|
|
HOMO SAPIENSTEN HOMO LOGOS'AKategori: Felsefe | 0 Yorum | Yazan: Çoşkun Özdemir | 01 Nisan 2023 16:15:53 İnsanın düşünsel ve sürekli göbek bağı logosladır, logosla beslendiği ölçüde ve kadar homo logostur. Logostan aldığı tinsel besin ne kadar az ise o kadar ve o ölçüde homosapienstir . Tinsel anamızda, babamızda, sevgilimizde logostur. İnsan bunu bilse idi her insan filoloji- logosa âşık olurdu- tıpkı Mevlâna gibi.
“... Her şey bu Logos’a göre olup bittiği.” - Heraklitos (1. Fragman) Kavramsal (Logotik) düşünce özgür olmak için zorunludur, ama yaşamak için değil. Çünkü yaşamak için özgür olmak zorunlu olmadığı gibi gerekli bile değildir. Özgürlük istemi, çoğu zaman yaşamın önüne büyük bir engel olarak çıkar, yine de insanın ve insanlığın en asli ve asil umut konusu olmaktan çıkmaz. Her insan özgür olamaz, bununla beraber özgürlükle insan zorunlu olarak birbirine bağlıdır. Bu bir çelişki değil, insan kavramının -bu aynı zamanda düşünce kavramı anlamına gelir-edimselleşmesi ve edimselleşememesi süreci ile ilgilidir. Düşünce yetisi her yeti gibi kendi kendini edimselleştirmeye hem yeter hem yetmez, hem yetişir hem yetişmez. Düşüncenin özgürlük için yeti olarak yeterli hale gelmesi, düşüncenin kendi kendini düşünülebilmesi ya da düşüncenin nesnel öz-bilincinin elde edilmesidir. Düşüncenin nesnel öz-bilincinin elde edilmesi demek, insanın düşünmenin yapısını ve oluşunu bilen biri haline geldikten sonra, kendi düşündüğünü bu bilgisi ile denetleyen ve onu doğrulayan bir sürecin içinden geçmesi demektir ki bu düşünce kipine logostik düşünce diyebiliriz.. Bu hareket logosun kendine dönmesi ya da kendi kendini bulması, insan ve nesne ya da özne ve nesne olarak bölünmüş halinin ortadan kalkması demektir. Bu sonuç ise ancak logosun kendi kendini bilmesi ile elde edilebilir. Logosun kendi kedini bilmesi demek öznedeki logosun kendini bilir hale geldiği için gene kendini her gördüğü yerde onunla birleşmesi demektir. Böylece düşünen ile düşünülen arasındaki çelişki ve sınır ortadan kalkar ve gerçeklik elde edilir. Özgürlük gerçekle bir olmak ya da gerçekle gerçek olmaktır. Ya da tersinden söylersek, gerçeksizliğin ortadan kaldırılmasıdır. Gerçeğin bizim için olması ve böylece bizim gerçek olmamız düşünce yetisinin sihirli ya da tanrısal gücüdür. Bu beceri ancak düşünce yetisinde vardır. Öyleyse bu beceriyi kazanacak olan şey düşünce olacaktır. Ama en genelde her insan düşünür, peki düşüncenin gelişmesinden söz etmek ne demektir; bilginin çoğalmasından mı hayır, gerçekliğin içindeki düşünce ne biçimde ise insanın da, o aynı düşünce biçimi ve yöntemi ile düşünebilmesi, logosu işletebilmesi, ya da logostik düşünebilmesi. Ama bu süreci tek, tek bireyler olarak nasıl gerçekleştireceğiz? Bu sürecin bir bilimi var mıdır, varsa hangisidir ve neden tekil bilimler bu kadar gelişmişken hala böyle bir bilimi elimizin altında göremiyoruz, okullarda okuyamıyor ve öğrenemiyoruz? Niye bizim dışımızda duruyor? Yok, eğer böyle bir bilim hiç yoksa insanoğlu niçin bilmeye başladığı zamandan bu yana O'nu aramaktadır? Bu sorularla sorunlanmak için bu bilimi kurmayı çok istemiş ve bu konuda çok şey üretmiş Kant'ın tavsiyesini anımsayalım. Kant bütün çalışmalarından sonra ulaştığı yerin umduğu yer olmadığının itirafı olarak; yeni bir bilimi kurmayı amaçladığını, ama bu amaca ulaşamadığını, şimdi ise son yapması gerekenin, bu amacın boşta kalmaması için konu ile ilgilenenlere, bu yeni bilimi kurma amacının tamamlanması için bir çağrı olarak Prolegomena'yı yazmak olduğunu bildirir. “Amacım, metafiziği (logos-lojiği) uğraşamaya değer bulan herkesi, çalışmasına ara vermenin, şimdiye dek olan biteni olmamış saymasının ve her şeyden önce “acaba metafizik gibi bir şey (logos-lojik) olanaklı mıdır?” sorusunu sormasının kaçınılmazcasına zorunlu olduğu konusunda ikna