|
|
Günümüz reel düşüncesi gerçekliğin dizgesi içinde mi dışında mı işliyor.Kategori: Felsefe | 0 Yorum | Yazan: Çoşkun Özdemir | 27 Mart 2023 19:27:07 Tinsel dünyada her şeyin birbirine karışmış olduğu zamanlarda, pek çok düşünür, tüm kavramları yeniden gözden geçirmek gerektiğini söyler. Her kavram gözden geçirilmeli gözden geçiren göz, kimin gözü olacak ya da bu gözden geçirme eskiden yapılmamış yanlışlara karşı nasıl korunaklı olacak, bizi yanlışlardan koruyacak dayanak ne olacak, sabite ne olacak? Sağlam bir dayanağa yaslanmayan öznenin kendisi dayanaksız kalacaktır, bu nedenle kendi kendisini de eleştiri altına almalıdır ama kendi kendini, yine aynı kendisi ile eleştirecekse bu totoloji olacaktır. Totolojiyi kırmanın yolu her şeyi altına alan evrensel bir değişmezin ilke alınmasıdır.
Hiçbir kavram nedensiz olamayacağı için bütün kavramların nedeni olan, bir başka ifade ile nedenlerin nedeni olan bir ilke-kavram var mıdır? Aslında böyle bir ilke-kavram zaten vardır onu uzun uzun yeniden aramak zorunda değiliz. Bu ilke-kavram çağlar boyu aranmış ve sonunda bulunmuştur. Günlük bilincimizde bu ilke ile iç içe yaşıyor görünürüz. Bu ilke-kavram her bir bilim dalının adına eklenen loji sözcüğünün köküdür LOGOS. Logos, her okula giden öğrencinin bile tanıdığı bir sözcüktür. Onu tanırız ama hem tüm varlıkların hem de tüm bilgilerin ona dayandığının farkında değiliz, farkında olsak bile onu bir bilim nesnesi olarak ele almadığımız için dayanak olarak da kullanmayız. Sorun bu ad olarak bildiğimiz loji, logos sözcüğünü kavram olarak, ilkenin kavramı ve kavramın ilkesi olarak kavramaktır. Nesnel dayanak logostur. Öyle ise logosa dönmek, logosa gitmek, logosa dayanmak zorundayız. Bu zorunluluk mutlak bir zorunluluktur, çünkü mutlak olan tek şey logostur ve yalnızca logos mutlak olduğu için geri kalan her şey ona görecedir. Bu çıkarımın sonucunu, düşüncenin bir sürece ilişkin içine girdiği kısır döngüden çıkabilmek için önerilen, başa dönmek, baştan başlamak öğüdüne uyarak da gözlemleyebiliriz. Baş neresi? Logossuzluktan logosa geçiş. Kiminle, Herakleitos ile. Bu yüzden başa dönerek Herakleitos’u ve logosu, bu ana ilke-kavramı anlayarak sırtımızı sağlam zemine dayamış olacağız. Logosu, Herakleitos’u kimin anlattığı, kimin yorumladığına bakmadan, Herakleitos’ta ve logosta kalarak, Logos kavramının yalın kipinde kalarak, kendimizden bir şey katmadan, onu yorumlamadan salt düşünsel ilişkilerde yürüyerek. Bu çabamızla örtüşen bir düşün olan Hegel’in Herakleitos’a ve logosa dair yazdıklarını da kanıtlamayı daha açık ve geniş düzeye çıkarmak için zaman zaman alıntılayacağız ama burada rehberimiz Hegel değildir. Rehberimiz logos kavramının kendisidir ve onu kendinde halinde kavramış Herakleitos’tur. DÜŞÜNCENİN MERKEZİ VE MERKEZİN DÜŞÜNCESİ İnsanlığının ussal gelişimi bir ol-uştur. Oluş için bir, olmamış var O-lan, gereklidir. Yani potansiyel kipte bir var O’lan. Bu var O’lan olacak olanın, özü, merkezidir. O-lanın