
İstanbul şehri ne zaman kurulmuştur diye sorarsanız, tarihsel olarak kesin bir kayıt olmamakla birlikte, M.Ö. 7. yüzyılda kurulduğu rivayet edilir. Sevgili İlber Hoca’nın bu kuruluşla ilgili ciddi açıklamaları vardır. Ancak bir efsaneye göre, Antik Yunan kolonilerinden biri olan Megara’nın kralı Byzas, yeni bir şehir devleti kurmak için Delphi’deki Apollon Tapınağı’na gider ve oradaki bilge kahinlere başvurur. Onlara, yeni koloniyi kurmak için en uygun yerin neresi olduğunu sorar.
Kahinler ona, “Körler ülkesinin karşısındaki yerde” koloni kurmasını tavsiye ederler.
Bu cevabı alan Kral Byzas, bu ‘körler ülkesini’ bulmak üzere yola koyulur. Mitolojiye göre kralın geldiği yer, İstanbul’un Trakya yakasındaki Sultanahmet civarıdır. Buradan karşı kıyıya bakar ve gördüğü güzellik karşısında hayran kalır. Bu kıyı, bugün Kadıköy olarak bildiğimiz, antik adıyla Chalcedon’dur.
Rivayete göre, kral karşı kıyının güzelliğinin fark edilememiş olmasına şaşırır ve “Böyle güzelliği görememek için insanın kör olması gerek,” der. Kahinlerin sözleri aklından çıkmaz. Bu güzellik karşısında şaşkınlıkla kararını verir: Koloniyi burada kuracaktır.
Kurulan koloninin adı, Megara Kralı Byzas’ın adına ithafen Byzantion olur.
Bu şehir, MS 4. yüzyıla kadar varlığını sürdürür. Roma İmparatorluğu, 395 yılında Doğu ve Batı olmak üzere ikiye bölününce; Batı Roma, Roma şehrinde devam ederken, Doğu Roma ise Byzantion merkezli olarak Bizans İmparatorluğu adını alır. Bu imparatorluk yaklaşık bin yıl boyunca varlığını sürdürür ve 1453’te şehir Osmanlılar tarafından fethedilir.
Sultanahmet civarında, Ayasofya’nın yakınlarında Bizans İmparatorluk Sarayı inşa edilir. Sarayın hemen arkasında ise yarışların düzenlendiği Hipodrom yer alır.
İstanbul’un simgesi haline gelen Ayasofya Kilisesi, ilk kez 360 yılında II. Konstantin tarafından yaptırılır. Ancak 404 yılında çıkan bir ayaklanmada çıkan yangın sonucu tamamen yanar. Daha sonra II. Theodosius tarafından yeniden inşa edilir.
Ayasofya, 532 yılında bu kez Nika Ayaklanması sırasında tekrar yakılır. İsyancılar, her dönemde İstanbul’a ihanet edercesine davranmış; kültürel değerlere büyük zararlar vermiştir. Aynı yıl İmparator I. Justinianus tarafından kilise tekrar yaptırılır ve 537 yılında açılır. Kubbesi 30.8 x 32.6 metre elips formundadır ve bu yapı, büyük kubbeli yapılar arasında dünya mimarlık tarihinde önemli bir yer tutar.
İstanbul tarihinde birçok yangın ve özellikle depremler olmuştur. Şehir defalarca yıkılmış, ama her defasında yeniden ayağa kaldırılmıştır.
1453’te Osmanlı’nın şehri almasının ardından, Ayasofya Kilisesi Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye dönüştürülür. İlk olarak tahta bir minare eklenir; ancak Fatih’in vefatından sonra bu minare sökülür. II. Bayezid döneminde bir taş minare inşa edilir. Daha sonra farklı padişahlar tarafından üç ayrı minare daha yaptırılır ve bu yüzden Ayasofya’nın minareleri birbirinden farklıdır.
İstanbul’da yaşayan pek çok kişi bu şehir için şiirler yazmış, şarkılar bestelemiştir. Değerli bir şair “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul” demiştir; “Ömrüm oldukça gönül tahtıma keyfince kurul…”
Ne yazık ki, yüzyıllar boyunca bu güzel şehir, çıkarcı ve muhteris insanların ellerinde hoyratça kullanılmış; özellikle yönetenlerin oyuncağı haline getirilmiştir. Osmanlı döneminde kültürel değerlerimize yeterince sahip çıkılmamış, İstanbul’a büyük ihanetler edilmiştir.
En büyük ihanetlerden biri de, II. Abdülhamid döneminde yaşanmıştır. Onun “Memalik-i Osmaniye’de taş çok, alıp götürün,” diyerek, Bergama’daki Zeus Tapınağı’nın Almanya’ya götürülmesine ses çıkarmaması, bana göre tarihe geçen bir ihanettir.
Yüzyıllar geçmiş ama İstanbul’dan ekmek yiyip de bu şehre ihanet edenler eksilmemiştir. Bugün bu insanlara “İstanbul yedi tepe üzerine kurulmuştur,” desem, acaba kaç tepeyi sayabilirler?
Yaklaşık 2500 yıllık bu nadide şehir için söylenmiş birçok söz vardır. Lale Devri’nden kalma o meşhur cümleyi hepimiz biliriz:
“Bu Şehr-i İstanbul ki bi-misl ü behâdır,
Bir seng-i lâhûdîsi, yek-pâre Acem mülküne bedeldir.”
Acaba Şair Nedim bugün yaşasa, bu dizeleri yine yazabilir miydi? Yahya Kemal Beyatlı, bugün İstanbul için aynı duygularla şiirler kaleme alabilir miydi?
Bugün hâlâ bu kadim şehre ihanet etmeye çalışanların varlığını görmek insanın içini burkuyor. İstanbul’un kültürel varlıklarını korumak için çabalayanları, asılsız bahanelerle susturmaya çalışanların olması ise bana MS 64 yılında lir çalıp şarkı söylerken Roma’yı yaktıran Neron’u hatırlatıyor, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.