|
Nereden Geldi Nereye GidiyorKategori: Nalına Mıhına | 0 Yorum | Yazan: Metin Atamer | 30 Ekim 2024 15:34:26 Bugün ülkemizi yönetenlerin geçmişine bir bakalım. 2001 yılında Abdullah Gül’ün kurduğu bir partiye, bilgili olup olmadıkları tartışmalı pek çok ilgili ve dirayetli kurucu üye katılarak “Adalet ve Kalkınma” adıyla bir parti kurdular. Nerede mi? Bizim evin tam karşısındaki 51/E kapı numaralı villada.
Kuruluş bildirgesine dikkatle bakıldığında, ülkemizde adaletin yıllardır doğru tecelli etmediğinden dem vurulmakta ve iktidara geldiklerinde adaletin sağlanacağına dair güçlü bir vaat verilmektedir. “Bacımın başörtüsüne söz söyletmeyiz; her kim inançlarına göre nasıl giyinmek istiyorsa, kimsenin buna müdahale etmesine izin vermeyiz,” diyerek geniş bir kesimden destek topladılar. **Kalkınma** başlığı altında ise tarımda, hayvancılıkta, sanayide ve üretimde ülkemizi çok ileriye götüreceklerine dair vaatlerde bulundular. Hatta çeşitli cemaatlere maddi destek sağlayarak seçim vaatlerini yerine getirmede destek bile talep ettiler. Hatırlarsanız, Erbakan da başbakan yardımcısı iken cemaat ve tarikat liderlerine Çankaya’da bir iftar yemeği vermişti; yer yerinden oynamış, basın ve toplum itirazlarını en üst perdeden seslendirmişlerdi. 2001 yılında Abdullah Gül, kurduğu partinin başına geçmek istemedi. Partinin başına geçmeleri için iki farklı kişiye teklif götürdü ancak her ikisi de bu görevi reddetti. Her iki isim de Kayseri’den tanınmış siyasi şahsiyetlerdi. Parti başkanlığı pozisyonu çeşitli vasıfları gerektirdiğinden, sonunda Recep Bey’e partinin başkanlığını üstlenmesi önerildi. Daha sonra öğrendiğimize göre bu noktada bir pazarlık yapılmıştı. Pazarlık, iktidar elde edildiğinde cumhurbaşkanlığı pozisyonunun öncelikle Abdullah Bey’e bırakılması üzerineydi. Aynı yıl Temmuz ayında Recep Bey, Amerika’ya giderek orada kanaat önderleriyle görüşmeler sağlamak üzere Pennsylvania’daki malum şahıstan yardım istedi. Bu görüşmelerin organize edilmesinde Gülen cemaatinin büyük katkısı olduğu söylenmektedir, ve bu gerçeği kimse inkar etmemekte. 2002 genel seçimlerinde Adalet ve Kalkınma Partisi %34 oy oranıyla iktidara geldiğinde Recep Bey, partinin başkanı bile değildi. Kimsenin hayırla anmadığı bir siyasetçinin, Recep Bey’in yasağının kaldırılması için meclise önerge verdiği anda ülkemizin kader saatinin çalışmaya başladığını söyleyebiliriz. Önce parti başkanı oldu, ardından başbakan seçildi. Ülke genelinde birçok inşaat projesini yürütecek bir müteahhit ordusu kurarak, çeşitli projeleri davet usulüyle bu şirketlere aktardı. Ülkemizin birçok arazi, arsa ve ormanlık alanına, vasfını yitirmiş olarak rapor edilip otel ve alışveriş merkezleri yapılmasına önayak oldu. Hatta ormanların yakılıp orman vasfını kaybettiği raporlarıyla bu alanlarda otel yapılmasını teşvik etti. Yabancı şirketlere maden aramaları için orman arazilerinin yok edilmesine ve zeytin ağaçlarının katledilmesine göz yummaktan geri kalmadı. Partiye maddi menfaat sağlayacak bir düzeni kurmak adına ilgili bakanlıkların başına, bu çıkarları gözeten kişileri getirdi. Ülkenin sanayisi, ihracatı, maliyesi, tarımı ve hayvancılığı zaten Kemal Derviş’in kurduğu sistemle işliyordu. Uzun bir süre boyunca bu düzen kimse tarafından değiştirilmedi veya geliştirilmedi. 