Birkaç yıl önce bir dostu bir vesile ile ziyarete gitmiştim. Kendisi hukuk tahsilini, eğitim enstitüsünden sonra tekamül etmişti. Aslında Çankırı’nın ELDİVAN köyünde doğmuş. İlkokulu köyde okumuş, iki derslik küçük bir okulda. Daha sonra orta ve lise tahsili için Yıldırım Beyazıt Lisesine devam etmiş. Gazi Eğitim Enstitüsünde İngilizce bölümünü bitirdikten sonra Hukuk tahsiline başlamış. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra, Yüksek Lisansı da yine Ankara Hukuk Fakültesinde yapmış. Gazi Üniversitesinde İş Hukuku üzerine doktora yapmış bir değerdi kendisi. İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik üzerinde Profesör unvanı almış, ülkemizin ender hukukçularından biri idi.
Kendisini tanımaktan son derece mutlu olmuştum. Bu yaşına kadar çok başarılı işler yapmış olduğunu öğrendim. Birçok kitap yazdığını ve öğrencileri ile çok yakın olduğunu öğrendim. Çalıştığı odanın kapısı açıktı. Hoca öğrenci ilişkilerinden ziyade, öğrencileri ile ağabey - kardeş bazında yaşamak, kendisine gençlik aşısı olarak etki etmiş ve genç kalmayı başarmıştı.
Odasında birkaç saat muhabbet ettik. Bütün duvarları yerden tavana kadar kitap dolu idi. Bir tahmin yürütmeye çalıştım, ihtimal 2000 den fazla kitap vardı odasının içinde. Bir bilen olarak bilinen rahmetli Süleyman Demirel’in çalışma odasında 3000 den fazla kitap olduğunu bilmem bilir misiniz? Hayranlıkla seyretmiştim hocanın çalışma odasını. Masaların üzerlerine de sığmayan kitaplar yerlerde duruyordu. Hatta Mustafa Kemal Atatürk için de yaşamı boyunca 4000 den fazla kitap okuduğu söylenir. Atatürk’ün yaşamının büyük bir bölümü cephelerde geçmesine rağmen bu kadar kitabı ne zaman, ve hangi koşullarda okuduğunu hep düşünmüşümdür. Ziyaret ettiğimiz hocanın odasında da durum aynı idi. Her kitabın yeri mutlaka biliniyordu, ve konuşurken kalktı anayasa konusunda yapılan bir araştırma ile ilgili bir kitabı aramadan bulunduğu yerden çıkarıp bana gösterdi. Hayret etmiştim.
Çalışma masasının arkasında bir çerçeve içinde Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi’ye vasiyeti adı altında bir belge kopyası vardı. Çerçeve içine alınmış bu yazıyı okudum. Önemli anlamlar taşıyabilecek bir vasiyet olabileceğini düşündüm. Bakın Osman Gazi neler söylemiş Oğlu Orhan’a. ‘’ Oğul ben öldüğüm zaman beni Bursa’da Gümüşlü Kubbenin altına gömün. Bir kimse sana tanrının buyurmadığı sözü söylerse, sen onu kabul etme. Tanrıyı tanımayanlara devlet katında iş verme, verirsen ahirette yüzün kara gelirsen yanıma. Böyle insanlar tanrının gazabına müstahak olduklarından, işlerinde hayır ve başarı olmaz. Bunlar halka hüsnü muamele etmezler, rüşvet almaya meyyal olurlar. Memleket Millet bundan zarar görür. Bilmediğini bilenden sor . Sana sadık olanları hoş tut. Askerine bol ihsanda bulun, Lakin İhsan İnsanın tuzağıdır.‘’
Bu anlamlı vasiyetnamenin 1 Ağustos 1326 Osman Gazi’nin ölümünden evvel yazıldığı kitaplarda sözedilmekte.
Bir başka çerçeve içinde ise, tarih içinde, Fatih Sultan Mehmet’in 28 Mayıs 1463 yılında ferman olarak yayınlanan AHDNAMA’sının kopyası vardı. Bu belgenin bir kopyasını ben, Bosna Hersek’deki Osmanlı külliyesinden almıştım : ‘’ Murat Han Oğlu Fatih Sultan Mehmet Daimi Muzaffer ‘in’’ ülkede yaşayan ruhbanlar ve onların kiliselerine kimsenin dokunmasına müsaade etmeyeceğini ilan eden bu AHDNAMA’da, gayri Müslim insanlara kimsenin dokunmaması için ferman vermekte idi. ‘’Ne hazretimden ne vezirlerimden ve Reayalarımdan ve cümle memleketim halkından kimseler bu insanlara dokunmayıp onları incitmesinler. Vergisini veren halka kimse dokunmayacak, diledikleri gibi yaşayacaklardır, kuşandığım kılıç hakkı için bu karara muhalefet edilmeyecektir, ‘’ demekteydi.
Her ikisinde de devlet adamlığı kokmakta, burada vakur bir davranış görülmekte. Her iki belgenin doğruluğu üzerinde tartışmak istemem, ancak Osman Gazi’nin son sözünü dikkatle irdelemek gerekir.
’’İhsan İnsanın tuzağıdır’’. Doğrudan veya dolaylı siyasi ‘İHSANLAR’ toplumun ahlakını nasıl etkiler bilmemekle beraber, İnsanlara dağıtılan ulufe adı altında İHSAN, insanın tuzağıdır,diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.