|
ZiyafetKategori: Nalına Mıhına | 0 Yorum | Yazan: Metin Atamer | 28 Mayıs 2024 13:19:34 Yerel seçim diye konuşulanları hafife almamak gerektiğine inanmaktayım. Hani derler ya ‘Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır’ diye. Şimdi düşünüyorum da neden yoğurt demişler de başka bir yiyecek telaffuz etmemişler. Yoğurdun toplumda mutlaka bir değeri olması gerek. Değişik yörelerde, değişik tarihlerde yemek ritüellerine katılmıştım. Bir tarihte Sivas'ta bir düğün yemeğine katılmış, sofradan kalkmak için çok gayret etmiştim. Ancak bu gayretlerimden hiç sonuç alamamıştım. Her seferinde ‘Daha ikramlarımız bitmedi, çabalamayın, bırakmayız’ diye beni oturmak zorunda bırakmışlardı.
Bir seferinde İskenderun’da bir davete katılmıştım. Davette yörenin ileri gelenleri, belediye başkanı, ilçe jandarma komutanı, ceza mahkemesi hakimi, cumhuriyet savcısı ve hastanenin başhekimi de vardı. Bizim mevcudiyetimiz, özel davet edilmemizin ötesinde bir husus değildi. Yörenin ikram anlayışını biliyor ve saygı duyuyordum. Böyle yerlerde davete icabet edersiniz, ev sahibi müsaade etmezse kalkıp gidemezsiniz. O gün de aynı şekilde davette oturduğumuz masanın konumu itibariyle, kimseye görünmeden kaçışın mümkün olmadığını idrak ettiğimde, masa değiştirme lüksümüzün ihtimal dışı olduğuna da görmüştük. Davetin sonuna gelmemiz gece yarısından çok sonraya kalmıştı. O akşam neredeyse masaya yığılıp kalacaktım. Bir başka mecburi daveti Diyarbakır’da yaşamıştım. Şehrin merkezinde bulunan Demir Otel’de bir davete çağırılmıştık. Vali, belediye başkanı, cumhuriyet savcısı, birkaç avukat arkadaş, toplumsal meseleler üzerinde çok önemli bir toplantımız vardı. Toplantı sonrası yemeğe geçildi. Keşke yemeğe kalmasaydım. Hani derler ya, yörede çocukların adını bile İkram koyarlar diye. O kadar doğru bir anlatım. İkramların ardı arkası kesilmemişti o akşam. Gece yarısında ise yemek sonrası çorba ikram edileceğini öğrenince iplerim koptu. ‘Bu çorbayı mutlaka içmeniz gerekir’ dediler. Masaya ‘Habenisk’ çorbası konuldu. Küçük kaplarda sunulan bu çorbaya hayır diyemediğimizden, hazımsızlık çekerek sabaha kadar uyuyamadan oturduğumu hatırlarım. Bir seferinde Nusaybin’de bir davete götürmüşlerdi. Gitmeden evvel toplanılan yerde aşiretin adamlarının, anlamadığım bir dilde konuşmalarına pek anlam verememiştim. Ortalıkta bir telaş vardı, birileri bir yere gidiyor, aralarında kısık sesle konuşuyorlar, sanki ben anlayacakmışım gibi, bir bana bakıp, bir de yanındakilere bakmaktaydılar. Saatlere bakıldı, ‘vakit tamam, Metin bey siz öndeki araca binin’ dediler. Ben de aracın önüne kuruldum. Konvoy halinde yola koyulduk. Bir evin önüne geldik, herkes araçtan indi. Merdivenlerden çıktık, bir geniş salona kapıdan girince gözlerim etrafı taradı, bir sandalye aradım. Yoktu. Ancak bütün etrafa konulmuş bolca yastık vardı. Anlaşılan herkes yerde minderlere oturacak diye düşündüm. Bir öğle yemeği yenecek diye gelmiştik bu mekâna. Bir müddet sessizlik oldu, salon kapısı açıldı. İçeriye tepsilerle etli pideler, ayran bakraçları ve kupalar geldi. Oturduğumuz mekânın önüne yerleştirildi. Ben bir hareket bekledim, fakat herkesin bana baktığını görünce tepsideki bir pideye uzandım. Benim peşimden herkes almaya başladı. Bir kupa ayranı da önüme çektim. Yemeğim bitince etrafı incelemeye başladım. Hani size bakıldığını hissedersiniz ya, aynı hislere kapıldım. Salonda herkes yemek yemeyi bitirmişti, bir şeyler beklediklerini anladım. Yemeğe beni götüren Müfit kulağıma eğilip ‘Aga, sen bir konuşma yapıp yemeğe teşekkür edeceksen?’ dedi. ‘Olur’ dedim Müfit’e. Zor da olsa ayağa kalktım. Kısa bir konuşma yapıp, böyle güzel ve huzurlu bir sofraya davet ettiklerine, teşekkür ettim. Dostluk ve sevgi sofrasına sebep olanlara minnettar olduğumu söyleyip, bugünü hiç unutmayacağımı dile getirdim. Herkes kalktı, hep beraber salondan çıkmak için herkesin elini sıktım. Benimle beraber gelenler de aynı şekilde el sıkışarak salondan çıktık. Araçlara binerek Müfit’in işyerine geri döndük. Araçlardan indik, herkes geldi bana sarılarak teşekkür etti. Aslında benim onlara teşekkür etmem gerekirken, onların bana teşekkür etmelerine mana veremedim. Müfit hemen atıldı, ‘Aga, bu aşiretler arasında oluşan bir kavganın sulh yemeğiydi. Sen bu barışmaya vesile oldun, herkes silahlıydı. Barış olmasaydı silahlar çekilecekti, ancak seni ve konuşmanı herkes çok sevdi.’ Bu yemek benim hayatımda yediğim en ilginç yemekti. Yer sofrasında birçok kez yemek yediğim olmuştu, ancak böyle bir ortamda hiç yemek yememiştim. Monaco’da şehrin göbeğinde beş katlı bir yat görünümünde bina vardır. Hemen sahilde. Bilhassa Formula 1 Grand Prix oto yarışlarının en iyi seyredildiği bir mekân. Binanın üzerinde ‘Yacht Club de Monaco’ yazısı bulunmaktadır. Bu mekânın içinde mağazalar, lokantalar, okul ve ofisler bulunmakta. Bu kulübe girmek için üye olunması gerekir. Bunun da yüklü bir bedeli vardır. Ülkemde işsizlik oranı %9.8 seviyelerde, 16.8 milyon emekli açlık sınırında yaşarken, genç nesil yurdum insanının 3.3 milyonunun işsiz, yaşam mücadelesi vermekte olduğunu hepimiz görmekteyiz. Dul ve yetimlerin ise hayatları içler acısı. Açlık sınırının da altında nefes almaya çalışmaktalar. Ülkemde enflasyon tavan yaparken, Büyük Millet Meclisimizde 600 vekil, ne işe yaradıklarını bilmemekle beraber, yüklü maaşlarla donatılmış, halkın nasıl geçindiğini önemsemeden günlerini gün etmekteler. Bunların içinde İzmir’linin AKP Kadın Milletvekili Şebnem Bursalı’nın, bayram tatili için gittiği Monaco’da, Yat Kulübünde, lokantada yediği ıstakozu sosyal medyada, utanmadan toplumla paylaşmasını izlerken, insanlığımdan utandım. Hani iki aşiretin barışma yemeği misali hayatını ortaya koyarcasına bir pide mi yenir, yoksa Monaco’da lüks bir Yat Kulübünde millete göstere göstere ıstakoz mu yenir? Bunu bilemedim, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|