|
ÖNCE MULLAKategori: Nalına Mıhına | 0 Yorum | Yazan: Metin Atamer | 09 Haziran 2023 20:03:48 Bir konuyu itiraf etmeliyim, okuma alışkanlığımı ilkokulda değil, yatılı okula gittiğimde kazandım. Okulumuzda muhteşem bir kütüphane vardı. İlk okuduğum kitapları pek hatırlamıyorum, ancak Alice Geer Kelsey'nin yazdığı "Önce Mulla" adlı kitabı okurken büyük keyif aldım. Bu kitap, gerçekte yaşayıp yaşamadığını bilmediğimiz efsanevi bir insanın hikayelerini içeriyordu ve bana Akşehir'de yaşadığına inanılan Nasreddin Hoca'yı anımsatmıştı.. Hatta Azerbaycan'da, Molla Nasreddin adıyla aynı hikayelerle anılır.
Nasreddin Hoca, ters bindiği eşeğiyle birçok hikayede konu olur. Beyşehir Gölü'ne maya çalmasıyla bilinir ve her yıl sembolik olarak göle yoğurt mayası çalınması etkinliğiyle kutlanır. Bir hikayede Hocanın, gölün kenarında kaşıkla göle yoğurt çalmaya çalıştığını gören köylü "Hoca, ne yapıyorsun orada?" diye sorar. Nasreddin Hoca, "Göle yoğurt mayalıyorum" diye cevap verir. Köylü güler ve "Hoca, hiç göl yoğurt tutar mı?" diye sorar. Ancak Hoca Nasreddin, "Evet, biliyorum gölün yoğurt tutmayacağını, tamam. Ama ya göl maya tutarsa, koskoca bir göl yoğurt olur," diye cevap vermez mi? Alice Geer Kelsey'nin kitabında, Anadolu'da yaşadığına inandığımız Nasreddin Hoca'nın masalları gibi birçok hikaye vardı. Kitabın girişinde, Mullah Nasr ed-Din'in İran'da yaşamış bir halk insanı olarak tanıtıldığı belirtiliyordu. Anlatılan hikayeler hem okuyanları güldüren hem de düşündüren türdendi, masalsı söyleşiler içeriyordu. Gece karanlığında ayın aydınlattığı köy meydanında dolaşan Hoca Nasreddin'i gören köylü, Hoca'ya sorar: "Hoca, bu saatte burada ne arıyorsun?" Hoca başını kaldırır ve köylüye şu cevabı verir: "Kaybettiğim tespihimi arıyorum." Köylü tekrar sorar: "Tespihi burada mı kaybettin, Hoca Efendi?" Sakin bir şekilde cevaplar: "Hayır, burada kaybetmedim. Ancak ay ışığı burayı aydınlattığı için burada arıyorum." İran'da ekmek fırınları, bildiğimiz türde değildir. Üretilen ekmek, bizim türdeki ekmekten farklıdır. Hamur oklavayla açılarak içinde ateş olan bir fıçının iç duvarına yapıştırılır. Kısa sürede pişen yufka ekmeği çıkarılıp satılır. Lezzetiyle ünlü bir fırından ekmek almak için giden Hoca Nasreddin, fırının önünde sıra olduğunu görür ve sırada bekleyenlere "Ey ahali, Aşağıdaki fırında bedava pide dağıtılıyor, bilin" der. Herkes sıradan çıkarak aşağıdaki fırına koşmaya başlar. Hoca, boşalan fırından ekmek almaktansa, koşanların peşinden koşmaya başlar. Bir adam sorar, "Hoca, sen nereye koşuyorsun böyle?" Hoca Nasreddin, koşarak cevap verir. "Dedikodu bile olsa, mutlaka bir gerçek payı olabilir diye bu kadar insan nereye koşuyorsa, ben de oraya koşuyorum." Nasreddin Hoca ile ilgili bir hikayenin Akşehir'de geçtiği bilinir. Bu olayın Timur'un ordularının Anadolu'yu işgal ettiği dönemde gerçekleştiği düşünülür. Hatta Hoca Nasreddin'in de aynı dönemde yaşadığına dair bir rivayettir. Timur'un Asya'dan fillerle Anadolu'ya geldiği ve Çubuk Savaşı öncesinde filleri ormanda sakladığı söylenir. 