|
DEVENİN BOYNUKategori: Nalına Mıhına | 0 Yorum | Yazan: Metin Atamer | 28 Haziran 2024 11:37:34 "Deveye sormuşlar boynun neden eğri” diye başlayan bir hikaye vardır, hatırlar mısınız? İşte tam burada düşünmekteyim: yanıtın ayrıntılarına bakarsanız, ayakları, hörgücü, tırnakları, kısacası her bir tarafı doğaya uyum sağlamak adına şekillenmiş bir hayvan: DEVE. Yazılı tarih kitaplarında, en eski kanunların Ur Kralı Ur-Nammu tarafından Sümer lisanı ile yazıldığı söylenir. Ur Krallığı’nda M.Ö. 2112 ile 2050 yılları arasında konulan bu kanunların uzun yıllar kullanıldığı, hatta Eşnunna kanun kitabının da M.Ö. 1930 yılında, İsin’li Lipit-İştar’ın kanun kitabının ise M.Ö. 1870 yıllarında Ur-Nammu’nun kanunlarına dayalı olarak yazıldığı söylenir.
Bu kanunların Mezopotamya’da bulunan krallıklara referans oluşturduğu da söylenmektedir. Hatta Babil Kralı Hammurabi’nin M.Ö. 1728-1686 yılları arasında, tanrının kendisine dikte ettirdiğini söylediği kanunlarını, Ur-Nammu’nun kanunlarından esinlendiği kaydedilmiştir. Arkeolog Jean Vincent Scheil’in 1901 yılında Elam’da bulduğu kitabe üzerindeki Hammurabi Kanunları, yaklaşık iki metre yükseklikte bir kaya üzerine çivi yazısı ile kazınmıştır. Bu tarihsel anıt bulunduğu yerden alınıp Fransa’daki LOUVRE Müzesi'ne götürülmüş ve orada sergilenmektedir. Bu kanunlarda neler var neler... Genelde ağır suçların ölüm cezası ile cezalandırılmasına yönelik olan bu kanunlardan anlaşılan, ölüm korkusu ile toplumun kurallara itaat etmesine uğraşılmış. Şunu çok iyi biliyoruz ki o tarihte kanun koyan da koyduğu kanunlara öncelikle kendisi itaat etmiş ve örnek olmuştur. Yazılı ilk kanunlardan bir örnek vermek gerekirse: ‘Bir kimse bir eve girilecek delik açarsa, o kimse deliğin önünde ölümle cezalandırılır ve oraya gömülür’ denmektedir. Burada görüldüğü gibi hırsızlık yapanın alacağı ceza ölümdür. Hatta “Bir evde yangın çıkar ve oraya yangını söndürmeye gelen kimse ev sahibinin malına göz gezdirip ev sahibinin malını alırsa, kendisi aynı ateşe atılır.” Hırsızlığın açıkça tek cezasının ölüm olduğunu görmekteyiz. Hammurabi kanunlarının 282 madde olduğu söylenir. Bu maddeler içinde 13. madde yoktur. Belki 13 rakamı, her inanışta olduğu gibi, uğursuz sayıldığından böyle bir maddenin konulmamış olduğuna inanmaktayım. Hammurabi kanunlarında evlilik ve miras hukuğunun da geniş bir şekilde işlendiğini görmekteyiz. Hatta iftira atmak üzerine konulmuş bir kanun maddesinde, bir kimseye iftira atan kişinin, onu ispat edemezse öldürüleceği söylenmektedir. Bir başka deyişle iftira etmek ağır bir suç olarak algılanmaktadır. Hammurabi kanunlarına baktığımızda, o dönemlerde hangi suçların işlendiğini ve bunların konulan ölüm cezaları ile önlenmek istendiğini açıkça görmekteyizr. Bazı konularda ise kısasa kısas diye adlandırdığımız türden cezalar da vardır. Bir kimse bir kimsenin gözüne zarar verirse, cezası onun gözüne de aynı zarar tatbik edilir cinstendir. Fakat cinayet, hırsızlık ve tacizin cezası yalnızca ölüm olarak yazılmıştır. Asurluların kanunları ise, Sümerlilerin kanunlarına benzemekle birlikte, Babillilerininkinden daha katıdır. Fakat yine de Hammurabi kanunlarının referans olarak alındığı, genelde aile üzerinde yoğunlaşan kanunlardır. Sümerlilerin aile birliğine yönelik ayrıca "Sümer Aile Kanunları" vardır. Hatta bu kanunların tabletlerle "Asur-bani-pal"’in Ninova şehir kütüphanesinde yapılan kazılarda elde edildiği bilinmektedir. Hatta Ptahhotep bildirileri, Şeriat kuralları ve Mozaik kanunlarının bile Hammurabi kanunlarından etkilendiği yazılmaktadır. Daha da ilerisinde bu kanunların Roma hukukuna rehber olduğu bile iddia edilir. Hititlerde ise kanunlar yüz yıllarca kullanılan, anlatılış bakımından "Eğer bu olay olursa şu ceza uygulanır" şekli ile tabletlere dökülmüştür. Bunların da Ur-Nammu’nun yazdırdığı kanunlara benzer olduğu söylenir. Hititler döneminde kimi zaman bu cezaların para ile ödenmesine imkan getirilmekteydi. Nereden bakarsanız bakın, her kanunu yapan uygarlık, bu kanunları en az iki yüz yıl kullanmış, uygulamış ve medeniyetlerin yıkılması ile kanunlar da ortadan kalkmıştır. Fakat bir başka medeniyet onu örnek alıp kendi yasalarını kurarak hüküm sürmüştür. Dört bin sene evvel koyulan kanunların, en az birkaç yüz yıl yürürlükte kaldığını ve uygulandığını günümüze kadar ulaşan tabletlerden anlamaktayız. Dört bin sene evvelini iyi anlamamız gerekir. Türkiye Cumhuriyetinin henüz 100. yılına eriştiği günümüzde, Anayasa, Eğitim Sistemi, Ceza Yasaları ve daha birçok yasa, kimileri keyfi olarak, kimileri ise uygulamayı yasal kılmak adına, birkaç kez değişikliğe uğradı. Hem de kişiye ait meşru olmayan konuları, meşru hale getirecek yasa değişiklikleri yapıldı. Mevcut iktidarın yönetimini devam ettirmeyi hedefleyen Anayasa ve diğer kanunlarda değişiklik yapılması için, aleni eylemleri çekinmeden yapmaları, ne kadar etik, bilmiyorum. Mevcut ANAYASAYA uymayan Beştepe ve yönetiminin, ‘yeni anayasa’ cümlesini telaffuz etmesini yadırgamaktayım. Tekrar işbaşına gelerek yasaları değiştirmeyi hedef tutmak, abesle iştigal değil midir? Hani deveye sormuşlar ‘boynun niye eğri’ diye, bir sözüm geldi söyledim, hem nalına hem mıhına.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|