
Biz genelde iki kelimeyi birbirine karıştırmaktayız. Kayyum kelimesi ile Kayyım kelimesi birbirine benzese de, birbirinden ayrı iki anlamda kullanılması gerekir. Bakın, Kayyum kelimesi, şirketlerin ve kurumların başındaki kişilerin yönetimdeki zayıflığı mahkemelerce veya yetkili mercilerce tespit edilirse, yerlerine atanacak kişilere verilen isimdir. Kayyım ise başka anlamdadır. Doğrulup ayakta durmak, devam ve sebat etmek, bir işin idaresini üzerine almak, gözetip korumak anlamındaki Kıyâm kökünden gelen bir ifadedir. “Her şeyin varlığı kendisine bağlı olan, kâinatı idare eden” anlamına gelir. Aslında “El-Kayyım” kökünden gelir bu ifadeler.

Bugün ülkemizin içinde bulunduğu duruma sadece bizim dikkat etmemiz yetmez, bütün vatandaşların dikkatli olması gerek. Bir tuzak içine düşme ihtimalimizin yüksek olduğu bir durum. O kadar çok ihtimalin var olduğu bu girdabın içinden hangi ihtimali irdelememiz gerek, bunu kestiremiyorum. Çünkü çok önemli bir satranç hamlesine benzemekte ülkedeki durum.
Hani derler ya satrançta oynadığınız her taşta yedi hamle sonrasını hesap etmezseniz, oyunda yenilgiyi peşinen kabul etmiş olursunuz. Bakın, harp oyunlarında da birçok olasılığın önceden detayları ile düşünülmesi gerekir. Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal Paşa’nın yaptığı gibi düşmanın lojistik destek yollarını kesersen savaşı kazanma ihtimalin yükselir. Sıcak savaşta nasıl strateji önemli ise, soğuk savaşta da strateji çok önemli bir unsurdur. Her adım düşünülerek çok iyi atılmalıdır.
Siyasette de bu adımlar çok önemlidir. Siyasette kartlar kapalıdır ve oyun mertçe oynanmaz. Hele bizim ülkemizde bu oyun, ülkeyi hiç düşünmeden oynanmakta. Halk yoksullukla ve açlıkla mücadele ederken, iktidar sahiplerinin umurunda olmaz. Yeter ki muhalefet meydanlarda olmasın, rahatça at oynatılmasına mani olunmasın düşüncesi ile ülkeyi şekillendirmek isteyen bir iktidar, ne kadar muktedir olabilir ki? Ülkedeki birçok yasa dışı olayın kökü iktidara dayanmasına karşın, yargının bigâne kalması yanında, muhalefetin olmayan suçlara gizli tanıklarla suç üretmesinin sergilendiği bir ülkede yaşamaktayız.
Üniversitenin hak ederek vermiş olduğu imzalı ve mühürlü diplomayı yok saydıran iktidarın, ciddi para karşılığı düzenlenen sahte diplomalara ses çıkarmaması, ucunun kime dokunacağını açıkça anlatmakta. Akçeli birçok işin iktidar tarafından kontrol edildiği günümüz Türkiye’sinde, Millî Olimpiyat Komitesinin bile saraya yakın yandaş kişilerin idaresine geçtiğini üzülerek gördük. Çünkü içinde çok akçalı gelir bulunmakta. Hatta bu beceriksiz Komitenin yarışa katılan bir yüzücüyü kaybetmesini hayretle izledik. Bugüne kadar hiç olmamış bir şeyi yaşamak ne kadar hazindir.
Eğitimsiz birçok siyasinin yanlış sürdürdüğü politikaların neticesinde ülkemizin bu duruma geldiği aşikâr. Borç batağında bir ülke, dış ticaret açığının tavan yaptığı günümüzde işçi ve emeklinin bırakın yaşamaya, nefes almasına tahammül etmeyen bir iktidarı seyretmekteyiz. Önce bugünkü duruma nasıl geldiğimizi analiz etmemizde yarar olduğuna inanırım. Durumu analiz ederken şartları da ele almakta yarar vardır. En önemlisi doğru zamanda doğru hamlenin yapılmasıdır.
Eğer bugüne kadar hep aldatılmışsanız, hep inanmışsanız, hep hata yapmışsanız, yapacağınız ilk hamlede de hata yapmayacağınıza toplumu inandıramazsınız. Bunu sorgulamak bana düşmez amma ben, ailem, çocuklarım, hatta torunlarım bu ülkede yaşamakta. Onların geleceğini düşünmek mecburiyetindeyim. Yönetimin artık hiçbir sözüne itibar etmemekteyim. Şu sözleri hâlâ unutamıyorum: “Onlara İnandık, Bizi Aldatmışlar” ve “İstanbul’a İhanet Ettik” cümlesinden yola çıkarak, daha başka nelere ihanet ettiklerini toplumdan saklamaktalar, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.