|
|
Benim TelevizyonlarımKategori: Ayorum Güncel | 0 Yorum | Yazan: Neslihan Acu | 26 Mayıs 2008 09:21:27 Hasan Bülent Kahraman iki gündür "medya" ile ilgili çok enteresan yazılar yazıyor. Dünkü yazısında "kötülüğün sıradanlaşması ve hayatın magazinleşmesi" konusunu ele almıştı. Bugünkü yazısında ise "iyinin, bizzat aydınlar tarafından nasıl kötüleştirildiğini" anlatıyor. "Medya katili aydınlar" başlıklı yazısında.
Kahraman, NTV’deki “Yorum Farkı”nı örnek olarak getiriyor. Yazılardaki genel fikirlerine katılmakla birlikte, bu örneği hiç de yerinde bulmadığımı belirtmeliyim. “Yorum Farkı” konsept olarak iyi düşünülmüş bir programdı. Ve Mehmet Barlas ile Emre Kongar arasındaki uyum çok iyiydi. Cengiz Çandar geldikten sonra giderek sertleşen ortam, programın formatının yanlış olduğunu düşündürtmemeli. Sadece kişiler arasındaki uyum sorgulanmalı bence. Gönlüm bu programın “uygun kişiyle” devam etmesinden yana. “Medya katili aydınlar” konusunda “yorum farkı” programına gelene dek, ohoooo, söylenebilecek o kadar çok şey var ki. Şunu da unutmamalı… Televizyonlar eğlence, dizi, reality şov ağalarınca parsellendiği için, “medya katili aydınlar” mesleklerini daha çok gazetelerde icra ettiler. Yıllarca ve yıllarca “popüler kültür figürlerinin” kritiklerini yapan, çok lazımmış gibi sütunlar dolusu sosyolojik ve psikolojik açıklamalar döktüren “aydın”ları unutmadık. Zaten o yazılardaki tek amaç kendilerini parlatmaktı. Uğruna o kadar yazılar döktürülen o BBG evi yıldızları, o Popstarlar, vesaireler nerede şimdi? Kullanıldılar kullanıldılar, atıldılar bir tarafa. Bizim aydınlar kadar ikiyüzlüsü, sahtekarı hakikaten az bulunur. Bakın, ikiyüzlülükleri öyle boyutlarda ki, “kültürden, eğitimden, klasik müzikten, tiyatrodan” bahseden herkesi “seçkinci, elit” ilan ediyorlar. Neden? Çünkü halk “bu tür güzelliklerden” anlamaz diye düşünüyorlar içten içe de, ondan! Bu tür güzellikler sadece onların tekelinde olmalıdır, işte o kadar! Onlara göre, halka halkın anlayacağı şeyleri (!) vermek gerekir. Yani daya magazini, daya arabeski, daya lümpen, maganda kültürünü! Çünkü halk bunlardan anlarmış-mış!! . Asıl kim seçkinci, anlıyorsunuz siz tabii… Medya, bu işbirlikçi aydınlar sayesinde, yıllardır hayatlarımızın içine etti. Magazinin bok tarlalarında burnumuza kadar pisliğe batmış vaziyette yaşamaya zorladılar hepimizi. Kafasını pisliğin üstünde tutup nefes alabilenlerin sayısı çok az. Nüfusun geneli telef oldu gitti, magazin zehirlenmesi ve oksijensizlikten. Fuhuş, çetecilik vs bu ülkede bu kadar sıradanlaştıysa, nedenlerini buralarda arayın. Peki bu aydınlar gerçekten “kötü” kişiler oldukları için mi böyle davranıyorlar? Hayır. Empati geliştiremedikleri, “sıradan insan” gibi yaşamanın ne demek olduğunu asla bilmedikleri ve öğrenemeyecekleri için böyleler. Seçkin ailelerin evlatları olarak doğmuşlar, Amerikan ya da İngiliz okullarında okumuşlar, gençliklerinde tüm dünyayı dolaşmışlar ama dünyayı ve ülkelerini “bir İngiliz’in ya da bir Amerikalının” gözüyle görebilmişler ancak. Mahalle kültürü televizyonlar aracılığıyla patlama yaptığında bu aydınlar lunaparkta pamuk helva yiyen çocuklar kadar mutlu olmuşlardı. Çünkü mahalle yaşamlarını bilmiyorlardı. Kendileri için gayet yeni bir konu olan bu “mahalle kültürü” olayını yıllarca sosyolojik ve psikolojik olarak incik cıncık incelediler, kuramlar (!) geliştirdiler. Ahhh Ulu Manitu… Bu zavallı halka yıllarca zorla “kültür” zırvaları dayatılmış, çocuklara zorla