A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri Ekitap Radyo

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Mercedes-Benz Places by Binghatti Gökdelen Kapitalizmi ve Küresel Hegemonya

Kategori Kategori: Makale | Yorumlar 0 Yorum | Yazar Yazan: Avraham Zafer İşcen | 30 Aralık 2025 14:08:52

Mercedes-Benz Places gibi prestij projeleri, yalnızca kent ölçeğinde sınıfsal ve mekansal yeniden yapılanmanın değil, aynı zamanda küresel güç ilişkilerinin, sermaye hareketlerinin ve jeopolitik rekabetin somutlaşmış mekAnsal araçlarıdır. Bu tür projeler, uluslararası politik ekonomi bağlamında, sermaye akışlarının mekana yerleşme biçimini, devlet piyasa ilişkilerinin dönüşümünü ve küresel elitlerin kendilerine ait ayrıcalıklı yaşam alanları üretme stratejilerini görünür hale getirir.



Körfez’de yükselen bu mimari semboller, bölgesel güçlerin “yumuşak güç” inşası, imaj politikası ve küresel sahnede prestij üretimi için kullandığı araçların bir parçasıdır. Küresel markalarla yürütülen ortaklıklar, yalnızca ekonomik iş birlikleri değil, aynı zamanda ideolojik ve kültürel bir hegemonya üretimidir. Bu projeler aracılığıyla, neoliberal kalkınma modeli meşrulaştırılır, büyüme, yatırım ve mimari gösteri, ilerleme ve modernlik söylemiyle iç içe geçirilir.

Ancak bu estetikleştirilmiş hegemonya, yapısal eşitsizlikleri derinleştirirken, küresel ölçekte emek piyasalarının parçalanmasına ve güvencesizleşmesine zemin oluşturur. Küresel Güney’den transfer edilen ucuz işgücü, esnek üretim rejimleri ve taşeronlaşma üzerinden, büyük inşaat projelerinde sistematik bir bağımlılık ilişkisi yaratılır. Bu bağlamda gökdelen, yalnızca bir bina değil, merkez–çevre ilişkilerini yeniden üreten bir iktidar mimarisidir.

Devletlerin bu projelere verdiği stratejik destek, neoliberal kentleşmenin ulus devlet politikalarıyla uyumlu hale getirildiğini gösterir. Kent, uluslararası sermaye için cazibe alanına dönüştürülürken, sosyal refah, emek hakları ve kamusal mekan talepleri ikincil plana itilmekte, ekonomik rekabet söylemi üzerinden siyasal rıza üretilmektedir. Böylece, mekansal prestij yatırımları, otoriterleşen yönetim pratiklerinin meşruiyet üretim araçlarından birine dönüşür.

Bu yapıların küresel ölçekte çoğalması, uluslararası sistemde yeni bir “sembolik güç rekabeti” yaratır. Kent siluetleri üzerinden yürütülen görünürlük yarışı, ekonomik ve diplomatik konumlanmanın bir uzantısı olarak işletilir. Ancak bu rekabet, toplumsal ihtiyaçları değil, elit yaşam standartlarını merkeze alan bir kalkınma modelini yaygınlaştırır ve küresel eşitsizliği mekana kaydeder.

Bu projeler, sermayenin coğrafya üzerindeki tahakkümünün mekansal kristalleşmesi olarak değerlendirilmelidir. Küresel mimari yatırımların gerçek alternatifi, sosyal adalet odaklı, toplum yararını önceleyen ve uluslararası dayanışmayı esas alan bir kent ve kalkınma paradigmasının inşasıdır. Kentler, güç ve sermaye vitrinleri değil, halkların ortak yaşam alanları olmalıdır.
Mercedes-Benz Places by Binghatti gibi prestij projeleri, yalnızca küresel sermayenin mimari vitrini değil, aynı zamanda neoliberal kentleşmenin siyasal, sınıfsal ve mekansal karakterini açığa çıkaran yapısal bir göstergedir. Dubai’de yükselen bu tür yapılar, küresel finansın mekana yerleşme biçimlerini temsil ederken, Türkiye’de özellikle İstanbul başta olmak üzere gerçekleşen lüks konut, rezidans ve yüksek katlı yapılaşma süreçleriyle dikkat çekici paralellikler taşır. Her iki bağlamda da gökdelen, sermaye birikiminin dikey ifadesi ve toplumsal eşitsizliğin mekansal kurumsallaşma aracıdır.

