|
ŞAŞIRMADIMKategori: Nalına Mıhına | 0 Yorum | Yazan: Metin Atamer | 12 Ağustos 2024 13:05:08 Çocukluğum ve üniversite yıllarım Ankara'da geçti. Ortaokul ve lise döneminde ise Ankara dışında yatılı okuduğum şehirlerde, günlük konulardan uzak yaşadığımı hatırlarım ama yine de 1950 ve 1960'lı yıllarda gelişen bazı siyasi olaylar, aklımda iz bırakmadı desem yalan olur. Sadece iktidarda kalabilmek adına çok oyunlar oynandı o tarihlerde. Sandık başında oy sayımında cinayet bile işlendiğini hatırlarım. Kimi kasabaların il haline dönüşmesi yanında, il olan şehirlerin ilçe haline geri dönmesini de bu tarihlerde gördük. 1954 seçimlerinin hemen ardından tenzili itibar adına Nevşehir’e bağlı bir ilçeye dönüştürülen Kırşehir, 19 Haziran 1957’de kabul edilen 9637 sayılı kanunla tekrar il statüsüne yükseltilerek iadeyi itibarı yaşadı. Osman Bölükbaşı’nın memleketi, Kırşehir.
Osman Bölükbaşı, Türk siyasi tarihinde bir semboldü bahsettiğim senelerde. Halktan bir insan aslında, 1913 yılında Mucur'da doğan Osman Bölükbaşı, İstanbul Erkek Lisesi mezunu ve Fransa’da Nancy Üniversitesi'nde matematik tahsili yapmış değerli bir hocaydı. 1946’da Demokrat Parti’ye katılan Osman Bölükbaşı, daha sonra Demokrat Parti’den ayrılıp Millet Partisi adı ile kendi partisini kurdu. 1953’te laiklik karşıtı olduğu gerekçesi ile bu parti kapatıldı. Osman Bölükbaşı, İsmet İnönü’ye suikast planlaması tevatürü ile tutuklandı, daha sonra serbest bırakıldı. 1954’te bu sefer Cumhuriyetçi Millet Partisi adı ile bir parti daha kurdu. Değerli siyasetçi, daha sonra Kırşehir ilçeye dönüştü ve Nevşehir’e bağlandı. 1957 seçimlerinden önce Osman Bölükbaşı, Meclis'in manevi şahsına hakaret ettiği gerekçesi ile tutuklanmıştı. Bu arada kendi doğduğu Hasanlar köyü de bir karar ile Kırşehir’den çıkarılıp Nevşehir’e bağlandı. Seçimlerde milletvekili seçilen Osman Bölükbaşı, hapishanede yemin ederek milletvekilliği tescil edilmiş oldu ve hapisten çıktı. Osman Bölükbaşı daha sonra partinin ismini, 1969’da değiştirip MHP adını dönüştürdü. Osman Bölükbaşı, Türk siyasi tarihinde önemli bir şahsiyet demem bundan dolayıdır. Bütün bu siyasi oyunları Ankara'da yaşadık. Evlenip çoluk çocuğa karıştığımda yaşadığım ev Ankara Kocatepe semtinde, Yardım Sevenler Derneği'nin hemen yanında idi. Çocukların bir yuvada sosyalleşmeleri için fazla uzağa gitmemek adına, Kızılırmak Sokak 26 numarada bulunan çocuk yuvasına vermiştik her iki çocuğumuzu. Bayındır Sokağın bitişinin tam karşısındaki hafif tepenin üstündeydi bu yuva. İki katlı, tipik Ankara evinden yuvaya dönüştürülmüş bir bina idi. Çocuklarımız yürüyerek yuvaya gidip, akşam da yürüyerek eve gelirlerdi. Mithatpaşa Caddesi, Kızılırmak Sokağa geldiğinde biter, bir sol bir sağ ile Dr. Mediha Eldem Sokak olurdu. Eşim, sabah çocuklarla beraber yuvaya gider, yuva yönetim kadrosu ile akşama kadar sohbet edip, mesai bitiminde çocukları alarak eve dönerdi. Kocatepe Camii inşaatının henüz başlamamıştı o tarihte. Yine böyle bir Cuma günü, sabahın erken saatlerinde, tarih 