|
|
“FIRIN”DAN ÇIKTIKKategori: Makale | 0 Yorum | Yazan: M. Şehmus Güzel | 26 Temmuz 2022 08:46:05 Birinci gün değil, ikinci gün değil, üçüncü gün değil... sekizinci gün çıkageldi: Sabahın üçünde, büromda okuyor ve not alıyordum (Bu sıralar bilim-kurgu kitaplarına sarıyorum. Ben sarıyorum ama, ustalarınkiler hariç, onların hepsi beni sarmıyor. İşte oldu bikere daldım çıkamıyorum. Daha sonra anlatırım), önce gök gürledi, bütün başkenti ışıklar içinde bırakan beyaz, sarı, kırmızı, yeşil şimşekler çaktı. Manzara dehşet. Eyfel Kulesi şimşeklerin içinde yağmurluğunu yitirmiş bir hayalet gibi kendini gösterdi ve yitti... Seine Nehri kapkaranlıktan birkaç saniyelik te olsa çıktı... Hemen sobeledim!
Bu gürültü ve patırdıyı sekiz gün ve sekiz gece süren aşırı sıcaklar nedeniyle evden çıkamadığımız kısa ama çekilmez zaman diliminin sonunun geldiğinin işareti diye aldım. Temmuz sonunda ve Ağustos ayında Doğa-Ana’nın bize neler hazırladığını bilemiyorum ama şu son haftalarda üç kere kapımızı çalan aşırı sıcakların üçüncüsünün sonunun geldiğini sezinliyor(d)um. “Yağ yağmur. Islat yağmur. Gel yağmur.” Gök gurgurladı evet. Ve beklenen ama umudumuzu kestiğimiz hadise gerçekleşti. Hayret Naci! Birkaç dakikada mevsimimizi değiştirdik. Mevsim mi o da ne Naci? Mevsim mi kaldı Keko? Gurgur Baba damdan düşer gibi önce terasa ve balkona saldırdı yağmur biçiminde. Ama ne yağmur! Unuttuğumuz serinlik aniden balkonu, açık pencere ve kapıları sardı sarmaladı. Balkondaki çiçekler, küçük boy ağaçlar ağızlarını açtılar yağmurdan kana kana içtiler. Sarhoş olmadılar. Başları bile dönmedi. İçtiler. İçtiler... Evet aniden “fırın”dan çıktık. Sonbahar’a girdik. Bu sonbahar diğerlerine benzemiyor. Kaç gün sürecek? Bu zaman süresi içinde neler olacak? Yavaştan başlayan sonra hızlanan yağmur ara vermeksizin bir saat belki iki saat ıslattı. Yıkadı. Sildi. Süpürdü: Paris’in çöplüğe dönmüş nehir ve kanal boylarını, kenarlarını, sokaklarını ve sivrisinek baskını altındaki rezalet yüzünü ve baçak aralarını temizledi. Mümkün mü? Sivrisinekler açık pencerelerden girip ışığa doğru saldırdılar. Kimi vuruldu, vurulduğu noktada yıkılıp kaldı, kimi ısırdı, ısırdığı yerde kızıl bir leke bıraktı. Bu sivrisinekler balçık tarlalarındakilerden daha saldırgan, daha inatçı, daha bela. Küfür edeni bile var! İri de. Çızırtıları uzaktan duyuluyor. Dikkat et Naci! Sivrisinek diye dalğa geçme Naci! Yağmur yavaşlıyor. Bense Abidin Dino’nun 1940’da İstanbul’dayken kaleme aldığı malum şiirini anımsıyorum. Yağmurseverlerden Abidin Usta’yı anmanın tam zamanıdır: “Toprağı öpen beygirlerin kuru dudaklarına acı! Islat yağmur, gel yağmur; Ağaçlar oğlansız avrada dönmüştü. Ak yağmur, gel yağmur. Yalvarırım. Şehir ve toprak seni bekler; Şehir sıcaklarına veda! Kalçalarımızda gök gürlemişti. Ve kara bulutlu gök, deniz dipleri kadar dağlık, karanlık, derin, balıksız bir âleme dönmüştü. Islak bir kız okşadığımı hatırlıyorum. Gece ve sel, şehrin