2007 yılına gelindiğinde, cumhurbaşkanlığı süresi sona ermişti. Abdullah Bey ve Recep Bey arasında ciddi tartışmalar yaşandı ve bu tartışmaların sonunda Abdullah Bey’in cumhurbaşkanlığı Recep Bey tarafından kabul edildi. Bu süreçte 2001 yılında Amerika’da verilen bir sözün ertelendiğini fark ettik. İktidara geldiklerinde Gülen’in de Cumhurbaşkanı yapılması vaat edilmişti, denir. Tıpkı Humeyni’nin İran’a dönüşü gibi bir senaryo hazırlanmıştı. Ancak bu gerçekleşmedi; Abdullah Gül, yedi yıl boyunca cumhurbaşkanı olarak görev yaptı. Daha sonra Recep Bey’in cumhurbaşkanlığı seçilmesiyle ülkede farklı bir düzenin oluştuğunu gördük. Devlete ait birçok sanayi alanındaki fabrika satıldı, büyük bir devlet kurumu olan haberleşme sektörü yabancılara devredildi. Çam ormanları yabancı firmalarca altın aramak için yok edilmeye başlandı. Yap-işlet-devret modeli adı altında torunlarımızın torunlarını dahi borçlandıracak projeler üretilerek, maliyetin dokuz katı geri ödeme durumuna düşüldü. Bu projelerden kim veya hangi kuruluşların fayda sağladığını hala merak ediyorum. Başkanlık sistemi adı altında kurulan bu yönetim, devletin tüm kurumlarının yozlaşmasına ve çürümesine neden oldu. Toplum bu çarpık sistemi izlerken, bu bozuk düzende bile iş yapmak istemeyen kuruluşlar Saray’a rahatsızlıklarını dile getirmişlerdi. Bu sizce ülkemin idaresinin durumunu nasıl ifade eder? Yeni doğan bebeklerin bile sağlık ticaretinin bir nesnesi haline geldiği ülkemde, devletin bu konudaki rolünü merak ediyorum. Bir cinayetin failleri bilindiği halde iki ay boyunca bir iddianame yazılamaması, sizce adaletin nasıl çürüdüğünü göstermez mi? Mahkemelerde alınan kararların siyasallaşması, vaat edilen adaletin içinde devletin nasıl yıkıldığını izliyoruz. Ülkemde ciddi bir güvenlik sorunu bulunmakta. Kendisini bilmez birinin, bebek katilini tatil beldesinden çıkarıp Meclis’te konuşturalım demesi hazmedilebilir mi? Terör olaylarında binlerce şehit veren bir ülke için sarf edilen bu sözler ihanettir. Ülkemin savunma sanayisinin kalbi Kazan’daki tesislere elini kolunu sallayarak giren teröristlerin estirdiği dehşet, güvenlik zaafiyetini ortaya koymakta. Bu olay Cumhur’un Kazan’da BRICS’ten kırmızı kart gördüğü ana denk gelmişti. Tarımda üretim düşerken, hayvancılık için dış ülkelerden tonlarca hayvan ithal ederken, kalkınmanın değil, ülkenin nasıl yoksullaştırıldığının ilan edildiğini görüyoruz. İnanmadığımız TÜİK verilerine bile baksak, Gayrisafi Milli Hasıla (GSMH) hedeflerinin yarısını dahi tutturamadığımızı görmekteyiz. Yalan bilgi ile büyüme olmaz. Üç beş firmanın değil, halkın zenginleşmesi büyümenin gerçek göstergesidir. Kalkınmada da sınıfta kalmış bir partinin hala “Adalet ve Kalkınma” adını taşıması sizce bir iflasın ilanı değil midir? diye bir sözüm geldi söyledim, hem nalına hem mıhına.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|