|
Cumhuriyet 101 YaşındaKategori: Nalına Mıhına | 0 Yorum | Yazan: Metin Atamer | 29 Ekim 2024 07:07:50 Cumhuriyet Bayramı'na yaklaştığımız bu günlerde, ülkemin 1914'ten başlayarak 1916 yılına kadar süren İtilaf ve İttifak devletlerinin Osmanlı Devleti'ni ele geçirme girişimlerini anıyorum. İngiltere, Fransa, Sırbistan, Rusya İmparatorluğu, İtalya, Yunanistan, Portekiz, Romanya ve Amerika Birleşik Devletleri'nin oluşturduğu büyük bir gücün hedefinde küçük bir boğaz, Çanakkale vardı. Osmanlı Devleti, asırlarca Avrupa’nın belirli bir yöresinde etkili olmuş, birçok ülkeyi haraca bağlamıştı. Her padişah tahta oturduktan sonra Avrupa'nın içlerine seferler düzenlemiş; bu seferlerin her birinde haracın miktarını artırmayı amaçladığını düşünüyorum.
Topkapı ve sonrasında Dolmabahçe Sarayı'nın giderleri artmış, bu nedenle halktan vergi toplamanın yanı sıra ülkelerin haraçlarını artırmayı da amaçlamış saray. Toplanan haraçlar özellikle saray harcamaları ve İstanbul'un çeşitli yörelerine cami ve külliye yapmak için kullanılmış. Osmanlı Devleti'nin işgal ettiği Avrupa ülkelerinin bu haraç durumundan hoşlanmadığı açıkça bilinmekte. Osmanlı, Anadolu'ya yatırım yapmayı asırlar boyunca hiç düşünmemiş, Anadolu’yu sadece sefere giderken asker toplamak için aklına getirmiş. Osmanlı ordusu kimi zaman Trakya’dan da asker toplamış. 1683 yılında, Osmanlı Devleti Viyana şehri önlerine kadar gelerek şehri ele geçirmek için iki ay boyunca kuşatma altında tuttu. Ordu ve ikmal güçleri zayıflamaya başladığında, Polonya ile Litvanya birlikleri, Kral III. Jan Sobieski komutasında Osmanlılara ve Osmanlı'nın vasal ve haraç düzenine karşı Kahlenberg Dağı'nda savaştı ve Osmanlı ordusu mağlup oldu. Bu mağlubiyetin ardından Osmanlı, Avrupa’dan geri çekilmeye başladı. Aslında Osmanlı’nın ana amacı ticaret yollarını elde tutmak ve bu yolla haraç düzenini korumaktı; bütün tarihçiler bunu dile getirmekte. Osmanlı’nın kuruluşu da bu düzen üzerine kuruluydu. "Kayı Aşireti" haraç toplama düzeni üzerine kurulu bir göçebe toplumdu, Osman Bey tarafından Söğüt’te kurulmuştu. Daha sonra Bursa ve İznik ele geçirilince devlet düzeni sağlandı ve Osmanlı Devleti olarak anılmaya başlandı. Ancak düzen yine eşkıyalık ve haraç toplama temellerine dayanıyordu. Devletin merkezi daha sonra Trakya’da Edirne’ye taşındı. İstanbul, Sultan Mehmet tarafından ele geçirilince imparatorluk payesi eklendi. İşte bu tarihten sonra Avrupa'nın içlerine doğru haraç yolu açıldı. Bosna-Hersek, Macaristan, Bulgaristan, Romanya, Slovakya ve Makedonya gibi ülkeler işgal edildi. Halkı Müslüman yapmaya çalışsalar da bu amaç tam olarak özümsenmedi. Halkın büyük bir bölümünün Hristiyan olarak yaşamaya devam etmesinin, günümüz şartlarında çok daha olumlu sonuçlar doğurduğunu göstermektedir. Düşünüyorum da halkın çoğunlukla Müslüman olduğu ülkelerin hiçbirinin gelişmiş ülkeler sıralamasında