Hayvanlar arasında en saygı duyduğum canlı atlardır. Atların, insanların hayatını kolaylaştırmak için yaratıldığına inanırım. Çok eskilerin dile getirdiği bir deyim vardır ve biz Türkler için bu deyim çok değerlidir.’ At, Avrat, Silah’ Türk erkekleri bu üçlüyü yanlarından ayırmamaya gayret eder, bunlar kutsal sayılır. Bugün medeniyetin geldiği noktada silah, bireysel olarak çok önem arz etmemekte. 19. yüzyıla kadar silah, bir adam için, namus meselesi idi. Hayatını bile verir, ama silahını vermezdi.
Hatta bu konuda bir de efsane vardır. Adamın savaşta düşman tarafından bir kılıç darbesi ile başı gövdesinden ayrılır, yere düşerken elindeki kılıç, öldüren düşman tarafından alınır. Bu olayı gören komutanı haykırarak ‘ Sakın silahını kaptırma ‘ diye bağırır. Efsane bu ya, başı kopan asker kopan başını yerden alır yerine koyar, koşarak düşmanı atından aşağıya çeker, asker düşerken elindeki kendi kılıcını alır, ve anında kılıcı ile birlikte yere yığılır. Bu efsaneyi bir yerde okuduğumu hatırlamaktayım. Hikayenin adı da ‘ Başsız kahraman’ veya ‘Kesik Baş’ hatta ‘Başını Vermeyen Şehit’ olabilir, hafızamdaki efsanelerin arasında mutena bir yerde kalmıştır.
Aslında at üstünde böyle kılıçlı savaşlarda, atlı askerin bir eli ile ata kumanda ederken, diğer eli ile kılıcını tutup savaşmaya çalıştığını düşünmekteyim. Ne kadar zor bir durum, bindiğiniz atı, düşmanın konumuna göre, bir bu yana , bir o yana çevirmeniz gerekir. Ayrıca elinizdeki kılıca sahip çıkmanız gerek. Nasıl tükenmeyen bir güçle, yaklaşık birbuçuk kilo tutan demir bir parçayı, bir o yana , bir bu yana savuracaksınız. Kimi zaman kendinizi bu kılıçla müdafaa edeceksiniz, ve bu can pazarından canlı çıkmak için bütün gücünüzü saatlerce kontrol edip hayatta kalmaya çalışacaksınız. Arkadan habersizce sırtınızdan vurulma riski ile karşı karşıya kalabileceğinizi unutmayacaksınız.
Bu arada atınızın gemini diğer elinizle kontrol edip, devamlı avantajlı bir mevki seçeceksiniz. Düşünün bir kere, sizi oradan buraya ve şuraya götürüp getirecek olan at, sizin kontrolünüz dışında bir hareket yapmayacak. Tabidir ki sizin atınızı hedef alacak düşmanınız her zaman olacaktır. Bu nedenle her zaman çevik, kıvrak ve çok güçlü olmak mecburiyetinde kalacaksınız.
Bir zaman sonra elinizdeki kılıcın ağırlığı katlanmaya başlayacak. Normalde 1 ila 1.5 kilo ağırlığı olan 70 santimlik bir kılıç birkaç saat geçtikten sonra 7-8 kilo gibi gelir insana.
Bir de bu savaşlarda atlara, savaşta sağdan veya soldan gelecek darbelerden ürkmesin diye, gözlerinin iki yanına çıkma ile yan görme kabiliyetini körelten koşumlar takılır. Bu koşumlardaki koruyucu uzatmanın, atların gözlerini de koruduğuna inanmaktayım. Her ne şekilde olursa olsun atların, böyle savaşlarda, sonuca etken olduğunu düşünürüm. Hani sütçü beygirleri cinsinden olan atlardan söz etmemekteyim.
Çocukluğumda hipodromda at yarışları yapılırdı. Bazı hafta sonları oraya giderdik. Rahmetli pederin at merakı vardı. Bu nedenle bende de bu merak oluşmuştu. Ata binmeyi çok istemiştim. Bir türlü kısmet olmamış, bütün hevesim yarıda kalmıştı. Hatta bir keresinde beni ata bindirmek istediler, at geri geri geldi ben kaçamadım, ve ayağımın üstüne at arka ayağı ile basmıştı. Kurtarıncaya kadar ayağımın ezildiğini hatırlarım.
Günler aylar hatta yıllar geçti, bir dostumun çiftliğinde bir ata binmek nasip oldu. Kısa bir sürede olsa ata binmek beni çok mutlu etmişti. Aslında atın gözlerinin yanında koruyucu koşum vardı, benim sırtına bindiğimi görmediğine inanmaktayım. Hani derler ya at, sırtına bineni istemezse atarmış diye, beni yere çalmamıştı. Onun sırtına binerken beni görmediğinden ağırlığımdan dolayı atta bir reaksiyon olmamıştı.
Geçtiğimiz son 20 senede mahallenin baskısı mı veya para karşılığı mı dersiniz bilmemekteyim, bazı kadınlar başlarını öyle bir şekilde bağlıyorlar ki, hani derler ya ‘yok artık’. İşte aynen ne sağını ne de solunu görmeyecek şekilde örtmekteler . Bu şekilde bağlamanın nerede yazıldığını merak etmekteyim. Hani beni fazlaca irrite etmemekle beraber, böyle kadınların araç kullanmaması gerektiğine inanmaktayım. Bu şekilde baş bağlamanın neticesinde, araç kullanan kadın, ne sağını ne de solunu göremeyeceğinden başkalarına zarar vermesi kaçınılmazdır. Nitekim başları böyle bağlı kadınların sebep oldukları trafik kazalarında insanlar zarar görmekteler. Ancak şeklen araç kullanmanın hukuki tanımı olması gerek. Hatta araçlarda içeriyi göstermeyecek türde cam filimle kaplamak yasak olmasına rağmen, bu şekilde karartılmış cam kaplı araçların trafikte artmakta olduğunu görmekteyiz. Yanlarını göremeyecek şekilde baş bağlama ile hangi vecibeyi yerine getirdiklerini de anlamakta güçlük çekmekteyim.
Koşum gibi baş bağlanması ile sebep olunan trafik kazalarını duydukça, hep eski savaşlardaki askerlerin atlarını düşünürüm. Yandan gelecek darbeye hayvanlar ürkmesin diye takılan koşumlar gelir aklıma, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.