|
|
BABÜR KUZUCUOĞLUKategori: Makale | 0 Yorum | Yazan: M. Şehmus Güzel | 14 Eylül 2024 19:30:23 Neredeyse elli yıldır Paris'te yaşıyordu. Yolu buradan geçen herkesin, hele solcu herkesin yardımına koşardı. Kafa dengi yakınlarıyla kendi çevresini kurmuştu ve bu çevrenin içinde mütevazi ve mutlu bir yaşam sürdürüyordu. Hastalıkları, dertleri, sıkıntıları umursamadan. Babür Kuzucuoğlu buradaki yakın dostlarını ve diğerlerini Paris’te Türkiye Hareleri başlıklı kitabında özenle, itinayla yazdı, tanıttı. Paris'teki iyi ressamlarımızdan İsmail Yıldırım'ı ve sanat eserlerini "İsmail Yıldırım Çehreler Ayini" başlıklı zengin içerikli şık kitabında yazdı, meraklılarına sundu.
Paris'in iyi mahallelerinden birinde özenle düzenli şirin apartmanında yaşadı. Yemeklerini tanıdığı, kimiyle yakın dost olduğu lokantacıların aşevlerinde yemek alışkanlığını sonuna kadar sürdürdü. Birkaç dostuyla yemek, içmek ve karşılıklı sohbetten şaşmadı. On yılda bir kutladığı yaş yıldönümü akşam yemeklerini dostları, arkadaşları ve yakınlarıyla paylaştı. Bir gelenek olarak. Babür en yetenekli ve en iyi çevirmenlerimizden biriydi. Fransızcadan birçok yapıtı dilimize kazandırdı. Balzac’tan «Bir Havva Kızı»nı, ortak dostlarımızdan ve yeri doldurulamazlardan Stefanos Yaresimos’un «Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye» adlı üç ciltlik dev eseri ve onlar gibi birçok sayıdaki yapıtı Türkçe’ye çevirdi. Çok ender bile olsa kimi kez fransızca bir sözçüğün şu türkçe kelimeye mi bu türkçe kelimeye mi daha iyi uyup uymayacağını sormak için Babür'ü aradığım oldu. Pat diye en iyisini, birinci derecede uyacak olanı size sunuyordu. 1980'lerin ikinci yarısında aynı mahallede oturuyorduk. Paris'in mütevazi mahallelerinden birinde. Türkiye'den gelen ortak tanıdıklarımızı paylaşıyorduk. Kimiyle Babür sayesinde tanışıyordum. 1939'da İstanbul'da doğan Babür Kuzucuoğlu ile akrabalığımız ikimizin de aynı lisede, İstanbul'da Haydarpaşa Lisesi'nde okumuş olmamızdan kaynaklanıyor. Aramızda on yıla yakın bir zaman farkıyla. Babür yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi Fransız Filolojisi'nde, Gazetecilik Enstitüsü'nde ve Vincennes'de Paris VIII. Üniversitesi Sosyoloji bölümünde yaptı. İlk gençliğinden itibaren solcuydu. Türkiye İşçi Partisi'nin (TİP) kuruluşundan itibaren partisinin iyi militanlarından biriydi, İstanbul'daki şair, üniversite öğretim üyesi, aydın, yazar, sanatçı çevrelerde tanınıyordu. Fransızcadan seçme çevirileriyle ülkemizdeki solun tarihi, toplumbilimsel ve teorik açıdan zenginleşmesine katılıyordu. Çevirilerinin kimini Babür Kuzucu biçiminde imzalıyordu. TİP'e yakın yayın organlarında sorumluluk alıyor, kimi kez makaleler yayınlıyordu. Bir örnek olarak İstanbul'da yayınlanan, Şükran Kurdakul'un sahibi olduğu, TİP'e yakın, aylık Eylem dergisini verebilirim. Mart 1964 ile Mayıs 1966 arasında yayınlanan derginin 1 Eylül 1965 tarihli 19. sayısında Babür'ün "TÜRK-İŞ'in politik eylemi" (aynen) başlıkı makalesini okuyabiliriz (s. 4-9). Derginin yazarları arasında Sencer Divitçioğlu, Sadun Aren, Melih Cevdet Anday, Doğan Özgüden gibi dönemin tanınan isimlerini bulmak mümkün. Babür bu sayının "Sorumlu Yazı İşleri Müdürü"dür aynı zamanda. (Bu derginin 33 sayısı Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı-TÜSTAV arşivinde.) Babür'ü 1960'ların başında tanıyan değerli dostumuz Doğan Özgüden o günlerdeki ve hemen sonrasındaki yakın dostunu "Yazar-çevirmen dostumuz Babür Kuzucuoğlu’nu kaybettik" başlıklı makalesinde şu cümlelerle anlatıyor: "Babür'ü 1963 yılında İzmir'den İstanbul'a geçtiğimde, Türkiye İşçi Partisi'nin özellikle işçi kesimlerinde örgütlenmesinde büyük özveriyle çalışan bir militan olarak tanımıştım. Sol medyaya yazıları ve çevirileriyle büyük katkıda bulunan Babür, Ant Dergisi'ne de yazdığı gibi, Dominik Cumhurbaşkanı iken Pentagon'un tezgahladığı bir darbeyle iktidardan uzaklaştırılan Juan Bosch'un yazdığı Pentagonizm adlı kitabı ve Fransız Komünist Partisi liderlerinden Jacques Duclos'nun Anarşizm adlı kitaplarını Türkçeye çevirmiş, her iki kitabı da 1969 yılında Ant Yayınları dizisinde yayınlamıştık. İstanbul Üniversitesi'nden mezun olduktan sonra 12 Mart 1971 darbesi döneminde tutuklanan Babür 1975'te sürgüne çıkarak Paris'e yerleşmiş"ti. Babür 11 Eylül 2024'e kadar Paris'te yaşadı. 85 yaşında Paris'te aramızdan ayrıldı. Kitapları, çevirileri, makaleleri, söyleşileri, anılarıyla aklımızda. Babür'ü biraz daha tanıyabilmek, tanıtabilmek umuduyla, VOA'dan Arzu Çakır ile yaptığı ve 2 Nisan 2020'de yayınlanan, insanoğluna yaklaşımını, "fert" ve "birey" ayrımını, insanoğlunun unutmamasının önemini vurguladığı "Babür Kuzucuoğlu: 'İnsanlık Unutmamayı Öğrenmeli' " başlıklı söyleşisini buraya aynen alıyorum: "Fransa'da yaşayan yazar, ressam, siyaset bilimci ve ekonomistlerle Corona virüsü nedeniyle ilan edilen karantina günlerini ve kendi alanlarında yeni dünyanın nasıl şekilleneceğini konuştuk. VOA Türkçe: ”Paris'te Türkiye Hareleri”ni yazdınız. ”Az Gelişmişlik Süreci'nde Türkiye” kitabını çevirdiniz. Türkiye'yi Fransa'dan gözlemleyen bir yazar olarak, Corona virüsü nedeniyle kapanma duygusunu nasıl yaşıyorsunuz? Babür Kuzucuoğlu: Duygusal bir dönemdeyiz ve duygusallık karmaşıklığın kaynağı. Uzaklarda, mesela Türkiye'de sevdiğim insanlar var ve şu anda uzanma şansımız hiç yok. Bu geriyor insanı. Yahut da ona karşı savunma mekanizması geliştiriyorsun, bir köşeler bulup kendi kendine avunuyorsun. Ben tekliğin, yani yalnız olmanın lüksünü yaşıyorum. Bir de tabii bu gibi durumlarda yıllardır aramadığınız insanlar için endişe ediyorsunuz. 