üzerine yuvarlandı. Çıplak kız lezzeti, kâinat ve dudaklarım birbirine giriverdi; hatırlıyorum bu böyle olmuştu. Ta derinlerimize kadar ak yağmur! Yalvarırım. Nerde idik, kızın birdenbire gülümseyen, hayran, sırılsıklam yüzünü gördüm. İri damlalar açık pencereden içimize akıyordu. Seni tâ derinlerimizden, uzak derinlerimizden arzuladık, bizi ısrarla okşa yağmur. Yağ yağmur, divane yağmur. Serin yağmur, can yağmur! Yalvarırım.” (Bu şiir önce 30 Ağustos 1940 tarihli Yeni Yol dergisinde yayınlandı : Yıl: 1, Sayı: 1, sayfa: 15 - 16. Sonra Abidin Dino’nun Yeditepe Öyküleri’nde : s. 45 – 46, Can Yayınları, İstanbul, 2017). Bundan daha erotik şiir ne o zamanlar ne daha sonraları yazıldı. Abidin’in o günlerini de bu şiirinde bulmak mümkün. Bu, aynı zamanda, Abidin’in şairliğinin de ispatıdır. Bu bir aşk şiiridir. Abidin’in şairliğini ölçmek için bundan iyisini bulmak ta mümkün değildir. Yağmura gelince ona ihtiyacımız gök kadar. Hele bu bitirim puşt aşırı sıcakların eğemenliğinin iki de bir, uzun veya kısa sürelerle canımızı sıktığı, Akdeniz ülkelerinin güzelim ormanlarının cayır cayır yanmasına ve yakılmasına, yok edilmesine, kuşun, uçamayanın, koşamayanın, karacaların, tavşanların, geyiklerin... aklınıza gelenlerin tümünün perişan olmasına, insanların, kadın, erkek, çocuk, genç ve yaşlı on binlerin evsiz barksız kalmasına, birçok kişinin yaşamını yitirmesine sebeb olduğu yaslı günlerimizde... Haberin olmuştur mutlaka Naci : Bütün veya bütüne yakın bütün devletler yapay yollardan, bilimsel yöntemlerle YAĞMUR YAĞDIRMAK için çare arıyor, üniversitelerde, laboratuarlarda, enstitülerde yıllardır ciddi çalışmalar yürütüyor. Birkaç yıl önce bir yerde okumuş ama doğrulatmak için fırsat bulamamıştım : Çin Halk Cumhuriyeti bu işi çözmüşmüş. Şimdi bu soruyu Google Dede’ye sorsam yanıtlar mı ? Yoksa o da gürler mi ? Bir yanıt ver Naci ? Hakkımı helal etmem yoksa. Aklında bulunsun. Elini çabuk tut. Büyük sözü dinle : Yapay yollardan yağmur yağdırmanın yollarını ara. Tekrar ediyorum Naci : Yoksa hakkımı helal etmem. Anımsıyorsun mutlaka ilk gençlik yıllarımızda Necla’nın aklı-fikri hep yapay yoldan yağmur yağdırmaktaydı : Kuraklığın “belini kırmak”, yoksulluğu sıfırlamak için gece gündüz kafa yorduğu denklem buydu : İki çakmak taşıyla ateş yakmıyor muyduk Ergani’de, Maden’e giden yolda, İstasyon’un hemen dibinde... Aradan geçen zaman içinde Necla kesin ve kalıcı çareyi bulamadı mı ? Bir yanıt ver Naci. Kollarını sıva, sıra sende çünkü. Bu işin çaresini belki biz bulacağız. Umutluyum : Çünkü Ugur Şahin ile Özlem Türeci örneği var : İkisi de bizden. “Toprağı öpen beygirlerin kuru dudaklarına acı! Islat yağmur, gel yağmur; (...) Ak yağmur, gel yağmur.” Vergilerimizin, gelirlerimizin savaşa, silaha külaha değil yapay yoldan yağmur yağdırmanın yolunun bulunması için harcanması çağrısı yapıyorum. Duyun beni. Naci ile Necla’yı da...
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|