![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
|
Gri listeden çıktık ama... AB'nin 2024 Türkiye raporu'ndan çıkan şaşırtıcı gerçekler!
![]() Gri Liste Paradoksu: Finansal Aklanma, Devam Eden Endişeler Olumlu gelişmeyle başlayalım: Türkiye, kara para aklama ve terör finansmanıyla mücadeledeki eksiklikleri nedeniyle 2021 yılında alındığı FATF gri listesinden 28 Haziran 2024'te resmen çıkarıldı. Avrupa Birliği Raporu da bu adımı "önemli bir ilerleme" olarak kaydediyor ve FATF Eylem Planı'ndaki eksikliklerin giderilmesinde kaydedilen önemli ilerlemeyi teyit ediyor. Bu, Türkiye'nin finansal sisteminin uluslararası normlara uyumu için atılmış teknik bir başarı olarak görülebilir. Ancak madalyonun diğer yüzü, aynı raporda çok daha endişe verici bir tablo çiziyor. AB Raporu, Türkiye'nin yolsuzlukla mücadelede "erken bir hazırlık aşamasında" olduğunu ve raporlama döneminde bu alanda "hiçbir ilerleme kaydedilmediğini" net bir dille ifade ediyor. Bu durum, bir yanda kara para aklamayla mücadele için teknik düzenlemeler yapılırken, diğer yanda bu suçların temelini oluşturan yolsuzlukla mücadelenin neden yerinde saydığı sorusunu akla getiriyor. Bu çelişki, Türkiye içindeki tartışmalarla daha da derinleşiyor. Gazeteci Timur Soykan'ın da dikkat çektiği gibi, "Varlık Barışı" gibi uygulamalar ve ucuza vatandaşlık satışı gibi politikaların ülkeyi bir "kara para cenneti" haline getirdiği yönündeki eleştiriler devam ediyor. Bu durum, bir "gri liste paradoksu" yaratarak, Türkiye'nin uluslararası mali sistemin semptomlarını tedavi ederken, yolsuzluk gibi temel bir hastalığı görmezden geldiği yönündeki endişeleri derinleştiriyor. Demokrasinin İki Yüzü: Sandıkta Değişim Mümkün, Peki Ya Kurumlar? AB Raporu'nun demokrasiyle ilgili bölümü, Türkiye'ye dair en net ikilemlerden birini gözler önüne seriyor. Rapor, Mart 2024 yerel seçimlerinin "genel olarak iyi organize edildiğini ve halkın iradesine saygı duyduğunu" belirtiyor. Ana muhalefet partisi CHP'nin elde ettiği zaferin, "siyasi partiler arasında güç değişiminin mümkün olduğunu gösterdiği" tespiti, Türkiye'de sandığın hala işlediğine dair önemli bir dış teyit niteliğinde. "Hükümetin muhalefet partilerinden belediye başkanları üzerindeki baskısı yerel demokrasiyi zayıflatmaya devam etti." Bu tablo, Türkiye demokrasisinin iki yüzünü ortaya koyuyor: Bir yanda, halkın iradesini sandığa yansıtabildiği ve iktidarı değiştirebildiği canlı bir seçim mekanizması; diğer yanda ise yasama, yargı ve yerel yönetimler gibi demokrasinin temel direkleri olan kurumların giderek zayıfladığı bir yapı. Stratejik Ortaklık mı, Stratejik Ayrı Düşme mi? AB-Türkiye ilişkilerinin doğası, raporun dış politika bölümünde bir başka paradoks olarak karşımıza çıkıyor. Rapor, Türkiye'yi "Avrupa Birliği için kilit bir ortak" olarak tanımlıyor ve taraflar arasında yüksek düzeyli diyalog toplantılarının sürdüğünü, karşılıklı çıkar alanlarında yapıcı bir yeniden angajman sürecinin devam ettiğini belirtiyor. Ancak bu "ortaklık" söylemi, dış politikadaki temel ayrılıklarla keskin bir tezat oluşturuyor. Rapor, Türkiye'nin dış politikasının "AB'nin öncelikleriyle çeliştiğini" açıkça ifade ediyor. Bu stratejik ayrı düşme üç somut alanda kendini gösteriyor: 1. Rusya: Türkiye, Rusya'nın Ukrayna'ya karşı yürüttüğü savaş nedeniyle uygulanan AB yaptırımlarına katılmadığı gibi, raporun ifadesiyle Rusya ile "ticari, ekonomik ve enerji bağlarını önemli ölçüde yoğunlaştırdı". 