuğunu alarak meçhule doğru gitmez. Tarihçiler M.S. 375'te Orta Asya’dan Batıya göçün başlamasını şu nedenlere bağlıyorlar: Topraklarının tarıma elverişsiz olması, hayvanlar için otlaklarının yetersiz olması, iklim koşullarının değişmesi nedeniyle kuraklık ve şiddetli kış yaşanması, diğer boylar ve yabancı kavimlerle yapılan mücadeleler. İlk üç neden iklim değişikliği ile, sonuncusu da sınırlı kaynaklara erişim için diğer insanlarla yapılan savaşlar ve bunun sonucu olarak zayıf düşme veya yenilme ile ilgili. Yâni son etmen de görünüşte siyasal da olsa, yine iklim değişikliği nedeniyle ortaya çıkan kaynak yetersizliğine bağlanıyor. O zamanlar ülke yok, sınır yok, gümrük, pasaport, vize yok. Gücü yeten gücünün yettiğince istediği yere yerleşiyor. Bugün küresel ısınma kimsenin artık inkâr edemediği bir olgu. Kutuplardaki buzların erimesinin denizin 7 metre kadar yükselmesine yol açacağı tahmin ediliyor. Amerikan Çevre Koruma Kurumu (EPA) iklim değişikliği nedeniyle doğal afetlerin, salgın hastalıkların artacağı uyarısını yapıyor. Alaska’da su altında kalmak üzere olan bir köy büyük petrol şirketlerini dava ediyor. 1998’de denizden ancak birkaç metre yüksekteki Bangladeş’te ülkenin üçte ikisini sel basmış, 30 milyon kişi evsiz kalmış, sellerin getirdiği arsenikle kirlenen suyu içen insanlar zehirlenmiş, suyla iletilen kolera yüzbinlerce insanı hasta etmiş, öldürmüştü ve halâ öldürmeye devam ediyor. Deniz 7 metre yükselirse yaklaşık 150 milyon nüfuslu Bangladeş’in yüzde 90’ı sular altında kalacak. Ne yapacak bu insanlar, nereye gidecek? Eski tarih atlaslarındaki gibi oklar Bangladeş’ten çıkıp başka yerlere yönelebilecek mi? İklim değişikliğine, küresel ısınmaya neden olan sanayileşmiş ülkeler dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olan Bangladeş’ten kaçanlara kucak açacak mı? Komşu ülkeler “biz zaten karnımızı zor doyuruyoruz, sizi besleyemeyiz” diyerek sınır kapılarını kapatacak, dikenli teller mi çekecek? Siyasal baskılardan kaçanların mülteci olmaya, açlıktan ölmekten kurtulmak isteyenlerden daha mı fazla hakkı olmalı? “Ekonomik mülteciler” ölüme mi terkedilecek? Bu insanların can havliyle Ergenekon’dan çıkmalarına hangi bozkurt öncülük edecek?
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|