Ankara'nın başkent olarak yeni mahalleler ve yerleşim yerleri ile kuruluşu sırasında, Kurtuluş mahallesinin kuzeyinde, tren yolundan başlayarak Hamamönü olarak adlandırılan yere kadar olan yeni yerleşime, ERZURUM mahallesi denilirdi. Tren yolunun hemen üzerinde HACETTEPE adlı bir tepecik vardı ve Erzurum mahallesinin içinde kalırdı. Kanımca bir deprem sonrası Erzurum ve Erzincan’dan gelenler, bu yeni mahalleyi kurmuşlardı. Hacettepe evvelden Esentepe diye de tanımlanırdı. Hatta ağaçlarla kaplı olan bu tepenin tam ortasında, çocuk heykellerinin taşıdığı bir havuzlu fıskiye vardı. Etrafında oturup sıcak yaz günleri serinlediğimiz yerdi burası.
Daha sonra bu fıskiyeyi Tandoğan Meydanına kaldırdılar. Kurtuluş semtinden sonra, tren yolu üzerinde Hacettepe’de, Çocuk Sağlığı Enstitüsü olarak tek katlı, baraka tipli bir klinik açılmıştı Prof. Dr. İhsan Doğramacı tarafından. Bu kliniğin açılmasında Prof. Dr. Albert Eckstein büyük destek sağlamıştı.
Rahmetli babamın, 1953 yılında beni yatılı okula göndermeden önce sayın Dr. İhsan Doğramacı ve Dr. Eckstein’ın muayene etmesine başvurduğunu hatırlarım. Bu küçük Çocuk Sağlığı Enstitüsünde ciddi muayene olmuştum. Daha sonra burası 20 yataklı Hacettepe Çocuk Sağlığı Hastanesi oldu. İlerleyen yıllarda birçok bölüm açılmaya başlandı ve sonrasında bir üniversiteye dönüşmesini izledik.
Hacettepe Üniversitesi’nin, Erzurum mahallesinin büyük bir bölümüne yayılması kaçınılmaz olmuştu. Bu mahallede, çok yetenekli bir keman virtüözünün de çocukluk yılları geçmişti. Hatırlarsınız, değerli keman sanatçısı SUNA KAN da bu mahallede çocukluk yıllarını yaşadı. Ablamla aynı sınıftaydılar. Zaman içinde Hacettepe gelişirken, Esentepe’nin ortasındaki fıskiyeli havuz, yerinden sökülerek Tandoğan meydanına taşındı. Onun yerine bir taş anıt dikilmişti. Etrafındaki park yerine, hastanenin ihtiyacını gidermek için otopark yapıldı.
Taş anıtın üzerindeki yazılar önce dikkatimi çekmemişti ama sonradan bu sözlerin çok ciddi bir anlamı olduğunu düşünerek araştırma yaptım. Ancak bu anıtın daha sonra yerinden sökülerek üniversitenin Beytepe yerleşkesinin girişindeki yol ayrımının ortasına götürülüp dikilmesine üzülmüştüm. Ancak bu heykelin 2012 yılındaki rektör tarafından söktürülüp atılmasına ise kelimenin tam anlamıyla çok üzüldüm. Bu anıtın üzerindeki cümle, değerli bir ilahiyatçı ve felsefe düşünürü olan Thomas Aquinas’a aitti. 13. yüzyılda dile getirdiği felsefenin ana teması şuydu:
"Tek kitabı olan insan tehlikelidir ve az bilmek de tehlikelidir."Cümlenin tamamı ‘Timeo Hominem Unius Libri‘ doğrudan tercüme edilirse ‘Tek Kitaplı İnsandan Sakınırım’ anlamına gelir.
Bu cümle aslında çoğulcu düşüncenin simgesi olan üniversiteyi tanımlıyor. Üniversite, her şeyin incelendiği, araştırıldığı, sorgulandığı ve hiçbir şeyin ezbere kabul edilmediği, karşıt fikirlerin tartışıldığı ve konuşulduğu yer olarak tanımlanır.
Bilgeliğin suyunu ya derinden çekeceksin ya da hiç tadına bakmayacaksın. Sığ sular beyni zehirler, fakat derin sular onu yeniden temizler, derler.
Birkaç senedir ülkemin ekonomik olarak büyük sarsıntı geçirmesini üzülerek seyrederken, cahil insanların verdiği kararlara kerhen katlanmamızı, tarih nasıl tanımlayacak bilmiyorum.
Birileri tutturdu ortada NAS var diye. Evet, Kur'an'da 114. sure NAS suresidir. Ancak bu NAS suresini ‘Ekonomi’, ‘Faiz’ gibi kavramlara nasıl bağladılar, anlamakta güçlük çekmekteyim. Gelin bu sureyi beraber araştıralım.
Bu NAS suresi 6 ayetten oluşur:
"Cinlerden olsun, insanlardan olsun, insanların kalplerine vesvese sokan sinsi şeytanın şerrinden, insanların Rabbinden, insanların Malik ve Hakiminden, insanların Mâbuduna sığınırım." Bu surenin, cinlerden ve insanlardan gelen kötülüklerden korunmak için okunduğunu söylerler. Cinlerin faiz ve ekonomi ile alakasını bir bilen varsa çıksın ortaya. Ben de öğreneyim, cahil kalmak istemem.
Artık uluorta yerlerde anlamsız sözler söyleyenlere de inanmıyorum. 18 Ekim 2017'de Gezi Parkı olayları konusunda tutuklanan Osman Kavala için Lahey Adalet Divanının verdiği kararı tanımayan ülke yönetimimiz, Can Atalay için hak ihlali konusunda da Anayasa Mahkememizin kararını yok saydırmaya kalkan bir yargı sistemini zorlamakta.
Bu durum mevcutken, Güney Afrika'nın İsrail'in Filistinlilere soykırımı yaptığı konusunda Lahey Adalet Divanına yapmış olduğu suç duyurusuna, ülkemizin Saray yönetiminin belge göndermeye çalışmasına siz de şaşırmadınız mı?
Biliyorum, İsrail'e günde 8 gemi mal gönderen ülkemizi yönetenlerin davranışlarının, size Hayali Küçük Ali'yi çağrıştırmakta olduğunu diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.