bir merkezi olduğu bilinci, bizi çepere bağlı kalmaktan koruyacaktır. Gerçeklikte kalmanın, gerçekle birlikte ve bir olmanın ilk şartı budur. O’luşun O’su, Logos’un açılımıdır. Logos her şeyde olan us ’tur ve logosun bilimi USBİLİMDİR. Ol-uş, Türkçe etimolojide O’nun işlemesi işini anlatır ve her iş ve her O-luş, süreçseldir. Oluşun süreçsellği tekdüze değildir çünkü oluşu oluşturan dinamiğin gereçlerinin, birbirine geçişerek zincirlenmesi a rutinseldir. Bazan bir gereç-öge, hazır olur öteki olmaz, bazan pek çok gereç birden hazır olmaz, bazan ise pek çok gereç- öge birlikte hazır olur. Tek tek gereçlerin- ögelerin- hazırlığı kendi tekil evrimlerinin süreçlerinde oluşur. Ögelerin ve gereçlerin birbirine uyumsuz olgunlaşmaları, birbirini destekleyerek birlik oluşturamamaları tinsel gelişimi yavaşlatır ve bu yavaşlık tinsel gelişim sürecinin yerinde saymasına yol açar. İlerleme çoğu zaman yalnızca bazı ögelerin kendisinde olur, öteki ögelere yansımaz. Pek çok öge ya da gerecin ol-uşları eş zamanlı ise tinsel gelişim coşkusal atılımlarla meydana çıkar. Çünkü ögelerin eş zamanlı gelişimi kendini, birliğin enerjik sıçramasında gösterir. Bu nedenlerle ussal gelişim süreçleri durağan ve atılım dönemleri olarak birbirini izler. Tinsel gelişimin duraksama momentlerinden biri orta çağ dönemleridir. Bu coşkulu atılım dönemlerinin başlıca iki örneği ise Antik Yunan ve Aydınlanma dönemleridir. Durağan ve sıçrama dönemlerinin sürelerinin aralıkları, tarihsel olarak daralmalıdır, diye düşünüyoruz. Bunun nedeni ögelerin biriktirmiş olduğu düşünsel birikimin eski dönemlerdekine oranla daha fazla olmasında aranabilir. Kanımızca insanlığın Us’u, Hegel’den sonra duraklama dönemine girmiştir. İki yüz yıldır bu momentin içinde olduğumuz söylenebilir. Ama bu duraklama Antik Yunan’dan sonra gelen orta çağ duraklaması kadar uzun olmamalıdır. Aydınlanma dönemindeki atılımda tini oluşturan her bir gereç-öge, antik yunandakine göre çok daha etkin ve yetkindir. Çünkü atılım döneminde her bir tekil ögenin kapasitesi artmış ve dahada yetkinleşmiştir. Tinin son atılım döneminin üzerinden iki yüz yıl geçmiştir. Bu duraksama dönemini izlemesi gereken yeni bir atılım döneminin zamanı gelmemiş midir? Tek tek gereçlerin içsel evrimleri bir birlik oluşturmak için yeterli düzeye ulaşmamış mıdır? Bu görevi yüklenecek düşün adamları kuşağının ayak sesleri duyulmuyor mu? USBİLİMİN HEGELDEKİ UĞRAĞI. Hegel, bütün büyük düşünürlerin açıkça ya da yarı açıkça peşinde olduğu ve kurmaya yeltendiği lojiği, mantık bilimini, -biz Us Bilimi diyeceğiz- ya da öteki deyişle, ontoloji, epistemoloji ve yöntembiliminin birliğini bir arada, tutarlı bir biçimde ve az çok tamamlanmış olarak önümüze koyan düşünürlerin en sonuncusu ve belki de en önemlisidir. Zaten özel olarak Us’u nesne yapmış filozof da çok azdır. Kant’ın bu konuyu ele alan ‘Arı Us’ adlı eserinin başarısızlığından sonra, bizzat Kantın verdiği ödevi- lojik-us