Türkiye’de 2000’li yıllarla hız kazanan kentsel dönüşüm politikaları, konutu toplumsal bir hak olmaktan giderek uzaklaştırıp finansallaştırılmış bir yatırım aracına dönüştürmüştür. Bu dönüşüm, Dubai’deki lüks mimari yatırımlarla benzer şekilde, konut piyasasını ulusal ve uluslararası sermaye hareketlerinin parçası haline getirmiş, kent mekanını, piyasa değerine göre yeniden düzenleyen bir model üretmiştir. Rezidans projeleri, “prestij”, “markalı yaşam”, “yüksek standart” gibi söylemlerle pazarlanırken, barınma hakkı giderek piyasa koşullarına teslim edilmiştir.

Mercedes-Benz Places gibi projelerde görülen “görkemli mimari  toplumsal görünmezlik” ikiliği, Türkiye bağlamında da kendini gösterir. Lüks projelerin parlatılmış estetiği, inşaat sürecinde yer alan işçilerin güvencesiz emeğini, düşük ücretleri, iş sağlığı risklerini ve kent yoksullarının yerinden edilmesini görünmez kılar. Özellikle İstanbul’da büyük ölçekli projelerle birlikte ortaya çıkan mekansal ayrışma, kent merkezlerinin yüksek gelir gruplarına tahsis edildiği, düşük gelir gruplarının ise çeperlere itildiği bir sosyal coğrafya üretir. Bu durum, Dubai, İstanbul ve diğer küresel metropoller arasında ortaklaşan bir sınıfsal mekansal düzeni işaret eder.

Türkiye’de kentsel dönüşüm politikalarının siyasal yönü, Dubai’deki prestij mimarisiyle yapısal bir benzerlik taşır. Devlet, büyük ölçekli inşaat yatırımlarını “kalkınma”, “modernleşme” ve “şehir vizyonu” söylemleriyle meşrulaştırır. Böylece, sermaye odaklı kentleşme modeli yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda ideolojik bir çerçeveye yerleştirilir. Kamu yararı söylemi, çoğu durumda piyasa çıkarları lehine yeniden tanımlanır, toplumsal ihtiyaçlara dayalı planlama geri plana itilir.

Bu bağlamda, Mercedes-Benz Places’te somutlaşan küresel sermaye estetiği ile Türkiye’deki rezidans ve lüks konut mimarisi arasında, estetik düzeyin ötesine geçen yapısal bir süreklilik bulunmaktadır. Her iki durumda da kentsel mekan, sermaye birikiminin mekansal altyapısı haline gelir, konut, barınma değil yatırım nesnesi olarak kurgulanır, kent sakinlerinin kent üzerindeki söz hakkı azalır. Engels’in betimlediği sınıfsal mekansal ayrışma, hem Körfez kentlerinde hem de Türkiye’nin büyük şehirlerinde çağdaş bir biçim kazanarak yeniden üretilir.

Bununla birlikte, Türkiye’deki dinamikler, küresel eğilimle kesişmekle beraber yerel sosyopolitik bağlam nedeniyle özgün bir nitelik taşır. Kentsel dönüşüm, yalnızca sermaye birikimi aracı değil, aynı zamanda siyasal rıza üretiminin, ekonomik büyüme söylemi üzerinden meşruiyet üretmenin ve iktidar sermaye ilişkilerinin yeniden yapılandırılmasının bir aracına dönüşür. Bu noktada Türkiye’de kent, ekonomik rekabet nesnesi olduğu kadar, siyasal güç alanının bir uzantısı haline gelir.
Hem Dubai’deki prestij projeleri hem de Türkiye’deki lüks konut odaklı kentleşme modeli, toplumsal ihtiyaçlardan kopuk, sermaye merkezli bir mekansal düzen yaratmaktadır. Alternatif ise kentleri yatırım portföyü değil, ortak yaşam alanı olarak ele alan, barınmayı hak kategorisine yerleştiren, kamusal mekanı güçlendiren ve emek ile mekan arasındaki bağları görünür kılan bir kent anlayışının inşasıdır.

