Yıllar önce İran Şahı Rıza Pehlevi, ülkesinde meydana gelen ayaklanmaların ardından İran'ı terk edip önce Mısır'a, oradan da Fas'a geçti. Daha sonra Bahama Adaları'na geçerek orada bir süre yaşadı. Buradan da Meksika'ya geçen Rıza Şah Pehlevi, 2000 yıllık bir mazisi olan ülkeyi hastalığı nedeniyle terk ederek tedavi amacıyla Amerika'ya gitti. Tahran'daki Amerikan Büyükelçiliği halk tarafından istila edilip, Rıza Şah Pehlevi'nin iadesi istenince Amerika ile İran arasındaki ilişkiler kopmuş oldu. 1 Şubat 1979 tarihinde iki ülkede eğitilen, Molla'ların desteklediği kurtarıcı figür, Ayetullah Humeyni, Tahran'a Devlet Başkanı olarak büyük bir coşkuyla geri döndü.
Büyük petrol, doğal gaz, altın ve uranyum rezervleri bulunan bu ülkede, Şahlık döneminde Rıza Pehlevi'nin üretimden payı tek başına alması üzerine kurulan bir düzen vardı. Mollalar ülkeyi yönetmeye başladığında petrol üretiminin geliri, Mollalardan oluşan bir grup tarafından paylaşılmaya başladı, bu da ülkede milli gelirin fert başına düşen payında büyük bir düşüşe neden oldu.
Tabii ki, Şah zamanında kişiyi doyuran petrol geliri, Molla grubunda paylaşıldığında kişi başına düşen pay azaldı.
Bilir misiniz bilmiyorum, "Haşhaş" kelimesi İran'da bilinen bir kelimedir. Aslında Arapça'da kuru ot veya hayvan yemi olarak algılanır. Sonraları bu kelime Hint keneviri ile özdeşleşip, uyuşturucu anlamında kullanıldı. Marko Polo'nun seyahatnamesinde anlatılan cennet bahçelerini bulmak için kullanılan "HAŞHAŞ" işte budur. Şah zamanında halkın uyuşturucu kullanımı devlet tarafından hoş görülüyordu. Halkı uyuşturarak düzenin sorunsuz devamını sağlamak amaçlandı.
Aslında İslam dinindeki ilk kırılma, peygamber Muhammed'in ölümü ile başladı. Dini lider ve siyasi liderlerin kimler olacağı konusunda belirsizlik, Şiilik ve Sünnilik mezheplerinin ortaya çıkmasına neden oldu. Arap aristokrasisi Sünnilik temsilcisi olarak iktidar olunca, Arap olmayan muhalif Müslümanları da Şiilik temsil etmeye başladı.
765 yılında çok ilginç bir olay yaşandı. Hz. Muhammed'in 632'de ölümünden sonra, Şii toplumu temsil eden Cafer Es-Sadık 765 yılında vefat etti. Onun ölümünden sonra, ana akım Şii grup, küçük oğlu Musa Kazım'ı yedinci imam olarak kabul etti. Ancak bu olaya karşı olan üç grup, Cafer'in büyük oğlu İsmail bin Cafer el Mübarek'i yedinci imam olarak ilan etti. Tarikatlar, İsmailik mezhebi ile temeli atılan Fatımî Devleti'nde, dinsel bir hizipleşme sonucunda ortaya çıktı. Fatımi Halifesi kim olursa olsun, eğer oğlu bir den fazla ise, bu tarikatın bölünmesi kaçınılmaz olmuştu. El-Amir'in yerine halife olan kuzeni on birinci Fatımi Halifesi El-Hafız li-Din-Allah'ın halifeliğini tanımayarak, El-Amir bi’AhKamili-Lah'ın yeni doğmuş oğlu Et-Tayyib Ebu-i Kasım'ın halife olması gerektiğini savunmuşlardı.
Böylece TAYYİB’iyye dalını oluşturarak Davudî İsmaillilik’ten türeyen ve Bohralar adı verilen tasavvufi düzen içinde günümüze kadar gelmişlerdir. Selahaddin Eyyübi tarafından yıkılan Fatımî Devleti ortadan kalktı ama tarikat ve cemaatlerin faaliyetleri sona ermeden günümüze kadar aynı felsefe ile bölünerek büyümeye devam ettiler.
Fatımî'den sonra ortaya çıkan iki koldan biri Nizariliğin temsilcisi olan Haşhaşiler önce İran, daha sonra Suriye'de mekan buldu ve günümüzde hala devam etmekte. Nizarilik kolu ise bugün Ağa Han tarafından temsil edilmektedir.
Osmanlı hükümdarı Yavuz Sultan Selim, 1516'da Mercidabık'ta Memluk ordusunu yendikten sonra Şam, Halep, Kudüs, Hama, Humus'la başlayan fetih zinciri Mısır'a kadar devam etti. İstanbul'a geri dönerken Şam'da yerleşmiş bulunan tarikatlar, cemaatler, tekke ve zaviyeler Padişah’tan İstanbul'da birer dergah açmak için izin dilediler. Koskoca Osmanlı Devleti için bu pek önemsenmedi ve Padişah izin verdi.
İşte bu, Osmanlı'da sonun başlangıcı oldu. Tophane, Fatih ve Üsküdar civarında konuşlanmış bu cemaatler ve tarikatlar, Osmanlı Devleti'nin içini oymaya başladılar. Nazırlara hatta padişahlara bile hükmetmeye başladılar ve Osmanlı çöktü.
İşte bu nedenle büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün, 1923'te Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kurduktan hemen sonra Büyük Millet Meclisinde tesis ettiği kanunların başında, öncelikle 3 Mart 1924 senesinde çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu gelir. Atatürk’ün, bu Öğretim Birliği kanunu ile bütün öğretim kurumlarını bir merkezden kontrol etmenin gerekliliğini, daha Cumhuriyet'in kurulmasından önce tasarladığına inanıyorum.
Ne büyük bir insan ATA Rahmetlik! ATAMIZIN dehasını, ne kadar ileriyi görebilen bir LİDER olduğunu, din adı altında faaliyet gösteren Kuran kurslarında çocuklara yapılan tacizleri, kız evlatların henüz çocuk yaşta okutulmayıp evlendirilmeye çalışılmasını izlediğimiz bu günlerde daha da fazla anlamaktayız diye bir sözüm geldi, söyledim hem nalına hem mıhına.