Sizlere çok güzel bir sonbahar sabahı dilemek o kadar çok isterdim ki! Sonbahar, dünyanın kuzey yarımküresinde kışa yaklaşırken yaşanan bir renk cümbüşü mevsimidir. Hele 38. enlemden başlayan Anadolu’nun kuzeyinde, bilhassa ormanlık bölgelerde bu mevsim öyle bir renk coşkusu yaratır ki, gerçekten görülmeye değerdir. Eskişehir’den Bursa’ya giden karayolu üzerindeki AHI Dağı yakınındaki MEZİT Deresi etrafında, doğanın tüm renkleri adeta dans ediyormuş gibi gelir insana.
`Yol boyunca kırmızının her tonunu, yeşilin sarıya dönüşümünü ve bazı ağaçların beyaz kabuklarını izleyebilirsiniz. Bu coşkuyu seyrederken, MEZİT Deresi kenarında durursanız suyun sesi size ayrı bir huzur verir. Bu huzuru sonbaharda, bu yolda birçok kez yaşadım.
Sadece bu yöre mi? Hayır! Bir başka yöreyi de anlatmak isterim. Kastamonu’dan Boyabat üzerinden Sinop’a seyahat ederseniz, dağlardaki ağaçların renk karışımı, MEZİT Deresi etrafındaki ağaçların renklerini andırsa da Karadeniz’in kendine has doğası başka bir vahşilik taşır. Sinop yakınlarına yaklaşırken ERFELEK adlı bir kasaba vardır. Etrafında muhteşem ormanlar bulunur. Sonbaharda bu ormanların renk cümbüşünü seyretmek insana tarifsiz bir huzur verir. Erfelek’te Karasu Irmağı’na dökülen Kınık Deresi ve Çatak Deresi birleşerek Karasu Irmağı’nı besler. Bu üç akarsu boyunca uzanan orman örtüsü öyle sıktır ki, bir ressam bu renkleri tuvaline aktarmakta zorlanır diye düşünürüm.
Yeşilin sarıya, sarının açık kahverengine geçişini izlemek, derenin kenarında su sesini dinleyerek tüm dertleri bir kenara bırakmak, bambaşka bir deneyimdir. Bu doğaya hep hayran kaldım. Tarihte bir büyük komutanın da bu bölgeyi ziyaret ettiğini bilmekteyiz.
KINIK kelimesi üzerine düşüncelerim var. KİNİK’in, ünlü filozof Diyojen’in temsil ettiği bir felsefi anlayıştan geldiğine inanırım. Diyojen, “Gölge etme başka ihsan istemem” diyebilecek kadar cesur bir düşünürdü. Kinikler, materyalizme ve toplumsal alışkanlıklara meydan okuyarak insanları sarsmayı hedeflemişlerdir. Onları, ulvi amaçları olan troller gibi düşünebiliriz. Sokakta yatmak, yemek yemek ve hatta günlük ihtiyaçlarını karşılamak gibi yaşamlarını göz önünde sürdürmek, bu anlayışın temelini oluşturur.
Sinoplu olduğu bilinen Diyojen’in aslında ERFELEK’li olabileceğini düşünüyorum. Karasu Irmağı’nı besleyen derelerden birinin adı Kınık’tır. Bu derenin adının nereden geldiğini kimse bilmez, ancak yıllardır hep bu şekilde anılmıştır.
MÖ 404 ile 323 yılları arasında yaşamış olan Diyojen, Sinop’tan Atina’ya göç etmiş, burada dönemin diğer düşünürleriyle tanışmıştır. Yunan kültürünün sembolik insanlarından biri olan Diyojen’in yaşamı, felsefi düşüncelerle topluma yön vermiştir.
Anadolu’muz sadece ormanlardaki ağaçların yapraklarının sonbaharda yarattığı renk cümbüşü ile bilinmez, çeşitli ırkların, çeşitli kavimlerin bu büyük yarımadaya yerleşip asırlarca yaşadığı bir coğrafyada bulunmaktayız. Sümerliler, Asurlular, Hititler, Frigyalılar, Lidyalılar, Urartular, Persler, Doğu Romalılar, Selçuklular, Osmanlılar, Moğollar gibi bilinen medeniyetler bu coğrafyada yaşayıp büyük bir kültür bırakmışlardır. Biz bu kültürün son satırındayız.
Yaşadığımız ülkemize Türkiye demekteyiz ve sınırlarımız içindeki bu kültürlere sahip çıkmaktayız. Bizi biz yapan bir dünya liderimiz bulunmakta: Mustafa Kemal Atatürk. Yaşadığımız topraklarda mutlu bir toplum olarak haykırdığımız ortak bir paydamız var. Bir bayrağımız, bir İstiklal Marşımız, bir de anayasamız bulunmakta.
Günümüzde bu coğrafyayı yaşanmaz hale getirmeye çalışanların var olması, kendilerinden toplumun nefret etmeleri, hatta erke sahip olanların “gaflet ve dalalet” içinde olmalarını izlemek son derece üzücüdür. Atatürk’ün Gençliğe Hitabesini okumaları gerekir. Anlamıyorlarsa bir daha okumalarında fayda bulunmakta.
Sonunda bütün dünyaya haykırdığımız önemli andımız var:
“Ne Mutlu Türk’üm Diyene!”
Diye bir sözüm geldi söyledim, hem nalına hem mıhına.