Sonuç olarak, Mercedes-Benz Places’ın temsil ettiği gökdelen kapitalizmi ile Türkiye’deki yüksek katlı prestij projeleri, farklı coğrafyalarda aynı sistemsel mantığın ürünüdür, sermaye birikimi derinleşirken, eşitsizlik mekana kazınmakta, şehirler giderek toplumsal değil sınıfsal mekanlara dönüşmektedir. İnsana yakışır bir kent düzeni, çelik taçların yükselmesine değil, toplumsal adaletin ve kolektif yaşamın güçlenmesine dayanmalıdır.
Mercedes-Benz Places by Binghatti gibi prestij projeleri, yalnızca birer mimari yapı değil, küresel kapitalizmin kibirli anıtlarıdır. Bu gökdelenler, insanlığın ortak emeğinden değil, servet tekelleşmesinden beslenen mimari hiyerarşinin betonlaşmış simgeleridir. Dubai’de 341 metreye uzanan bu kule, bir mühendislik başarısından çok, sosyal adaletsizliğin ve sınıfsal tahakkümün gökyüzüne kazınmış bir ilanıdır. Ve ne yazık ki, Türkiye’nin özellikle İstanbul merkezli kentsel dönüşüm ve rezidans projeleri, aynı ideolojik mimarlığın yerel kopyalarıdır.

Türkiye’de yükselen her yeni “ikonik proje”, Dubai’deki neoliberal gökdelen ideolojisinin bir varyasyonu olarak karşımıza çıkar. Sermayeye hizmet eden, toplumu dışlayan, kenti piyasa mantığına teslim eden bu projeler, barınmayı hak olmaktan çıkarıp spekülasyon aracına dönüştürür. Lüks rezidanslar ve gökdelenler, kentleri yaşanabilir mekan olmaktan koparıp finans aristokrasisinin steril vitrinlerine çevirir. Tıpkı Dubai’de olduğu gibi, Türkiye’de de bu yapılar, kent yoksullarının yerinden edilmesi pahasına yükselir.

Prestij mimarinin kullandığı dil aynıdır “taç yapı”, “gökyüzüne uzanan siluet”, “zamansız zarafet”.
Bu dil, ideolojik bir makyajdır. Gerçek olan ise şudur. Bu yapılar; güvencesiz göçmen işçi emeği üzerine kuruludur, iş cinayetlerini görünmez kılar, barınma krizini derinleştirir, şehirleri sınıfsal kalelere böler.
Dubai’de çalışan işçilerin görünmezliği ile Türkiye’de inşaat sahasında hayatını kaybeden işçilerin unutuluşu aynı yapısal şiddetin ürünüdür. Beton yükselirken insan emeği sistemli biçimde aşağıya itilir.
Türkiye’de Gökdelen Kapitalizminin Yerli Versiyonu
Türkiye’de lüks proje ve rezidans furyası, neoliberal kent politikalarının bir sonucu değil, bizzat devamıdır. Devlet sermaye ortaklığı, inşaat sektörünü ekonomik büyüme göstergesi,
siyasal güç aracı, ideolojik propaganda platformu olarak kullanır.

Bu süreçte mahalleler tasfiye edilir, yerinden edilmeler normalleştirilir, kent hafızası ticarileştirilir.

Kamu yararı söylemi, piyasanın çıkarına tercüme edilir. “Kentsel dönüşüm”, gerçekte sermayenin mekansal kolonizasyonundan başka bir şey değildir.

Dubai ile Türkiye arasındaki fark, yalnızca estetik düzeydedir, yapısal mantık aynıdır,
yukarıda sermaye için steril kuleler, aşağıda geniş kitleler için güvencesiz yaşam.
Bu projeler, bir yaşam biçimi değil, sınıfsal üstünlük beyanıdır. Gökdelen yükseldikçe toplum küçülür, kamusal alan daralır, kent, toplumdan koparılıp yatırımcıya zimmetlenir.

Engels’in uyarısı bugün daha çıplaktır:
“Zenginlik bir merkezde toplanırken insanlar birbirinden koparılır.”
Türkiye’nin mega projeleri ile Dubai’nin finans kuleleri, aynı metaforu üretir.
Görkem, adaletsizliği örtmek için kullanılır.
Kent Kimin? Sermayenin mi, Toplumun mu?
Kapitalist kent modeli, kenti yaşayanların değil sahip olanların mekanı haline getirir. Barınma, yatırım aracına dönüşürken, insan onuru ikinci plana itilir. Şehir estetiği, piyasa beğenisine rehin verilir.

Kent, finans aracı değil ortak yaşam alanıdır, mimarlık, sermayenin vitrini değil toplumun hizmetidir, barınma, ticari meta değil temel haktır.
Mercedes-Benz Places ve Türkiye’deki prestij projeleri, farklı coğrafyalarda aynı gerçeği ilan eder.

Kapitalizm yükseltirken yoksullaştırır. Gökdelenler büyürken toplum parçalanır. Beton sertleşirken insan yaşamı değersizleşir.
Bu mimari model, ilerleme değil, mekansal tahakküm, sınıfsal dışlama ve kurumsallaşmış eşitsizliktir.
Toplumun ihtiyacı daha yüksek kuleler değil, daha adil kentler, daha eşit paylaşım, daha insanca yaşamdır.