24 Mart 1978. Hava soğuk, yuvanın önünde park edilmiş Anadol ‘station’ marka bir araca sahibi yaklaşır. Anahtarı ile aracın kapısını açar, içine binerken, biraz ileride köşede bekleyen iki kişi koşarak aracın yanına gelirler. Biri kalın bıyıklı, uzun boyludur; elinde tabanca ile yaklaşıp araçta bulunan genç adama altı el ateş eder ve oradan koşarak Kızılırmak Sokağın sonunda bulunan merdivenlerden aşağıya giderler. Yuvada oturan yöneticiler bu cinayeti an be an görürler. Araçta öldürülen genç adam, devletin kahraman savcısı Doğan Öz'dür. Seneler sonra, bir yaz günü deniz kenarında esmer, yüz hatlarından yıpranmış olduğu belli olan bir bayanla sohbet ettik eşimle. İsminin Sezen olduğunu söyleyen kadın, soyadını söyleyince irkildim. Sezen Öz, öldürülen Doğan Öz’ün eşiydi. Sohbet devam ettiği süreçte, rahmetli eşini kimlerin ve neden öldürdüğünü anlattı. Doğan Öz’ün, Ankara Cumhuriyet Başsavcı Yardımcılığı yaptığı 1970'li yıllarda, MHP’li Ülkü Ocakları üyesi gençlerin, irtibatlı olduğu Özel Harp Dairesi’ne bağlı bazı yasa dışı faaliyetlerin ve cinayet dosyalarının üzerine cesurca giden bir savcı olduğunu anlatmıştı Sezen Hanım. Bazı kişilerin Savcı Bey'e sorduğu "Hangi fraksiyona yakınsın?" sorusuna verdiği kalıp bir cevabı, “Sosyalizmin bütün renklerini seviyorum ama kendimi hiçbir fraksiyonda kabul etmiyorum,” diye belirtmişti Sezen Hanım. Suikastın yapıldığı tarihten kısa bir süre önce, hazırlamış olduğu ‘Kontrgerilla Raporu’nu, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e verdiği bilinir. Doğan Öz kıymetli bir vatan evladı idi. Cinayete kurban gitmesi, yine hukukçu olan eşini sarsmış; ancak çocukları Bengi, Turan ve Hakan’a hem anne hem de baba olmaya çalışan Sezen Hanım, çocuklarını yetiştiren, hak ve adalet arayan, azimli güçlü bir kadındı. Doğan Öz’ü öldüren İbrahim Çiftçi, suçunu itiraf eder. Yakalanıp yargılanır. Yargılanması sırasında verdiği ifadede şöyle bir cümlesi var: "Eski Ankara Ülkü Ocakları 2. Başkanı Hüseyin Demirel ve halen Muzaffer Üstünel adlı şahsı öldürmek suçundan gıyabı tutuklama müzekkeresi bulunan Hüseyin Kocabaş’ın verdiği talimatla öldürdüm. Tabancayı da Hüseyin Demirel verdi." Bu ifade mahkeme kayıtlarında bulunmakta. Katil İbrahim Çiftçi, 6 yıl 9 ay hapis yatar. İdam cezası ile yargılanan katil, ne oldu da 6 yıl 9 ay sonra tahliye oldu diye sorabilirsiniz. Ben de sizin gibi "Nasıl bir yargı?" diye sordum kendi kendime. Üstüne üstlük bu savcı katili İbrahim Çiftçi’nin, Ankara’dan MHP listelerinden milletvekili adayı olduğunu biliyor muydunuz? Gelin bu yapıda bir başka olayda paralellik arayalım. Benzer o kadar çok yönleri var ki, yakın tarihte yine aynı yapıdan verilen bir talimatla Sinan Ateş, eski dava arkadaşları tarafından azmettirilen bir tetikçi tarafından sokak ortasında öldürüldü. Yapıyı yönetenler değişmekte, ama yapı değişmemekte. Benzerliğe siz şaşırdınız mı? Ben hiç şaşırmadım, diye bir sözüm geldi söyledim; hem nalına hem mıhına.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|