etmektir” “Böyle bir amaç için bilginlerin çabalarını birleştirme yolunu bulmayı başkalarına bırakmam gerek. Bu arada niyetim, birinin çıkıp söylediklerimi sırf izlemesini beklemek ya da böyle bir şeyin umuduna kapılmak değildir; ama uygun düştüğü gibi, saldırıların, tekrarların, sınırlandırmaların, ya da onaylamalar, tamamlamalar ve geliştirmelerin buna katkıları olabilir; eğer konu temelden bir araştırılırsa, bundan, benim sistemim olmasa bile bir sistemin ortaya çıkması kaçınılmazdır; bu da gelecekteki insanlara, şükran duymaları için yeterli nedenlere sahip olacakları bir miras olabilir” Bütün felsefe tarihinin asli ereği, tinin toprağının altından en değerli hazineyi, Logos’u, Us’un açınımını, varlığa nasıl geçtiğini ve orada sürdüğünü, kavramlaştığını içerik alan mantık bilimini ortaya çıkarmaktır (mantık bilimi kavramından, okullarda okutulan tasım ve simgesel mantığı değil, sadece Hegel'in Mantık bilimini anlıyoruz). O mantık bilimi ki, -biz onu logos-lojik olarak adlandıracağız- doğanın ve insan ilişkilerinin işleyiş yasalarının bilgisinin "zorunlu dizgeselliği” altında bir araya getirir. Antik yunan ve öncesi, Descartes, Hume, Spinoza, Leibniz, Kant; hepsinin tekil üretimleri ve hatta bütün bilim, öncelikle ve son-ucu, logos-lojik (mantık bilimi) için gereçten başka bir şey değildir. Bu gereç, Hegel tarafından ayıklanarak ve bir omurgaya kavuşturularak bilimin bilimi, logos-lojik (mantık bilimi) olarak, bir taslak halinde ve tekrar ve tekrar ve sonsuzca ayıklanmak, arılaştırılmak ve geliştirilmek ihtiyacı içinde tarihin o döneminde, insanın ve bilimin önüne konmuştur. Logosun bilimine iye olmak 'homologos' olmak demektir. Özgürlük logos sahibi olmaktan başka anlama gelemez. Bu iki kavram arasında zorunlu bir ilişki vardır, zorunlu ilişki öteki ilişkileri imkânsız kılar. Özgürlüğü istiyorsan logos sahibi olacaksın ya da yalnızca logos sahibi isen özgür olabilirsin, özgür isen logos sahibi. Her sağlıklı insan zekâ ve muhakeme yetisine sahiptir, ama zekâ ve muhakeme yetisi henüz logos değildir. Öyleyse logos her insanın sahip olduğu bilinç türünden değildir. Onun için her insan ona sahip olamaz. Ona sahip olmayan ise özgür olamaz. Öyleyse herkes özgür olamaz. Logos kazanılabilir, ama emekle, üstelik nitelikli emekle, üstelik bir yöne; logosun kendisine yönelik yoğun bir emekle. Ama önümüzde duran bu yapıt neden henüz insanlığın hizmetinde değildir? Sorunun yanıtı iki yanlı olabilir, yapıtın kendisi sorunludur. Ya böyle bir bilim yoktur, aranılan bir boşluktur ya da yararlanılamaz haldedir. Böyle bir bilim gerçekte yok da onu bulmanın boş uğraşı içinde isek şimdiye dek bu bilimin olmadığını anlayarak onu bulma boş uğraşından vazgeçmeli idik. Geriye tutarlı bir seçenek kalıyor, bu bilim en zor bilim olduğu için en son bulunan bilim olmalıdır, bulunmuştur ama henüz yararlanılacak açıklıkta değildir. Çalışmamız bu seçenek üzerinedir ve bu seçenek kabul edilince bu bilimin, bağımsızlaştırılmış ve son geliştirilmiş halinin Hegel'in mantık bilimi adlı çalışması olduğunu kabul etmek zorundayız. Düşünsel alan kendini Hegel'den iki anlamda da kurtarabilmiş değildir. Onu anlayıp içine alarak ya da onu anlayıp dışarıda bırakarak. Her ikisi de onun anlaşılması ile mümkündür. Yapıtın anlaşılma güçlüğü nedeni ne olursa olsun verilidir. Yapıt bu hali ile önümüzdedir ve yazarının sorumluluğundan çıkmıştır. Ondan sonra sorumluluk bilim ve felsefenindir. Bir kez daha vurgularsak bu görev aynı zamanda tüm bilimsel alanın sorunudur. Çünkü eldeki yapıt bütün bilimlerin kendisine bağlı olduğu kök ile ilgilidir. Ve hiçbir bilim dalı doğduğu bu kökten bağımsız değildir, bu bilimleri uygulayanlar bu bağın farkında olmasalar da. Yazının devamı ÖZGÜRLÜĞÜN ZEMİNİ, OLANAGI VE TÖZ İLE BAĞLANMASI
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|