28 Temmuz 1402 tarihinde yapılan Çubuk Savaşı'nda fillerin sonucu etkilediği bilinir. Timur'un askerlerinin 800 bin, Sultan Bayezid'in askerlerinin ise 300 bin olduğu tahmin edilir. Timur'un üstünlüğüne bir de fillerin katılmasıyla, bu savaşta dengesiz bir durumun sonucunda Timur zafer kazanır ve Anadolu'yu işgal eder. Bursa ve İzmir'i de ele geçirir. Bayezid'in eşi Olivera Despina’yı da kendisine hizmetli esir olarak alır. Aksak Timur, çok kindar ve aksi bir insan olarak Anadolu'yu işgal ettikten sonra fillerini, bakmaları için Akşehirlilere emanet eder. Zaten yeterince beslenemeyen Akşehirlilerin üzerine bir de fil ordusunu besleme görevi yüklenince, ambarlarında kendi hayvanlarına yetecek kadar yem ve saman kalmaz. Filler ise doymak bilmez bir iştahla tüketmeye devam ederler. Akşehirliler, emanet edilen bu fillerden kurtulmak için her türlü yönteme başvururlar. Ne yazık ki, nafile, kurtuluş yoktur. Filler halkın ellerinde ne var ne yoksa yiyerek tüketirler. Bezgin köylüler Hoca Nasreddin'e gelirler. Filleri, Aksak Timur'a şikayet etmek için Hoca Nasreddin'den tercüman olmasını rica ederler. "Hocam, bittik, tükendik, bu filleri doyurmaktan bezdik, usandık. Timur'un huzuruna çıkıp şikayet etmek istiyoruz, ama korkuyoruz. Bize tercüman olur musun?" diye yalvarırlar Hoca Nasreddin'e. Nitekim saygıdeğer bir Hoca'ya, aksi Timur kızmayacağını, dinleyeceğini düşünürler. Nasreddin Hoca önde, halk arkada, Akşehir çayı kenarında kurulu Timur'un büyük otağına birlikte giderler. Huzura doğru yaklaşırken Hoca Nasreddin arkasına bir bakar ve ne görsün, kimse arkasında kalmamıştır. Mecburen Aksak Timur'un tahtının karşısında kendini bulur. Saygın hoca olan Timur, "Kelem et bilge adam, nedir sözün?" der Hoca Nasreddin'e. Kıvrak zekasıyla Hoca Nasreddin konuşmaya başlar. "Hünkarım, biz fillerden çok hoşnutuz, fillerin burada yaşamaktan keyif almasıyla birlikte Akşehirliler de buraya gelmelerini istiyorlar, ben de onların isteğini ileteceğim," diyecek kadar kıvrak zekaya sahiptir, bizim Hoca Nasreddin. Ülkemde yıllardır halkın yoksullaştığını, pahalılığın çok arttığını, yaşamın zorlaştığını, işsizliğin arttığını, tarım ve hayvancılığa yeterince önem verilmediğini topluma haykırmaya çalıştık. Ülkemizdeki yer üstü ve altı zenginliklerin yabancılara pazarlandığını anlatmaya çalıştık. Ülkemizin göçmen istilasıyla karşı karşıya kaldığını ifade ettik. Artan yaşam koşullarının toplumu fakirleştirdiğini vurgulayarak, iç ve dış dünyada ülkemizin itibar kaybettiğine işaret ettik ve toplumun daha iyi bir yönetimle idare edilmesini açıklamaya çalıştık. Sonuçta, Akşehirliler için filleri Timur’a şikayete giden Hoca Nasreddin’e benzettim kendimi, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|