Siz rahmetli annem ŞÜKRİYE’yi tanımadınız. Cumhuriyet’in ilk kadın öğretmenlerindendi annem. Bursa Muallim Mektebi mezunu olarak ilk görevinde Denizli Cumhuriyet İlkokuluna tayin edildi. Orada görev yaparken Saraçlar’dan Kamil, kendisini görüp, dest-i izdivacına talip oldu. Denizli’de evlendiler. Validemin nikahında ne annesi ne de babası bulunabilmişti. Daha sonra Ankara’da NAFIA VEKALETİNDE çalışmaya başladı Kamil bey. Ankara’da yeni kurulan KURTULUŞ mahallesinde bir eve yerleştiler. Evde ana-erkil düzen başladı.
Her ne kadar evde BABA figürü olsa da, evde annemin bazı katı kuralları geçerliydi. Her sabah erkenden kalkılırdı. Evimizde bir banyo olduğundan ilk kalkan sırayı kapardı. Banyonun karşısında mutfak vardı. Sabahleyin erkenden çay suyu konur, demlenmeye bırakılırdı. Sofranın kurulmasına herkes yardımcı olurdu, hatta küçük kardeşim de sandalyeleri masanın etrafına koyar, herkesten evvel masada yerini alırdı. Sofraya taze ekmek koymak için karşıdaki fırından ekmeği almak benim görevimdi.
Babam sofraya oturmadan kahvaltı başlamazdı. Annemin kurallarından bir tanesi de baba sofraya oturmadan, hiçbir yemeğin yenmemesiydi. Yemeği yapan annem, mutlaka sofrada yemeğin dağıtılmasını yapardı.
Her gün okula giderken, akşam eve zamanında gelmem tembih edilirdi. Akşam yemeği saat yedide yenirdi. Bu saati kaçıran için yemek sofrası tekrar kurulmazdı. Ya mutfakta birkaç lokma atıştırır, ya da aç kalırdı. Sofra kalktıktan sonra tekrar kurulması kaide dışında olduğu için sofraya geç kalmak demek, aç kalmak demekti. Evde daha bir çok kurallar manzumesi vardı ve bu kurallar genelde değişmezdi.
Hele evin eşyaları, yerlerini hiç terk etmezdi. Kanepenin yeri, masanın yeri, hatta büfenin içindeki bazı malzemelerin yeri hemen hemen hiç değişmez, aynı yerde bulunurdu. Seneler sonra bile yine aynı yerde dururlardı.
Yatılı okuduğum senelerde tatile eve geldiğimde, çekmeceleri bir bir açar bakardım. Dantelli peçeteler mutlaka yeşil kapaklı komodinin içinde bulunur, gümüş kaşıklar büfenin ilk çekmecesindeki yerini korurdu.
Evlendiğimde eşim bazı örtülerin yerini değiştirmeye kalktığında, annemden ciddi sözler dinlemişti. Her evin içinde bulunan sabit yasaları vardır ki, bunları değiştirmek doğru olmaz. Ben bunları ‘Annemin Yasası’ olarak adlandırırdım. Annemin yasaları herkes tarafından kabul gören bir kaideler zinciri olarak tanımlanırdı.
Ülkelerin değerli insanları tarafından hazırlanmış, iyidir veya değildir, zamana uygundur veya değildir, ama bir anayasamız vardır. Bu anayasa çok değerli, tarafsız, konunun uzmanları tarafından hazırlanmıştır. Yani herhangi bir partinin üyesi bir hukukçu tarafından değil, tamamıyla bağımsız bir hukuk kurulu tarafından hazırlanmış ve halk oyuna sunulmuş bir ANAYASA olarak bugün hala geçerlidir. Bunu beğenirsiniz veya beğenmezsiniz, bu bizim anayasamızdır. Şahsi menfaatlerinize uymayabilir bu anayasa. Ancak şahsi düşüncelerden çok, toplum menfaatlerine uygun olarak hazırlanır her yasa.
Neden iktidar partisi bir yeni ana yasa üzerinde israr etmekte, bunu anlamakta güçlük çekmekteyiz. Anayasa’nın 101. maddesinin ilk fıkrasında belirtilen Cumhurbaşkanının tahsil durumunu değiştirmek için yeni anayasa yapılması gerekmez.
Bir de, mevcudiyeti çok önemli bir madde vardır Anayasa’da; MADDE 138; Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar, Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.
İktidar partisinin siyasi kanadındaki hukukçuların ortaya koyacağı bir revize anayasayı halka kabul ettirmek, buna halkı zorlamak, anlaşılması güç bir denklem.
Giyim ve kuşam bir gereksinmedir, ama bu gereksinme bir aşireti, bir ideolojiyi, bir tarikatı, bir cemaati temsil ediyorsa, bunun kabul edilmez bir durum olduğuna inanmaktayım. Mustafa Kemal Atatürk’ün GENÇ TÜRKİYE CUMHURİYETİ için hazırlattığı ‘ANNE YASALARI‘ tek tek yıkmayı hedef almak, ülkeyi meçhule doğru bir yere yönlendirmek abestir. Kılık kıyafetin neden mecburi kılındığını bir düşünün, sarıklı, takkeli ve serpuşlu insanların devlet dairelerinde dolaştığını, üniversitelerin bahçelerinde poturlu çocukların top oynadığınıı hiç düşündünüz mü?
Büyükada'da bir Suudi Arabistanlı ailenin meydandaki saatin altında resim çektirmesini hayretle izledim. Adam kısa kollu gömlekli, 6 çocuk etrafında, Kadın siyah BURKA çarşaf altında, göz hizası siyah tülle kaplı, yani ne el, ne ayak ne de gözü görünmeyen siyah çarşaflı bir siluetle Büyükada hatıra resmi. Türkiye'nin çekilmekte olduğu hedef, işte burası demek istiyorum.
Validem Cumhuriyet döneminin ilk öğretmenlerindendi, dindardı ve beş vakit namazını kılardı. Teni güneşe hassastı, bu nedenle uzun kollu giyinirdi ve baş örtüsünü yalnız güneşli zamanlarda dışarıda kullanırdı. Okulda hiç baş örtüsü kullanmazdı. Bugün yaşasaydı annem, bizim gördüklerimize ve şahit olduklarımıza inanmak istemeyerek evdeki kendi ANNE YASASI'na daha sıkı sarılırdı diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.