2. Hamas: AB'nin terör örgütü olarak listelediği Hamas'ı Türkiye'nin kınamayıp aksine destekleyici bir tutum alması, rapor tarafından "AB'nin pozisyonuyla tamamen çelişkili" olarak değerlendiriliyor. 3. Kıbrıs: Türkiye, ilgili BM Güvenlik Konseyi kararlarına aykırı olarak Kıbrıs'ta ısrarla "iki devletli çözümü" savunmaya devam ediyor. Bu durum, AB-Türkiye ilişkilerinin ortak değerler ve stratejik vizyon temelinden uzaklaşarak, daha çok göç yönetimi ve ticaret gibi alanlarda pragmatik ve duruma göre şekillenen bir iş birliğine dönüştüğünü gösteriyor. İlişki "stratejik ortaklık" olarak tanımlansa da, temel dış politika meselelerinde yaşanan "stratejik ayrı düşme" giderek daha belirgin hale geliyor. Sivil Toplum Alanı Daralırken: Uluslararası Standartlar Nasıl Bir Silaha Dönüşebilir? AB Raporu, Türkiye'deki sivil toplum kuruluşlarının (STK) "daralan bir alanda faaliyet gösterdiğini ve birden fazla kısıtlamayla karşı karşıya kaldığını" tespit ediyor. Bu, uzun süredir bilinen bir sorunun tekrarı gibi görünse de, raporun farklı bölümleri bir araya getirildiğinde çok daha şaşırtıcı bir mekanizma ortaya çıkıyor. Yazının ilk bölümünde bahsettiğimiz FATF süreci, bu noktada beklenmedik bir şekilde karşımıza çıkıyor. Sivil Toplum Geliştirme Merkezi'nin (STGM) de dikkat çektiği gibi, FATF'nin "terörün finansmanının önlenmesi" amacıyla hazırladığı 8 No'lu Tavsiye Kararı, Türkiye'de sivil toplum üzerindeki baskıyı artıran ulusal düzenlemeler için bir "gerekçe" olarak kullanılıyor. Yani, kara para aklamayla mücadele gibi meşru bir uluslararası standart, yerel düzeyde ifade ve örgütlenme özgürlüğünü kısıtlayan bir araca dönüşebiliyor. Bu durum, uluslararası normların nasıl bir silaha dönüşebileceğine dair ironik bir örnek teşkil ediyor. Bu baskının en sembolik yansımalarından biri Osman Kavala davası. AB Raporu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) "derhal serbest bırakılması" yönündeki kararına rağmen insan hakları savunucusu Osman Kavala'nın hala hapiste tutulduğuna özellikle dikkat çekiyor. Sonuç olarak, sivil toplum üzerindeki baskının sadece keyfi siyasi kararlarla değil, bazen uluslararası normların tartışmalı yorumlarıyla meşrulaştırıldığı bir ortamda, Türkiye'deki sivil alanın geleceği daha da belirsiz hale geliyor. Avrupa Komisyonu'nun 2024 Türkiye Raporu, tek bir kelimeyle özetlenemeyecek, adeta "evet, ama..." diye okunması gereken çelişkilerle dolu bir manzara sunuyor. Türkiye'nin FATF gri listesinden çıkması gibi kağıt üzerinde olumlu görünen adımlar, demokrasi, temel haklar, yolsuzlukla mücadele ve dış politika gibi alanlarda devam eden köklü ve yapısal sorunların gölgesinde kalıyor. Rapor, ilerleme ve gerilemenin, iş birliği ve çatışmanın aynı anda var olduğu karmaşık bir ilişkiyi belgeliyor. Bu durum, akıllara kaçınılmaz bir soruyu getiriyor: Peki, bu karmaşık tablo, AB-Türkiye ilişkilerinin geleceği hakkında bize ne anlatıyor: Zorluklara rağmen devam eden bir değerler yolculuğu mu, yoksa tamamen pragmatik çıkarlara dayalı bir ortaklık mı? Kaynak: radyo.ayorum.com “Türkiye'de Kara Para Aklama ve FATF Süreci” başlıklı radyo programını dinleyebilirsiniz.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |