Senelerce Ankara’dan Mardin’e, oradan Nusaybin’e ve oradan da sınırın karşısındaki Kamışlı’ya seyahat ettim. Kamışlı’da çok küçük bir havaalanı vardı. Oradan da çok uygun bir ücretle Şam’a uçakla giderdim. Dönüşte ise kimi zaman uçak kullanırdım, ancak bir seferinde otobüsle Şam’dan Kamışlı’ya yolculuk ettim. Otobüsle gündüz vakti yaptığım bu yolculukta, sadece güneşte yanan çöl kumundan başka ne bir ot, ne bir kuru ağaç, ne de bir metruk yapı gördüm. İnsanın alabildiğine çöl seyretmesi bile ruh sağlığını bozabilir diye düşünüyorum.
Yaklaşık 700 kilometrelik yolu, tahminimce 7 saatte katetmiştik. Yolculuk sırasında bir yerde durduk: Hasakah. Biz bu yerleşime Haseki diyoruz.
Bu köyün güneyine, zengin olmasa da, çok sayıda petrol kuyusu kurulduğu bilinir. Çok eski bir teknolojiyle çıkarılan petrol için mevcut kuyuların pek çok sondaj malzemesine ihtiyacı vardı. Ebu Tabat, El-Kadr, Suknah, Arak, Jihar ve Palmira gibi bölgelerde de eski teknolojiyle petrol çıkarılmaktaydı. Yedek parça eksikliği nedeniyle, yeni kuyular açılamıyor ve “T3” adıyla bilinen petrol sahası ancak kör topal üretim yapabiliyordu. Şam’da bazı kişi ve kurumlarla bu sahaların ihtiyaçlarını temin etmek adına bu seyahatleri gerçekleştiriyordum.
Şam şehir merkezinde Al-Umawiyeen Meydanı’na bakan tepenin üstündeki sarayda, Suriye Devlet Başkanı Esad otururdu. Şam’ın, Arap dünyasının dışında bir şehir olduğunu düşünüyorum. Esad’ın sarayı, şehrin güneydoğusunda, bir tepenin üzerinde, şehre hâkim bir noktadaydı. Saraya erişim sadece bir yolla mümkündü ve bu yol çok iyi korunmaktaydı. Havaalanı ise şehrin doğusunda bulunuyordu. Osmanlı döneminde yapılan Hicaz Demiryolu Şam’dan geçer. Tren istasyonu, Osmanlı’nın bu ülkede ayakta kalan birkaç eserinden biridir ve “Hicaz Tren İstasyonu” olarak bilinir. Ayrıca, şehrin tam ortasında bulunan tarihi Hamidiye Çarşısı, günümüzde bile şehrin ticaret merkezi olarak hizmet vermektedir.
Eski Şam şehrinin merkezinde Emeviye Camii, Hamidiye Çarşısı, Nur-ed Şifahane ve Azem Sarayı gibi birçok eski eser korunmaktadır. Şam’daki Emeviye Camii, ilginç bir yapıya ve tarihe sahiptir. Bu yer, Aramiler ve Romalılar döneminde tapınak, Bizans döneminde ise katedral olarak kullanılmıştır. Caminin ibadet ekseni dikkate alınırsa kıble ekseninin kayık olduğu görülür. Caminin yakınında bulunan Nur-ed Şifahane de enteresan bir tarihe sahiptir. 12. yüzyılda yapıldığı bilinen bu şifahane, hastalara müzik ve çeşmelerden akan suyun sesiyle tedavi sunmuş ve bu yöntemle iyileşmelerine katkı sağlamıştır. Şifahanenin, 19. yüzyıla kadar hizmet verdiği bilinmektedir.
Bu tür bir çifte yapı özelliği, Sivas’ın Divriği ilçesinde de bulunabilir. Ulu Cami diye bilinen yapının hemen yanında bir şifahane vardır. Bu yapının Selçuklu dönemine rastladığı ve şifahanenin de aynı dönemde yapıldığı söylenir. Divriği Şifahanesi’nde de hastaların müzik ve su sesiyle tedavi edildiği bilinmektedir. İlginçtir ki Divriği Ulu Camii’nin de kıble ekseni kayıktır.
Şam’ın eski şehir merkezinin gelişimi, genelde her büyük şehirde olduğu gibi, batıya doğru olmuştur. Ancak, düz bir arazi bulunmadığı için havaalanı şehrin doğusuna yapılmıştır.
Halkın varlıklı kesimi, şehrin dış mahallesi olan Qudsiya bölgesinde yerleşiktir. Qudsiya, Lübnan’a 10-15 kilometre mesafede olduğundan mı bilinmez, burada bahçe duvarları 3 metreye kadar yükselen özel evler bulunmaktadır.
İşte böyle bir efsane şehir olan Şam’ın, 15 Eylül 1516’da Yavuz Sultan Selim tarafından alındığını biliyoruz. Üzülerek belirtmeliyim ki, ülkemizin kanayan yarası olan cemaat ve tarikatlar, Yavuz Sultan Selim tarafından Şam’dan İstanbul’a taşınmıştır.
Uzun yıllar Osmanlı topraklarında kalan Suriye’de, özellikle Halep ve Şam üzerinden Hicaz Demiryolu Osmanlı tarafından yaptırılmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün de kurmay olarak ilk askeri görevi Şam’da başlamıştır. Gazi Mustafa Kemal, Araplara hiç özenmemiş, onların yaşam tarzlarını incelemiş ve benimsememiştir. O, tasarladığı ülke yönetimi için en iyi modelin laik, demokratik ve cumhuriyet rejimi olduğuna inanmış ve bütün ömrünü bu ideale adamıştır.
Ülkemizi yönetenlerin, özellikle dış politikadaki hatalarını burada saymanın bir faydası olacağını sanmıyorum. Tıpkı TÜİK’in enflasyon verilerine inancım olmadığı gibi. Dış politika tecrübe, bilim, ileri görüş ve kıvrak zekâ ister. Dışişleri liyakatle yapılır, başbakanın çantasını taşımakla değil.
Biliyor musunuz, Amerika’nın eski Ankara büyükelçisi Sayın Francis Ricciardone, şimdi Kahire’de Amerikan Üniversitesi’nin rektörü. Neden?
Bir zamanlar Türkiye’de özel yatlarda, saraylarda ağırlanan, 1971 yılında kurulan Baas Partisi üyesi Hafız Esad’ın 2000’deki vefatından sonra devlet başkanı seçilen Beşşar Esad, ülkesini terk edip Rusya’ya sığındı. Zaten bütün diktatörlüklerin sonu hep böyle bitmiştir. Almanya’da Hitler, Romanya’da Nikolay Çavuşesku, İspanya’da Francisco Franco, Irak’ta Saddam Hüseyin... Hepsi aynı sonu paylaşmıştır.
Dileğim, ülkemizdeki baskıcı rejimlerin bu tür örneklerle benzerlik taşımamasıdır. Bana ve ülkeme Araplardan hep zarar gelmiştir. Bu nedenle, kim demişse iyi demiş; “Ne Şam’ın şekeri, ne Arab’ın zekeri” diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.