yer almadığını görmekteyiz. Bu sınıflandırmaya ülkemiz de dahildir. G-20 gibi sanal bir kavrama da inanmadığımı belirtmeliyim. Ülkemizde gayri safi milli hasılanın kişi başına düşen miktarının gelişmiş ülkelere kıyasla çok düşük seviyede olduğunu biliyoruz. TÜİK’in rakamları yüksek bir değer söylese de sokaktaki vatandaş dahi bu rakamlara inanmamakta. TÜİK’in 2023 yılı için açıkladığı 13.110 dolarlık kişi başına gelir rakamı sorgulanmakta; bir önceki yıl ise bu değer 8.600 dolardı. Ülkede %52 büyüme olduğunu kabul edersek bu rakam 13.110 dolara ulaşmış olur, diyerek kamuoyu oluşturulmaya çalışılmakta. Ancak, “Ülke büyüdüğü halde halk neden fakirleşmekte?” diye sorulmaz mı? Eğer büyüme varsa halkın yoksullaşmasının azalması gerekmez mi? Oysa ülkemde tam tersi oluşmakta. Halk daha fazla yoksullaşmakta; halkın zenginleşmesi yerine sarayın koruduğu müteahhit grubunun daha da zenginleşmesini izlemekteyiz. Yaşamayan halkın devleti olmaz. Halkı yaşat ki devlet yaşasın; büyüklerimiz böyle demiştir. Bu günlerde konuşulan en önemli konu 2025 yılı bütçesidir. Bu bütçenin içinde iki kalemin halka açıklanması zordur. Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi, 2024 yılında 91,8 milyar TL iken, 2025 yılı için 130,1 milyar TL olarak teklif edilmiş. Yaklaşık %38’lik bir artış görülmekte. İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, ve Ticaret Bakanlığı bütçelerinden daha fazla bir bütçeye sahip olan Diyanet İşleri Başkanlığı, halka “yalan söyleme, hırsızlık yapma, insan öldürme, hileden uzak dur” gibi konularda öğüt vermekte başarılı olamamış gözükmekte. Bu müessesenin ülke menfaatine ne katkıda bulunduğunun araştırılması gerektiğine inanıyorum. Diğer bütçe ise Beştepe'deki sarayın bütçesi. 2024 yılı bütçesi 12,28 milyar TL iken, 2025 yılı için teklif edilen bütçe 16,9 milyar TL. Yıllık artış %38 olarak yapılmış. Bu bütçede bir kalem var ki amacı belirsiz: “2 milyar 370 milyon cari transfer”. Diğeri ise “1 milyar 753 milyon TL sermaye giderleri.” Bu iki kalemden siz ne anlam çıkardınız? Sanki şirket ortaklarına sermaye avansı yapılıyor gibi… Yaklaşık 2 trilyon TL açık vermesi beklenen 2025 yılı bütçesini incelerken, aklıma Cumhuriyetimizin ilk yıllarındaki 1933 yılı bütçesi geldi. Onlarca sanayi yatırımı yapılmış, yüzlerce kilometre yol ve demiryolu yapılmış, Osmanlı Devleti’nin borçları ödenmiş ve 1933 yılı açık vermeden 1 milyon liralık bir fazlalıkla kapanmıştı. Dolar, 1928’den 1935’e kadar 1,28 TL olarak işlem görmüştü. Mustafa Kemal Atatürk neden büyük bir liderdi? Çünkü yaptığı her işte, attığı her adımda sadece ülkesini düşünmüş; hiçbir şahsi menfaat veya çıkar sağlamayı aklına bile getirmemiştir. Ona olan hayranlığımız da bundandır. “En büyük Türk, Atatürk’ün ta kendisidir,” diye bir sözüm geldi söyledim, hem nalına hem mıhına.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|