
Yıllar önce, bir memlekette birileri ortaya çıkmış ve bir konuda bütün ülkelerin aynı düşüncede birleşmesine vesile olmaya çalışmış. İnsan yaşamına yönelik bir konuda fikir birliği oluşturmuşlar. Bu müşterek düşünceyi kaleme almışlar ve madde madde insan haklarını yazıya dökmüşler. İlk maddesinde insanın yaşama hürriyeti yer almış. Bu uzun metne de “Büyük Karne” anlamına gelen bir isim bulmuşlar: MAGNA CARTA LIBERTATUM. Siz de hatırladınız değil mi?
İnsanın yaşama hürriyeti ile başlayan bir büyük taahhütname. Tarih: 15 Haziran 1215, yer: İngiltere.
Kral John, özgür adamlarına verdiği bazı hakları içeren bir sözleşme metnine -istemeyerek de olsa- lordların baskısıyla imza koymuş. Bu sözleşmede, ilk defa yargılanma hakkı çerçevesinde krallığı bağlayıcı şu kararı yasalaştırmıştır:
Madde 39: “Özgür hiçbir kimse, kendi benzerleri tarafından ülke yasalarına göre yasal bir şekilde yargılanıp hüküm giymeden; tutuklanmayacak, hapsedilmeyecek, mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak, yasa dışı ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek ve herhangi bir şekilde zarara uğratılmayacaktır.”
Bakınız, 810 yıl evvel insanlık neleri düşünmüş ve kayıtlara almış.
Bu sözleşme, yıllar içinde İngiltere’de revizyona tabi tutulmuş, kralın yetkilerine bazı kısıtlamalar getirilmiş. Sınırsız olan yetkilerinin bazılarına sınırlar konmuş. 63 maddeden oluşan bu mutabakat sözleşmesinde bazı maddeler insan yaşamı için çok önemlidir. Bunlardan bazılarını bilmekte yarar var.
Madde 2: Adalet satılamaz, geciktirilemez; hiçbir hür yurttaş ondan yoksun bırakılamaz.
Memalik-i Osmaniye’de, Temmuz 1808 tarihinde Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa, Sultan II. Mahmud döneminde, Magna Carta benzeri bir sözleşmenin 29 Eylül 1808’de imzalanmasını sağladı.
Sened-i İttifak adıyla anılan bu mutabakat, padişahın yetkilerini kısıtlayan ilk belge olarak bilinir. Merkezi otorite ile ayanlar arasında yapılan bu mukavele, otoriter rejimin bir kalıba sokulma girişimi olarak değerlendirilir.
Ayan olarak bilinen bu kişiler, taşranın kodamanları, eski idareciler veya toplumda sözü geçen insanlar olarak tanınır.
“Universal Declaration of Human Rights” olarak bilinen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 13. maddesi, 1. fıkrası şöyle der:
- Everyone has the right to freedom of movement and residence within the borders of each state.
- Everyone has the right to leave any country, including his own, and to return to his country.
Her iki maddede de insanların istedikleri yerde yaşama özgürlüğü olduğu, doğduğu ülkesini terk etmeyi ve tekrar geri dönmeyi talep edebileceği kabul edilmiştir.
Bilindiği gibi, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin dayandığı temel ilkeler, Magna Carta’dan ilham almıştır.
Bir de 19. maddede belirtilen önemli bir husus vardır ki; düşünce ve ifade özgürlüğünü tüm ortamlarda güvence altına alır:
Madde 19: “Everyone has the right to freedom of opinion and expression; this right includes freedom to hold opinions without interference and to seek, receive and impart information and ideas through any media and regardless of frontiers.”
Beyannamede imzası bulunan bütün ülkelerin yöneticileri, insan haklarına saygı göstermek zorundadır. Bu da düşünce özgürlüğüne ve ifade özgürlüğüne dayanır. Bu önemli kuralın altında imzası bulunan ülkeler, kayıtsız şartsız bu beyannameyi kabul etmiş sayılır.
Dün, bir vize başvurusu için Ankara’da bir vize bürosuna gittim. İçerisi mahşer yeri gibiydi. Bankodaki kıza sordum: “Günde kaç kişi başvuru yapıyor?” Yaklaşık 600 Türk vatandaşı başvuruda bulunuyormuş. Başvuru için 32 Euro, vize için ise 3.800 TL ödeniyor. Vize, bir başka ülkeye seyahat etmek için istenen bir izin belgesi.
Hani nerede Magna Carta?
Hani nerede İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi?
Günlük gelir 2.314.000 TL, aylık ise 69 milyon TL… Ülkemin varlığı, insan hakları uğruna(!) boşa harcanmakta.
Belki hâlâ Osmanlı’nın Avrupa’da bıraktığı kötü izlerin vebalini çekmekteyiz. Hani Osmanlı döneminde Fransa, İngiltere ve Almanya’dan gelen elçilere vezirler muhatap olurmuş; bedelini ise şimdi bizler çekmekteyiz, diye bir sözüm geldi söyledim — hem nalına hem mıhına.