tiyatro seyrettirilmiş, ciddiyet aşılanmıştı. Neydi o kasvet! Oysa işte artık memleket çok kanallı televizyonlar sayesinde rengarenk bir panayır yerine dönmüştü. Herkes deli gibi bağrışıyor, tepiniyor, kahkahalar atıyordu. Yaşasındı sululuk! Yaşamak buydu birader! Öyle değil miydi yani? Maalesef değildi. Ama bir üçüncü dünya entelinin bu durumu anlaması da mümkün değildi. Tüm o şenlik ateşlerinin, tüm o panayır çığırtkanlarının gürültüleri arasında memleket günden güne borç batağına saplanıyor, üretim sıfırlanıyor, geleceklerimiz elimizden çalınıyordu. Ama medyada daima yapacakları bir iş garantisi olan, aileden kalma evlerinde tuzları kuru bir şekilde yaşayan, kemer sıkmaktan anladığı “barlara kafelere haftada bir gün eksik gitmek” entel kişiler bu acı gerçekleri içlerinde hissedemiyorlardı. Bu vampirler sofrasında, namuslu çalışarak ancak kazanabildiği 520 YTL’lik maaşı ile tek çocuklu ailesini geçindirmeye çalışan (misal) genç bir adamın çektiği sıkıntıların resmini kim yapacaktı da (ne Nazım vardı bu dünyada, ne de Abidin artık), taşlaşmış kalpleri az biraz yumuşatacaktı? Ben çocukken televizyon yoktu. Radyoda tiyatro dinlerdim ayıla bayıla. Sonra, 70’lerde televizyon girdi evimize. Tek kanallı ve siyah beyaz... Sık sık düşünürüm, İsmail Cem bir dönem TRT’nin başında olmasaydı ve ben o dönem genç olmasaydım, ben bugünkü ben olabilir miydim diye? Boğaziçi üniversitesinin kırmızı tuğlalı binalarına aşık olup da ben bu okulda okuyacağım diye tutturmadan önceki hayatımda ne öğrendiysem bir kitaplardan, bir de tek kanallı siyah beyaz televizyondan öğrendim ben. Arabesk müziğe ve her türlü şaklabanlığa kapalıydı o günlerde ekranlar. Oh ne iyiydi! Bu kadar da açık söylüyorum işte. Benim gibiler eğlence programı deyince Orhan Boran’ı hatırlıyor saygıyla. Sunucu deyince Halit Kıvanç’ı. İlk klasik müzik konserini televizyonda seyrettim. Bu dünyada çok başka ülkelerin, çok farklı yaşam tarzlarının olduğunu da o yılların yabancı dizilerinden öğrendim. Neresinden baksanız, senaryolarında bir güzellik, bir özellik olan dizilerdi bunlar. Yıllar önce Komiser Kolombo’yu seyrederek ve oradaki esrarengiz cinayeti çözme konusunda Kolombo ile birlikte kafa patlatarak zihin egzersizi yapan annem, teyzem, halam, komşu teyze vs, bugün aptal salak töre, namus dizilerinin bağımlısı olduysa ben bunun suçunu onlarda aramam, bu saçmalıkları her Allahın günü onların üstüne kamyon kamyon dökenlerde ararım. Ben bu anlamda bugün NTV gibi bir kanalı öpüp başıma koyarım. CNBC-e, Discovery, National Geographic gibi kanalları da bünyesinde barındıran Doğuş Gurubu gibi birkaç gurup daha olsaydı bu ülkede, işler çok farklı olurdu. Bu saatten sonra tek kanallı televizyona dönemeyeceğimize göre, bu pisliği temizlemek için yapılacak en mantıklı şey ne? Kaliteyi yükseltmek. Abuk sabuk programları, dizileri filmleri kritik edeceğine, oturup daha iyilerini, çok iyilerini yaparsın, insanlara alternatif sunarsın. Doğuş Gurubu o anlamda, şu anda medyanın yüz akı. Rating kaygısı gütmeksizin yayınladığı belgesellerle, kaliteli sanat programlarıyla, tartışma programlarıyla… Öte yandan, “Aaa bu ülke de battı yani iyice, cehalet diz boyu” falan diyip yalancıktan modernite numaraları çeken, bu arada ratingleri ölçüp biçip deli gibi paralar kazanan herkes (yapımcısıyla, enteliyle danteliyle, anchorman’iyle) bu tablonun karanlık tarafında yer alıyor. Bu da acı gerçek yani.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|