10 yıldır aramadığım dostlarımın durumunu merak ettim. Bizi biz yapan arama ve aranmalar. Birilerini arama ihtiyacını duyuyorsun. VOA Türkçe: Bu bir düşünme dönemi olabilir mi? Babür Kuzucuoğlu: Ben bu çağın bir takım şeylerini katiyen unutmadım. Unutmanın dışına çıkılabilir mi? Birinci Dünya Savaşı 10 milyon, 2'inci Dünya Savaşı 80 milyon insanın hayatına mal oldu. İnsanın insana bunu yapmaya hakkı var mıydı? Bunlar hatırlanmalı. Bu durum tabi ki sürmeyecek. Ama ben unutmaya karşıyım. Dilerim buradan da unutulmayacak bir şeyler edinilir. VOA Türkçe: 1939 doğumlusunuz. Pek çok savaş, felaket gördünüz ve onlara hep aydın gözüyle baktınız. Tarihte, nasıl karşılaştırmalar, ayrımlar yapılabilir? Babür Kuzucuoğlu: Vebayı, kolerayı düşündüm. Ben verem salgınını yaşadım. 1940'lar ve sonrası... Veremin var olduğu dönemin sonlarına yetiştim. Savaş sonrası, savaşın getirdiği yoksulluğun sonuçlarından biri olarak vardı verem. Salgın değildi ama çözümü olmayan, uzun süre içinde öldüren bir hastalıktı. Soluyamıyorsun, dışarıda nefis bir ilkbahar ama sen nefes alamıyorsun. Müthiş çelişkiler yaşadı insanlar. O dönemde sanatoryumlarda, bahar aylarında kendisini camlardan atanlar vardı, müthiş bir intihar salgını vardı. Albert Camus'nun Veba'sında anlatılanlarla, bugün Corona virüsüyle beraber yaşananlar arasındaki benzerlik de çok çarpıcı. Ölüm çabukluğu şimdiki salgına benziyor. Ama orada içini kusarak, bağırsaklarla ilgili bir hastalık vardı. Veba'da daha çok sindirim sistemi öne çıkıyor. Burada ise solunum sistemi, öksürerek, ciğerler sökülerek yaşanan bir ölüm var. VOA Türkçe: Edebiyat şiir, felsefe, bu eve kapanma değişim için bir fırsat olabilir mi? Babür Kuzucuoğlu: İnsanda yaratıcılık dediğimiz özellik, farklılığı farketmek, insanın kendi farklılığını da farketmesi aynı zamanda. Eğer bu evde kalma süreci birilerine kendi farklılığını gösterirse, fark ettirirse, bu mutlaka sanata yansıyacaktır. VOA Türkçe: Bu tür durumlardan sonra korku mu, dayanışma mı, bencillik mi öne çıkar? Babür Kuzucuoğlu: Kendini düşünmemek zaten yanlış bir şey. Tek olmak ve fert olmak aynı şeyler değil. Bizim gibi toplumlarda fert olamamak var. 80 sonrası Türkiye'de öyle bir durum doğdu. Herkes feci şekilde birey ama fert değil. Fert olmak kendine değer vermektir. Yani egoizm ile ferdiyetçilik aynı şey değil. Fert olmak, kendine değer vermek. Bu kaçınılmaz olarak diğerlerine de değer vermeyi getiriyor. Benim dileğim birbirine değer veren fertlerin ortaya çıkması. VOA Türkçe: Bütün bunlar en çok en güçlü hangi duyguyu uyandırır, nasıl bir sonuca ulaşırız ? Babür Kuzucuoğlu: Genelinde topluma bakarsak, benim için hep aynı sonuç. İnsanların unutmamayı öğrenmesi gerekir. Bu kriz de o unutulmaması gereken gerçeklerden biri oldu. Ama benim en çok şikayet ettiğim şey büyük acıların ve hataların çabuk unutuluyor olması. Mesela 2. Dünya Savaşı sırasında fareleri bile yiyecek kadar yaşanan sert açlıklar, hastalıklar ve milyonlarca ölü unutuldu. Çabuk unutuldu. İnsanoğluna daha güçlü bir hafıza diliyorum.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|