![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
|
Zehirlenen yalnizca tabaklar değil: Türkiye’de gida güvenliği krizi ve sistemin çürümüşlüğü…
Türkiye son yıllarda art arda patlayan toplu gıda zehirlenmeleri ile sarsılıyor, öğrenci yurtlarında, fabrikalarda, askeri birliklerde, tarikat-vakıf okullarında, belediye aşevlerinde ve hatta özel yemek şirketlerinin yüzlerce kişiye yemek verdiği kurumsal organizasyonlarda… Kısacası ülkenin dört bir yanında aynı haber, onlarca, yüzlerce insan hastaneye kaldırıldı. Neredeyse her hafta tablo tekrarlanıyor ama sistem aynı sistem, düzen aynı düzen. Zehirlenen aslında yalnızca insanlar değil, mevcut yönetim anlayışı ve gıda denetim mekanizması çoktan çökmüş durumda.Neden bu kadar çok zehirlenme yaşanıyor? İlk bakışta “yemek bozulmuş”, “tavuk iyi pişmemiş”, “süt ürünleri sıcak kalmış” gibi basit teknik hatalar gibi görünse de mesele bundan çok daha derin. Sorun, Türkiye’de gıda üretiminin ve toplu yemek sektörünün tamamen piyasaya terk edilmiş, denetimsiz ve taşeronlaştırılmış bir yapıya dönüşmesinden kaynaklanıyor. Tarım ve gıdada maliyet baskısı, firmaları kaliteyi düşürmeye zorluyor. Ucuz yağlar, denetimsiz etler, tarihi yaklaşmış ürünler toplu yemek ihalelerinde ana malzeme haline geldi. Toplu yemek ihaleleri, en düşük fiyatı verene bırakıldığı için kalite kendiliğinden çöküyor. En ucuzu kazanıyor, kazanan ise maliyeti düşürmek için ya hijyenden çalıyor ya da malzemenin niteliğinden. Denetimler kağıt üzerinde, personel sayısı yetersiz, siyasi baskılar yoğun, raporlar çoğu zaman masa başında tamamlanıyor. Öğrenci yurtları, askeri birlikler, işçi yatakhaneleri ve tarikat okulları, sistemin en savunmasız alanları. Çünkü ses çıkaran yok, şikayet eden cezalandırılıyor, suç her zaman “personel hatası” denip kapatılıyor. Mevsimsel sıcaklıklar gıda bozulmasını hızlandırıyor fakat şirketler maliyeti arttıracak soğuk zincir tedbirlerini almıyor. Sonuç, halkın tabağına ucuzlukla birlikte risk, “maliyet düşürme” adı altında hastalık konuyor. Yurtlar, askeri birlikler ve işçiler, en çok zehirlenen kesimler. İstatistiklere bakıldığında toplu gıda zehirlenmeleri çoğunlukla üç alanda yoğunlaşıyor: 1. Öğrenci yurtları: Halkın çocukları, en çok zehirlenenler. Son yıllarda yüzlerce öğrencinin aynı anda hastanelere taşındığı onlarca vaka yaşandı. En acısı, tarikat ve vakıf yurtlarında yaşanan zehirlenmelerin çoğu medyaya bile yansımıyor, baskıyla susturuluyor. 2. Askerî birlikler: Birliklerde yaşanan toplu zehirlenmeler artık “rutin” hale gelmiş durumda. Kışlalarda yemek ihalelerinin özelleştirilmesiyle beraber askerlerin sağlığı tamamen taşeron firmaların insafına bırakıldı. 3. Fabrikalar / işçi yemekleri: İşçiler hem düşük maaş hem uzun mesai hem de düşük kaliteli yemeklerle yaşamak zorunda bırakılıyor. Yüzlerce işçi aynı yemekten zehirlenince “inceleme başlatıldı” deniyor, o incelemenin sonucu da hiçbir zaman kamuoyuna açıklanmıyor. Bu üç alanın ortak noktası şu: Hesap sorabilecek kimse yok. Hak talep edebilecek gençler ve işçiler susturulur, asker ise zaten konuşamaz. Gıda güvenliği çökünce, toplum güvenliği çöker Bugün Türkiye’deki gıda zehirlenmesi vakaları, tek tek olaylar değil, ülkenin içinde bulunduğu daha büyük bir çöküşün somut göstergesidir. Nitelikli tarım çökünce piyasayı ithal ve düşük kaliteli ürünler doldurur. Denetim zayıflayınca hijyen yerine kar belirleyici olur. Kamu mutfakları özelleştirilince halk sağlığı rekabetin kurbanı haline gelir. Medya baskı altında olunca skandallar karartılır, gerçekler ortaya çıkamaz. Bu yüzden gıda zehirlenmesi bugün yalnızca bir sağlık sorunu değil, bir sınıfsal sorun, bir yönetim sorunu, bir şeffaflık sorunu, bir adalet sorunudur. Peki çözüm? Yurtsever ve Devrimci bir bakışla; Türkiye’de gıda güvenliğini “düzeltmek” mümkün değildir , yeniden kurmak gerekir. Çünkü mevcut sistem ucuz iş gücü üretmek, maliyeti azaltmak ve karı maksimize etmek üzerine kurulu. Toplu yemek ihaleleri kamulaştırılmalıdır. Yemek hizmeti şirketlerin değil, kamunun sorumluluğu olmalıdır. Her ilde bağımsız laboratuvar denetimi mecburi olmalı ve sonuçlar açıkça yayınlanmalı. Tüm toplu yemek mutfaklarında kamera zorunluluğu getirilmeli, görüntüler denetim birimlerine açık tutulmalıdır. Yemeklerin maliyet defteri şeffaf olmalıdır. Hangi malzeme nereden geldi, kaç liraya alındı, kim kontrol etti , hepsi halka açıklanmalıdır. Zehirlenme vakalarında şirketlerin değil, yöneticilerin sorumluluğu esas alınmalıdır. Yaptırım caydırıcı değil, ağır olmalıdır. Çünkü gerçek şudur ki, gıda güvenliği bir lütuf değildir, halkın en temel hakkıdır. Yurtsever bakış açısıyla, zehirlenen toplum uyanırsa kimse onu tutamaz. Bugün zehirlenen yalnızca yemek değil, bu ülkede çocukluğun güveni, gençliğin sağlığı, işçinin emeği, halkın yurttaşların umudu da zehirleniyor. Fakat tam da bu nedenle her zehirlenme vakası, bir ülkenin uyanış çığlığıdır. Halk, yurttaşlar kendi sağlığının, kendi tabağının, kendi yaşamının hesabını sormaya başladığında, hiçbir şirket, hiçbir iktidar, hiçbir karanlık mekanizma onu durduramaz. Çünkü en devrimci ve yurtseverce şey bazen bir sorudur: “Biz ne yiyoruz ve neden?” Bu soruyu soran toplum artık değişimin kapısından içeri adım atmıştır. Haber & Kaynaklar Rûdaw — “Cezaevindeki 131 hükümlü gıda zehirlenmesi şüphesiyle hastaneye kaldırıldı”
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |