|
|
Ya Medyanın Ürettiği Binlerce Sayfa Pislik?Kategori: Ayorum Güncel | 1 Yorum | Yazan: Neslihan Acu | 30 Mayıs 2008 19:17:55 Şimdi de "öğretmen imama yenildi mi yenilmedi mi?" tartışması başlatıldı. Prof. Mardin'in geçen Cuma SORAR'ın düzenlediği konferansta söylediklerini dikkatle okudum. Sırf onun söylediklerini değil, yorumları da okudum. Yine de Sayın Mardin'in ve yorumcularının söylediklerini tam olarak kavrayabilmiş değilim.
Prof. Mardin, Osmanlıdaki klasik mahalle yerine Cumhuriyet tarafından modern belediyelerin konduğunu söylüyor. “İlkinde cami, imam, tekke, esnaf var, ikincisinde ise öğretmen, okul, ders kitapları. Ama 1950’den itibaren öğretmen bu rekabette geride kalmış, “doğruyu, iyiyi, güzeli” eski sistem kadar iyi gösterememiş. Cumhuriyet inşa edilirken bu “iyi, doğru, güzel”e ilişkin derin bir tanım ortaya konulamamış.” Sayın Mardin’in sözlerini Ruşen Çakır şöyle yorumluyor: “Sorun Türkiye’deki Kemalist projenin zaaflarından (ve de sığlığından) kaynaklanıyor. Türkiye’de gençler liselerden hiçbir şey öğrenemeden mezun oluyorlar, oysa Batı’da “iyi, güzel ve doğru” için binlerce sayfa üretilmiş. Yani laiklikte değil ama onu savunanların stratejilerinde problem var.” Şimdi sayın okur, ben son dört gündür bu afili cümlelere bakıyor, bakıyor ve derin derin düşünüyorum. Şunu düşünüyorum: Nasıl olabilir de böyle bir konuda “medya”nın etkileri görmezden gelinebilir? (Neyse ki Haluk Şahin bugün bu konuyu ele almış, çok iyi bir yazısı var Radikal’de) Medya binlerce sayfa kötülük, ahlaksızlık, çirkinlik üretirken, “iyi, güzel ve doğru” hakkında bir şeyler üretebilmek kolay mı sanıyorsunuz? Ha şimdi diyeceksiniz ki, bu iş 90’lardan sonrasını bağlar. Ya öncesi? Güzel. Ben de bu soruyu sormanızı bekliyordum zaten. 90’lardan önce durum böyle değildi ki! 80’lerin başları geçiş dönemi oldu ve memleket son yirmi yıldır bu denli çirkefe battı. Öncesinde iyi ve kötü birbirini estek köstek dengeliyordu. Medya (ve arkasındaki güçler) batırdı her şeyi. Sayın Mardin’in o mahalle baskısı dediği şey, Medya baskısı aslında. Öyle olmalı. Çünkü bildiğimiz anlamıyla mahalle yok ki artık. Birbiriyle dayanışma, fikir alışverişi, sosyal ilişkiler içinde olan insanlar yok... Televizyon seyreden insanlar var sadece. Geçen yaz yazdığım bir yazıda söylediğim gibi, ülkenin kendisi olmuş bir koca mahalle. Muhtarı ise, Medya! Onun tarafından çekilip çevriliyor, kontrol altında tutuluyor, denetleniyor, vs vs. Aslında, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren genel tabloya şöyle bir bakarsak memlekette neyin ne olduğu gayet güzel ortada. Cumhuriyetin ilk yıllarında büyük bir eğitim seferberliği başlatılıyor. Kolay bir iş değil bu. Büyük bir savaştan çıkılmış, ülke yoksul. Ama eğitimin en önemli proje olduğunun bilincinde olan idealist insanlar var o günlerin yönetiminde. 1932’de Halkevleri kuruluyor. İlk sivil toplum hareketi… 1940’da Köy Enstitüleri açılıyor. Burada ezberci değil yaratıcı bir eğitim sisteminden geçirilen yetenekli köy çocuklarının köy okullarında öğretmenlik yapması hedefleniyor. Çok iyi bir proje... Ama bu projeler yürümüyor doğal olarak. Çünkü deli dayı ABD, 2. Dünya Savaşı sonrası dünyanın hakimi olma hevesine kapılınca, dünyanın muhtelif üçüncü dünya ülkelerini, komünist (ve de dinsiz) rakip Rusya’ya karşı örgütlemeye başlıyor. Muhtelif parasal yardımlarla... Halkevleri 51’de, Enstitüler 54’de kapatılıyor (gerici baskılar sonucu), komünistlere göz açtırılmayan bir dönem yaşanıyor ülkede. Yine 50’lerden itibaren, ülkenin önde gelen ailelerin çocukları ABD’lerde okutuluyor, felan falan. Ki bunlar şimdiki entelejansiyamızın belkemiğini oluşturacaklardır. Şimdi size soruyorum… Bu olanları Kemalist projenin sığlığına (!) bağlamak ne iştir? Siyasetçi tayfası satılmış ise Kemalist proje ne yapsın? Yine de 70’lere 80’lere kadar ülke iyi kötü idare ediyor, eğitim anlamında. Yani nedir, cehalet o kadar azgınlaşmamıştır, eğitim sistemi bu kadar bozulmamıştır, idealler henüz bu kadar yitirilmemiştir… 40 yaş üstü olanlar kendi ilkokul, lise yıllarına baktıkları zaman bu durumu görüyorlardır zaten. Pırıl pırıl Türkçe konuşan idealist öğretmenler hala vardı o yıllarda, felsefeydi ahlaktı mantık dersiydi, yapıyorduk bir şeyler. Tartışıyorduk, gruplar kurup fikirleri çarpıştırıyorduk, kompozisyonlar yazıyorduk. Yaratıcı değilse de, insan ruhunu tümüyle öldürmeyen bir sistemdi. Halkevleri başka bir statüde yine kurulmuştu. Mahallenin çocukları şimdiki gibi internet kafelerde beyin çürütmüyor, gidip tiyatro falan çalışıyorlar, kitap okuyorlardı. 80 darbesiyle her şey bitti. Sol adına, ilerici düşünce adına ne varsa silindi süpürüldü. Sonra “çok kanallı pislik” dönemine girildi. Dershane mafyası oluştu. Bugün 5 yaşındaki bebesini bile sınav stresine sokan adinin adisi bir eğitim paçozluğu var bu ülkede. 14 yaşındaki çocukların saçları dökülüyor stresten. Bu boktan eğitim sistemini sadece seyreden, hiçbir halt yapmayan, bu dershane terörünü sonlandırmak için fikir üretmeyen, çözüm yaratmayan ne kadar akademisyen, düşünür, taşınır, kaşınır insan varsa buradan olanca saygısızlıklarımı iletiyorum kendilerine! Sizin gibi akademisyen olacağıma, taş ocağında taş kırıcı olurum daha iyi! Evet, öğretmenin imama yenildiği, çok basit bir matematik hesabıyla bile ortada, onu hiç tartışmıyoruz. Örneğin rasgele bir kasabada 5 camiye karşı 0 okul düşüyor. Küçük bir şehirde, 30 camiye karşı 2 okul… Ve fakat, sorulması gereken soru şu sayın akademisyen, sayın entelektüel: Memlekette eğitim sistemi böyle oyulurken sen neredeydin? Kimlerleydin? Neden iyiyi, güzeli, doğruyu üretmek için çabalamıyordun? Şimdi neden ortaya çıkıp da Kemalist sisteme çamur sıçratıyorsun? Bin kafalı televizyon, mahalle karılarını başımıza psikolog yapmışken neredeydin peki? Var mıydın? Hiç olmuş muydun?
Yorumlardeniz
{ 30 Mayıs 2008 22:09:51 }
soruna soyle bir yanit verebilir miyim sevgili neslihan,
Diğer Sayfalar: 1. siyasetcinin satilmisi oldugu gibi, medyanin, entellektuelin, sanatcinin ve oyle ki halkin da satilmisi oluyor. korkmusu, sinmisi, kendi cikari pesine dusmusu, aymazi, uyur gezeri oluyor. digerlerine de depresyon ilaclari yaziyorlar.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|