
Behice Boran, elinizdeki bu satırlarda demokrasinin “kağıt üzerindeki özgürlükler”le sınırlı kaldığı bir toplumsal düzene sert bir eleştiri yöneltir. Onun için özgürlük, yalnızca yasalarla tanımlanan bir “haklar bütünü” değil, aynı zamanda bu hakların fiilen kullanılabilme imkanıdır. Yani bir bireyin gazete çıkarma hakkı olması, o gazetenin basılabileceği, dağıtılabileceği ve okunabileceği maddi koşulların da mevcut olmasını gerektirir. Aksi takdirde bu hak, soyut bir “süs”ten ibarettir.
Bu düşünce, 20. yüzyılın ortasında Türkiye’de yeni filizlenmekte olan sınıf bilincinin ve sosyal adalet arayışının felsefi omurgasını oluşturur. Boran’a göre, özgürlük yalnızca burjuva sınıfının sahip olduğu bir imtiyaz haline geldiyse, demokrasiden söz etmek bir yanılsamadır. Çünkü “özgürlük” denen şey, ekonomik güç eşitsizliğiyle birlikte anlamını kaybeder.
Bugün, 2025 Türkiye’sine baktığımızda Boran’ın bu tespitlerinin hala yankılandığını, hatta daha karmaşık bir biçimde yeniden üretildiğini görüyoruz. Dijitalleşen, neoliberal politikalarla biçimlenmiş bu çağda, özgürlük bir kez daha formel düzeyde var, fakat fiilen sınırlı. İnternet ve sosyal medya, bir yandan “herkesin sesini duyurabileceği” bir alan gibi görünürken, öte yandan algoritmaların, sermaye tekellerinin ve siyasi denetimin gölgesinde aynı eşitsizliği yeniden üretir.
Bugün Türkiye’de milyonlarca insanın teknik olarak ifade özgürlüğü vardır, ancak bunu kamusal alanda dile getirdiğinde işten atılma, yargılanma, linç edilme ya da sansürlenme riskiyle karşı karşıyadır. Tıpkı Boran’ın söz ettiği gibi, yasakların olmaması tek başına özgürlük değildir; özgürlük, korkusuzca konuşabilme ve konuştuğunun duyulabilmesidir.
Ekonomik açıdan da tablo farklı değildir. Behice Boran’ın “büyük halk kitleleri hürriyetleri fiilen kullanamaz” tespiti, bugün artan gelir uçurumu ve emek sömürüsüyle birlikte yeniden doğrulanıyor. Gazete, dergi, film ya da dijital medya üretimi için gerekli finansal imkanlar büyük ölçüde sermaye çevrelerinin elindedir. Bağımsız medya kuruluşları, tıpkı Boran’ın döneminde olduğu gibi, sistematik baskı, ilan ambargosu ve maddi kuşatma altındadır. Böylece, fikir üretme ve yayma özgürlüğü bir kez daha sınıfsal bir ayrıcalık haline gelir.
Eğitim meselesinde de Boran’ın kehanetvari sezgisi şaşırtıcı biçimde günceldir. “Nüfusun yüzde ellisi okuma yazma bilmiyorsa fikir ve örgütlenme özgürlüğünden nasıl söz edilir?” diye sorarken, aslında eğitimin niteliği ve eşitliği üzerinden bir demokrasi ölçütü ortaya koyar. Bugün Türkiye’de okuma yazma oranı yükselmiş olsa da, eleştirel düşünme, kültürel donanım ve politik bilinç bakımından devasa uçurumlar vardır. Dijital bilgi bolluğu içinde insanlar bilgiye erişebiliyor ama gerçeğe ulaşamıyor; yani özgürlük, görünüşte genişlerken özünde daralıyor.
Dünyaya baktığımızda ise Boran’ın tespitlerinin küresel ölçekte yankılandığını söylemek mümkün. ABD ve Avrupa’da formel demokrasi sürerken, medya tekelleri, büyük teknoloji şirketleri ve ekonomik elitler “görünmez bir sansür rejimi” oluşturmuş durumda. İnsanlar dilediğini söyleyebiliyor ama söylediklerinin görünürlük kazanması, büyük algoritmik kapılardan geçmesine bağlı. Bu, modern çağın “dijital sınıf sistemi”dir.
Behice Boran’ın çağrısı, bugün için hala radikal bir anlam taşır: Gerçek özgürlük, yalnızca bireysel hakların değil, bu hakların toplumsal olarak erişilebilir hale gelmesinin sağlanmasıyla mümkündür. Bu nedenle özgürlük meselesi, sadece hukukçuların değil, ekonomistlerin, sosyologların ve vicdan sahibi yurttaşların da meselesidir.
Türkiye’nin 2025’teki politik atmosferine baktığımızda, onun “sosyal devlet emekçi halkı hürriyetleri fiilen kullanabilecek duruma getirmekle görevlidir” sözünün, adeta bir çağrı niteliği taşıdığını görürüz. Çünkü bugün, çalışma koşulları, yaşam maliyetleri ve medyatik manipülasyonlar arasında ezilen halk kitleleri için özgürlük, yine bir “lüks tüketim” haline gelmiştir.
Behice Boran’ın mirası, yalnızca sosyalist bir mücadele çağrısı değildir; aynı zamanda demokrasinin ruhuna dair derin bir uyarıdır:
Özgürlük kağıt üzerindeyse, demokrasi hayaldir.
Bugün bu söz, hem Türkiye’nin hem dünyanın aynasında yankılanmaktadır.