Şehirler, sermayenin değil insanlığın olmalıdır.

Yurtseverlik, yalnızca bayrak dalgalandığında hatırlanan bir duygu değildir.
Yurtseverlik, ülkenin toprağına, emeğine, insanına ve kentlerine sahip çıkmaktır. Bir milletin kentleri, hafızasının, emeğinin, kültürünün ve dayanışma ruhunun somut ifadesidir. Bu nedenle kentlerin geleceği, yalnızca mimarlık ya da ekonomi meselesi değil, doğrudan doğruya bir milli varlık ve toplumsal egemenlik meselesidir.

Lüks gökdelenler ve prestij projeleri, kenti bir yatırım ürünü haline getirirken, aynı zamanda milletin ortak yaşam alanını da piyasa mantığına teslim eder. Bu durum, yalnızca sınıfsal eşitsizlik yaratmaz, aynı zamanda ulusal iradenin mekan üzerindeki egemenliğini zayıflatır. Şehirlerimiz, finans spekülasyonunun değil, bu ülkenin insanlarının emeği ve onuru doğrultusunda şekillenmelidir.

Bir ülkenin gücü, gökyüzüne uzanan beton bloklarla değil, adaletli şehir düzeniyle, yurttaşların insanca yaşam hakkıyla, emeğe verilen değerle, toplumsal dayanışmanın gücüyle ölçülür.

Türkiye’nin Kentleri Ticarete Değil, Halkına Ait Olmalıdır.
Yurtsever bir kent anlayışı, barınmayı temel hak olarak kabul eder, kamusal alanları sermayeye devretmez, kenti rant alanı değil toplumsal yaşam mekanı olarak görür, yerel halkın söz ve karar hakkını merkeze alır.
Kent, bir şirket bilançosu değil, bir toplumsal kader ortaklığıdır.
Dubai eksenli yapay görkem yarışına öykünen bir kentleşme modeli, Türkiye’nin tarihsel, kültürel ve toplumsal dokusunu aşındırır. Bizim şehirlerimiz, spekülatif prestij projelerinin vitrin malzemesi değil, bu topraklarda yaşayan insanların ortak yurdu olmalıdır.

Bu bağlamda yurtseverlik, yalnızca duygusal bir sahiplenme değil, kent politikalarına yön verecek ahlaki ve toplumsal bir duruş anlamına gelir. Yurtsever olan, betona değil insana öncelik verir, lükse değil adalete değer verir, sermayenin gölgesine değil, toplumun ortak iradesine yaslanır.

Kent Mücadelesi, Ülkeye Sahip Çıkma Mücadelesidir.

Şehirlerimizi korumak, yalnızca mimari kimliği değil, aynı zamanda sınıfsal adaleti,
toplumsal dayanışmayı, kültürel sürekliliği, milli onuru korumak demektir.
Gerçek ilerleme, gökdelenlerin daha da uzamasıyla değil, bu ülkenin insanlarının daha eşit, daha güvenceli ve daha onurlu bir yaşam sürmesiyle mümkündür.

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: Henüz oy verilmedi / 0 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar


Henüz Yorum Yazılmamış

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







Rusya, Kuzey Kore ve Ukrayna’nın Çalınan Nesli
Düşen İHA’lar, Yükselen Gölge Savaş: Türkiye Semalarında Rus İstihbaratının Sessiz İşgali ve Egemenlik Krizi
Yağmurlu Bir Bayrampaşa Sabahında Orta Asya’dan Uzakdoğu’ya Uzanan Bir Hat
Barınma Krizi Değil, Sınıf Savaşı, Türkiye’de Konut, Kira ve Kentsel Dönüşüm Üzerinden Yürütülen Sessiz Tasfiye
Karadeniz Alarm Veriyor, İHA Olayları, Tanker Patlamaları ve Sessizce Derinleşen Bir Güvenlik Krizi

Litvanya Parlamentosu’nda Çerkes Soykırımı Tartışmaları: Tarih, Hafıza ve Uluslararası Sorumluluk
Körfez Bölgesinin Küresel Güç Merkezi Olma Yarışının İç Yüzü
Trump'ın Ulusal Güvenlik Stratejisi: Tepki ve Gerçekleşme
İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti güvenlik işbirliğini derinleştiriyor.
Narva’da Sessiz İhlal, Rus Sınır Muhafızları Estonya Toprağında, Dünya Yine Seyirci

Türkiye’de konkordato alarmı: 2025’te başvurular tarihi zirveye gidiyor
Dijital Yuan Etki Aracı Olarak: Güneydoğu Asya'nın Para Egemenliği ve Stratejik Özerkliği
ABD-Avustralya Kritik Mineraller Anlaşması Pasifik Tedarik Zincirlerinin Geleceğini Nasıl Yeniden Şekillendiriyor?
Kalkınma Hakkında Yanlış Bildiğiniz Şaşırtıcı Gerçek
Avustralya - Çin İlişkileri: Avustralya'da Kavga

Avrupa’da en fazla Türk’ün yaşadığı ülkeler hangileri?
"En ciddiyetsiz nesil": Z kuşağı neden kasten gülünç olmayı seçiyor?
Güney Karolina'nın Unutulmuş Osmanlıları: Sumter Türklerinin Şaşırtıcı Gerçeği
Köpek ve insanların bazı duyguları aynı genetik kökene sahip
Motokuryelerin Sessiz Çığlığı: Sokağın Gölgesinden Yükselen Sınıf Mücadelesi

Tora, Stranger Things 5, Upside Down ve İnsan Ruhunun Metafiziği
2025'in Türkiye’deki en önemli 10 arkeolojik keşfi
Osmanlı İmparatorluğu'nda Kahvehaneler: Bir Sosyo-Politik Etki
Osman Hamdi Bey’i bilmeyen varsa bile herhalde Kaplumbağa Terbiyecisi’ni bilmeyen yoktur ya “Mihrap” tablosu...
JAK İHMALYAN'DAN: “RESİM ANLAYIŞIM”

Einstein'ın hayran kaldığı filozof: Spinoza'nın aklınızı başınızdan alacak radikal fikri
Adalet Kavramına Filozofların Gözünden Bir Yolculuk
KE.KE.ME. (KKM)
Yapay Zeka Felsefesi
Tutunarak kalmak mı? Bulanmadan donmadan akmak mı?

Yeryüzünü fırına çeviren atmosfer olayı: Isı kubbesi
Dünyanın hareket halindeki en eski buzdağlarından biri yaban hayatı cenneti ile çarpışabilir
Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.

Avustralyalı teorik fizikçiler: 'Paradoks olmadan zaman yolculuğu yapmak mümkün'
Axiom Raporu: Siber Güvenlik ve Çin-ABD İlişkilerine Etkisi
WhoFi: Wi-Fi sinyaliyle kimlik tespiti dönemi başlıyor.
500 yıllık Da Vinci çizimi sessiz drone teknolojisine ilham verdi.
Çin, HDMI ve DisplayPort alternatifini piyasaya sürdü.

Bilim insanları beynin beş farklı yaşam evresinden geçtiğini açıkladı: Kritik dönüm noktaları 9, 32, 66 ve 83 yaş…
Amerika kıtasında 'olmaması gereken' yeni bir insan türü keşfedildi: Checua nedir? Türkler ile bağlantıları var mı?
NASA'nın en kuvvetli teleskobu, evrendeki beklenmedik gelişmeyi ortaya koydu.
İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.

Türkiye’de üniversite mezunlarının geliri Avrupa’nın en düşük seviyesinde…
Gerçek işsizlik yüzde 29,6!
Türkiye’de tek kişilik
UNICEF raporunda Türkiye'deki çocuklar son sıralarda
AP'den Türkiye'ye sert mesaj: Kriterler müzakere edilemez

Mercedes-Benz Places by Binghatti Gökdelen Kapitalizmi ve Küresel Hegemonya
Masumiyet Pazarlanıyor mu Baby Dove’un Türkiye’ye Girişi, Bebek Bakımında Güven Söylemi ve Kapitalizmin En Hassas Alanı
Düşünmektan uyuyamayanlar ve uyumaktan düşünmeyenler : Türkiye çelişkisi
Seul’den Pulpit’e, Rabi (Haham) Angela Buchdahl’in Olağanüstü Hikayesi — Kimlik, Dahil Etme ve Bölünmüş Dünyada Yahudi Liderliği
Avatar’ın Ormanları, Betonun Gölgesi: Kadıköy ve Bayrampaşa Arasında Hayatın Gerçekliği Üzerine

PALAVRA
YARGI ÜLKESİ
BÜTÇE
UTANMA
Boydan Kısa

Paranın, Lidya Sikkesinden Dijital Cüzdanlara Uzanan 5000 Yıllık Hikayesi
Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git