Son birkaç yıldır ülkemizin etkili bir şekilde yönetilmediğine inanarak, ülkemizin siyasi süreci hakkında düşünürlerin, özellikle gazetecilerin söyleşilerini dinlemeye başladım. Ancak, bazı gazetecilerin ideolojik yaklaşımlarından rahatsızlık duyduğumu da belirtmek isterim. Gazetecilik mesleği tarafsız bir şekilde icra edilmesi gereken bir meslektir. Doğruyu görmek zorunda olmaktır, gazetecilik. Tanışma fırsatı bulduğum gazetecilerden bazıları şunlardır: Cumhuriyet gazetesinden Burhan Felek, İlhan Selçuk, Ali İhsan Göğüş ve Nadir Nadi. Ayrıca, Pako'nun sahibi olan rahmetli Bekir Coşkun'u da büyük saygıyla anıyorum.
Tanıdığım diğer birçok gazeteciye burada yer vermek mümkün değil, ancak Mete Akyol'u da unutmadan geçemem. Mete Akyol, eski okul arkadaşım olup, onun gazetecilik kariyerine ve yazılarına her zaman saygı göstermişimdir.
Ayrıca, Başkent Üniversitesi'nin aylık yayını olan "BÜTÜN DÜNYA" adlı dergi türü yayının Türkiye'ye sevdiren isim Mete Akyol'dur.
Diğer bir büyüğüm, Dr. Engin Ünsal, Aydınlık Gazetesi ve Cumhuriyet gazetesindeki makaleleriyle toplumsal meseleleri siyasi bir bakış açısıyla değerlendirmesine saygım sonsuzdur.
Bu değerler, hayatta olsalar da olmasalar da, gazetecilik tutumları birer anıt gibi durmaktadır. Bugün böyle sembol insanları bulmak neredeyse imkansızdır. Toplum artık maddi değerlere, gerçeklerden daha fazla inanmaktadır. Birçok kişi beyazı parayla siyaha çevirebilecekleri yeteneklerini kullanmaktalar. İstenilen algıyı oluşturmak için gerçekleri saptırırlar, eğitimsiz, kültürsüz ve düşük zeka seviyeli insanları yönlendirmeye çalışırlar. Bu tabii ki bir yetenektir ve bu yetenekten para kazanmak onların hakkıdır. Ama sonuçta, kaybeden toplumun yanında birkaç söz sahibi kazanır.
Aslında, yaptıkları işi sevmektedirler. İnsanları kandırmak için yalan söylemek bir meslek gibi görünmektedir. Toplum içinde kabul edilebilir pembe yalanlar vardır. Bu pembe yalanlar, kimseyi incitmez, aksine birçok mutsuzluğun önüne geçebilir. Aile birliğini korumak için pembe yalan söylemek bir mahzur teşkil etmez. Çocukken, anne ve babamıza yalan söylediğimiz olurdu. Onlar gerçeği bilirlerdi, ancak bizim yüzümüze vurmazlardı. Sonrasında, iyi ki yalan söylemişiz, derdik.
Televizyon kanallarında farklı günlerde farklı konularda tartışma programları düzenlenmektedir. Sunucular farklı, konular farklı, ancak konuşmacılar genellikle aynı. Her konuda uzman olmak mümkün değildir, herkesin her konuda fikri olabilir, ancak tartışma yapmak için yeterli bilgiye sahip olmak gereklidir.
Sizin aklınız alıyor mu: Bir kişi var, biz onu HBB olarak tanımlayalım, her konuda, her açık oturumda tartışmaya katılabilmekte. Bir insan bir veya iki konuda uzmandır ve o konuyu savunur ve bilgisine konuşmasına değer verirsiniz. Her konuda konuşan adama ne denir bilmiyorum.
Hepinizin bildiği bu adamı seyrediyoruz ekranlarda hergün. Üniversiteden sosyal bilimler bölümünü bitirmiş, doçentliği sonrasında Uluslararası ilişkiler konusunda yaptığı çalışma ile profesörlük unvanını almış.
Ekranda sağlık konusu tartışılıyor, HBB diye tanıdığımız kişi, oturumda tartışmacı koltuğunda. İstanbul’a bir ikinci kanal yapılsın mı yapılmasın mı konusu tartışılıyor. Bir bakıyorsunuz, HBB yine konuşmacı koltuğunda ahkam kesmekte. Türkiye’nin uzaya hangi yıl gidip uzayda ne yapması gerektiği üzerinde bir tartışma geliyor ekrana. Bir bakıyorsunuz yine aynı HBB sandalyede konuşmacı. Deniz Hukuku ve Montrö konusunun tartışılmaya başlandığı oturumda, sandalyenin üzerindeki yüz aynı yüz, HBB.
Bizim HBB diye adlandırdığımız profesör arkadaş, her tartışma konusunun içinde, hem de boylu boyunca.
Bu panellerde yine değişmeyen bir yüz daha var, biraz yuvarlak yüzlü kendini gazeteci olarak tanıtır. Onu da aynı kategori içine almamız gerek. Her ne kadar üniversite tahsili olmasa da, konuyla ilgili eline bir not verip, sandalyeye oturturlar. Stüdyonun görünmeyen bir köşesinde birkaç akıllı bilgisayar kullanıcı eleman, gazeteciye stüdyo içinde, her konu hakkında, elindeki telefona ne söylemesi gerektiğini suflör olarak iletir. Kimi bilgiler doğrudur, kimileri ise tartışılır. Kendisini gazeteci olarak tanıtır ancak, gazetecilik meslek okuluna bile gitmemiş alaylı gazeteci de, eğer yeterince bilgi birikimi yoksa, torbadaki ile yetinir.
Ekrandaki tartışma programlarını artık insanlar seyretmemekte. O kadar bıktılar ki, tartışılan konuların bir neticesi olmayınca, tartışmanın gereği kalmamakta. Ben artık hiç bu programlara bakmamaktayım. Kimi zaman, yüzünü görmeye tahammül bile edemediğim insanlar çıkınca ekrana, kanal değiştirmekteyim. Bu arada rastladığım tartışma programlarında yüzler aynı yüzler, konular ise çirkin siyaset, ve cümleler hep beş tepeden verilen kalıp sözlerle toplumda algı yaratılmaya çalışılmakta, tıpkı Adolf Hitler’in en güvendiği propaganda başkanı Joseph Geobbels’in kullandığı algı taktiklerini anımsatmakta, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.