bilimini kurma ödevini- üzerine alan Hegel kuşağının birikiminin özeti, Hegel’in ‘Lojik’ (mantık) adlı eseridir. Bu eser, tüm içeriği ve biçimi ile bir USBİLİM KİTABIDIR. Avrupa’da Descartes’le başlayan aydınlanma döneminin ilkesi, orta çağ boyunca aktüel tin üzerinde egemenliğini kurmuş olan us dışına karşı, us idi. Spinoza, Leibniz ve aynı ilkeye bağlı pek çok düşünür, US’un bilimini kurmak amacı ile pek çok değerli düşünce üretmişlerdir. Bu düşünce üretimi Kant’ın ‘Arı Usun Eleştirisi’ ile yeni bir aşamaya ulaşmıştır. Arı us’tan sonra diyebiliriz ki, Artık elimizde Us’u bizzat nesne alan bir bilimsel eser vardır. Kendini arayan Tin, kendi kendini, -açık seçik olmasa da- içinde bulacağı bir esere kavuşmuştur. Hegel kuşağının büyük başarısı, Kant’ın – kendinin de tamamlayamadığını itiraf ettiği- US bilim oluşturma amacını üstlenmeleri ve Kant’ın çalışmalarını vardığı noktadan ele alıp, bu düşüncenin ilerletilmesinin önündeki engelleri ortadan kaldırma girişimleri oldu. Elbette bu başarının zemini bir başka büyük başarıda yatıyordu, bu başarı ve bu zemin Kant’ın Arı Usu idi. Kant’ın Arı Usu olmasa idi Hegel’in lojik bilimi olmazdı. Hatta Hegel kuşağı olamazdı. Yalnız Hegel’den sonra, düşün adamları, Hegel kuşağının Kant sonrası takındıkları sorumlu tutumu takınma cesaretini gösteremediler. Açıkçası o yükün altına girecek kadar güçleri yoktu. Bu yüzden bir devamlılık tutumu yerine, daha kolay olan ve şimdiye kadarki birikimin bizzat özümsenmesini gerektirmeyen, salt bir karşıtlık tutumunu benimsediler. Hegel’in lojiği ile ilgilenecekleri yerde Hegel’in düşüncesinin karşısında konumlanarak- ki bu düşünce aynı zamanda Sokrates’in, Platon’un, Aristoteles’in, Descartes’in, Spinoza’nın, Leibniz’in Kant’ın biriktirdiği bir düşünce idi - ilineksel,( materyalizm, dil, var oluş, hiçlik v.b) konuları ilke aldılar. Sanki, insanlığın ilk hedefi olması gereken Us bilim gibi bir konu ve bu konuda büyük ölçüde tamamlanmış çalışmalar yokmuş gibi. Aslında bir bakıma Orta çağa döndüler. Hegel sonrasının düşünürleri genel olarak logos, akıl, us, doğrudan hedef alınamayacak kipe ulaştığı için doğmaları ilke almak yerine ilinekleri ilke aldılar. Ama ilinekleri (ikincil olanlar) ilke almak, özü ilke almanın karşıtı olarak, us dışı alanına kaymak zorundadır. Burada belirleyici olan ilke olarak alınan ilineklerden ziyade, karşıt olarak alınan Us’un, bu düşünceyi karşı yakaya atacağıdır. Bizce bu tutum bizim kuşağa kadar böyle geldi. Ama biz böyle devam edemeyiz. Hegel kuşağının, Kant’ın Arı Usun eleştirisi sonrası tutumlarını, Hegel’in lojiği için benimsemeli ve iki yüz yıl sonra, bu iki yüz yıla takılıp kalmayarak tersine bu aranın olumsuzluğunun ittirici kuvvetini arkamızdan hissederek Hegelin Lojiğinin, Mantık kitabının- Us biliminin bitiş uçununda boşta sallanan ip- Ariadne ve Theseus’un ipi- gibi yoldan çıkmamızı önleyen bir yordam olarak düşünmeliyiz.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|